“Kadın” anlatılmak istenirse, kanımca en ince duygularına değin Nazım’ın dizelerinde ulaşmak olası.
Ne demişti büyük usta?
“bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar…”
Yazılalı yarım yüzyılı aşkın zaman olmasına karşın, toplumun “ataerkil” bakış açısında değişiklik var mı, diye bakmak gerekiyor.
Uğruna “hapis” yatılan, hiç “yaşamamış” gibi ölen, “anamız, avradımız, yarimiz” kadılar…
Ülkemizde, seksenbeş yıl önce, Atatürk devrimlerinden biri olarak tarihe geçen, kadınlara tanınan seçme-seçilme hakkının bulunduğu yer düşündürüyor!
Siyasi partilerin gerek genel seçimlerde, gerekse yerel seçimlerde kadınlar için “beklenen” kotanın sıralamada yerine getirilmediğini görürüz.
Mecliste yüzdört, yüzde olarak onsekizlerde kadın sayısı.
Belediyelerde, ya da meclis üyeliklerinde de başka değil!
Bunun nedeni ne kadınlar, ne toplum; tek nedeni sistem,
Sistem kadınları gerek siyasi yaşamda, gerekse iş alanında görmek istemediği için “elindeki” kozları kullanıyor! Hiç esnetmediği ‘siyasi partiler yasası’ ile, aday belirlemesini halktan alıp partilerin genel merkezine yönlendirerek istediği “ataerkil” yapının sürmesini sağlıyor!
Muhtarlıkların ‘en demokratik seçme-seçilme’ yeri olduğunu bilmeyen yok!
Hangi eğitimlinin, hangi partinin desteklediğinin, hangisinin ağır abi ya da ablasının olduğunun, hangisinin varsıllığının, hangisinin kadın ya da erkek oluşunun, hangisinin yaşının ne olduğunun ’hiçbir önemi yok’ muhtarlık için, muhtar adayı olmak için…
Bireyin kendine güveni varsa, kendini anlatabiliyorsa, iş yapabileceğine inandırabiliyorsa, mahallelinin gönlünde olmayı başarabiliyorsa, çalışabileceğini gösterebiliyorsa…
Başka kentleri bilmiyorum ama, Adana’da bir çok yerde gördüğümüz “kadın muhtar adayları” sevindiriyor beni.
Ustanın dediği gibi;
“bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz…”
Sistemin çağdaşlaşmadan yoksun yasalarına inat;
Kadınlar alanlarda olmalılar…
EKMEKTEKİ OYUNU GÖRMEMEK…
Kapitalizm, oyalama kolu ‘serbest piyasa’, yaşanan çelimsizlik…
Vitrinlerde yazan ‘yüzde elli indirim’ etiketlerini denetleyen hiçbir yer, ya da kuruluş yok mu?
İşyeri ‘yüzde elli indirim’ diye vitrine astığı ürünü, iki katına satacak kadar ‘hakkı’ kendinde nasıl buluyor?
Kim bunlara bu fırsatı, bu ayrıcalığı tanıyor?
Çiftçi üretmek için aylarca arkasına düştüğü, doludan, dondan korumak için çırpındığı ürününü satmak için hangi zorluklar yaşadığını bilmeyen var mı? Üstelik ‘iktidarın’ her hasat dönemine yakın zamanda ‘dışalım’ yaparak, üreticinin ürününün pazarını da etkilediğini düşünürsek…
Kim bu üreticinin önündeki engel, zorluk; kimlere kazansın diye yapılıyor bunlar?
En çok düşündüren bir başka bir konu…
Ekmek belediye satış noktalarında altmış kuruş, marketlerde bir lira, pide fırında bir lira yirmibeş kuruş…
Üçünde de ekmek ikiyüz gram…
Ne olduğunu anlayan, soran, hak arayan, ne olup-bittiğini denetim almak isteyen var mı bilmiyorum!
Sorduğumda ‘serbest piyasa’ dedi.
‘Ürettiğini istediğin gibi satabiliyor musun’ diye sorduğumda da…
‘Bana istedikleri gibi satıyorlar, yetmez mi’ dedi!
Dizelerden okuyalım:
“onlar ümidin düşmanıdır sevgilim
akar suyun
meyve çağında ağacın
serpilip gelişen hayatın düşmanı…”
Ekmekteki oyunu görmeyelim mi?
140319
YORUMLAR