Demokrasi, eski Yunan filozofları Aristo ile Eflatun tarafından da çok eleştirilmişti.
Herkesin ‘yönetimde’, çokluğunca söz sahibi olmasını istemiyorlardı. “Ayak takımının yönetim biçimi” olarak tanımlıyorlardı.
Hıristiyanlığın birkaç yüzyıl öncesinden bu yana “demokrasi” kavramından söz edildiği düşünülürse; ikibin yılı aşkın bir süredir insan yaşamında yer aldığı görülür.
Yüzlerce geçen yıllara karşın, “demokrasiden” başka bir “yönetim biçimi” varlığını koruyamadığı gibi, başka bir “yönetim biçimi” de bu denli kendinden söz ettirememiştir.
Yaşamımızda “bir ülkede yaşayan tüm yurttaşlar; devletin yapısında, işleyişinde, eşit söz sahibi” olduğu biçiminde yer bulmuştur.
Önümüzdeki günlerde yaşanacak olan “yerel seçim” de bunlardan birisi…
***
Demokrasinin gereği, “ülkede yaşayan yurttaşlar” söz sahibi olabilmek için “istedikleri” siyasal partiden aday adayı, ya da aday olabildiler mi?
Adaya adayı olmalarına karşın, “aday” gösterildiler mi?
Aday adayı olmalarına karşın, “partisi” bir başkasını bile olsa aday gösterdi mi?
“İttifak” konusu ne denli “demokratik” bir olgudur?
Partilerin aday adayları arasından, ya da aday olmamışlardan “aday” göstermesinin ölçüsü nedir?
Aday başvurusu olmadan “aday” gösterilmenin “demokrasideki” yeri nedir?
Aristo ile Eflatun’un karşı koyuşu değil sözünü ettiğim; bunca yapılanların “demokrasi” kavramındaki yeri, bulunağı…
Nerede demokrasi, nerede demokrat duruş?
***
Kimler aday olabildi?
Ya da kimler “nasıl” aday gösterildi?
Yineleyerek düşünmek bile “demokrasi” denen sisteme acı vermeli oysa!
Yaşanılan “ülkenin” değil de, “ülkenin” çarklarını ellerinde tutanların “istemlerinin-doyumlarının-geleceklerinin-yaşamlarının” sürekliliğini sağlamak amacıyla sürdürülmek istenen “demokrasi”…
Geçtiğimiz günlerde neler olduğunu salt Adana’da değil, yurdun her yerinde olduğunu duyduk-öğrendik!
Hangi aday adayının; “hangi” adayın istemiyle, “hangi” adayın baskısıyla, “hangi” adayın güç göstererek sonuçlandırdığını gördük!
Hangi aday adayının “siyasal etik” dışında tutularak, “demokrasi” anlayışı yok sayılarak, “siyasal yapıyı” ayakta tutan “ideoloji” rafa kaldırılarak ayıklandığına tanık olduk!
Aristo ile Eflatun’un “ayak takımının” değil de, “üretim çarklarını ellerinde tutanların” demokrasisi denmeli bugün…
***
Tüm yapılan araştırmalar; ne demokrasiyi, ne “bekayı”, ne yolu-köprüyü, ne de boyalı vitrinleri değil de…
Yurttaşın önceliğinin “geçim-alım gücü-iş-aş” olduğunu gösteriyor.
Anımsarsınız, ikibinbir krizinde üç-beş aylık sarsıntı bile yurttaşın eğilimini değiştirmişti.
Krizin bir gün öncesinde “her şey” ne denli güzeldi öyle;
Ecevit ile Bahçeli’nin uyumu herkesi kıskandırıyordu…
Mesut Yılmaz’ın, Özel dönemi alışkanlıklarına(!) karşın uyumu zedeleyecek her şeyden kaçınıyordu…
O toplantıda, o fırlatılan anayasa kitapçığı sonrasında, fırlayan döviz fiyatlarıyla birlikte…
Ne olduğuna hep birden tanık olduk!
Bir gün önce “sevilesi” güzellikleri söylenen ortaklık, artık “tu-kaka” olmuştu!
Yurttaşın sofrasındaki ekmek, işindeki zarar, yaşamındaki saygınsızlığa giden yol hep “iktidarlara” zarar vermiştir!
Şu an yaşananlar, “iktidar” için de aynısını yaşatacak durumda iken…
***
Evet…
Yurttaşın günlük yaşamında karşılaştığı sıkıntılar, bir “ters” anlaşım olmadıkça, “millet ittifakı” her ne denli beklenen umudu veremiyor olsa bile, bunu her ne denli adaylar kendilerine yorumlasalar da;
Yurttaş “istemediğinde” olmuyor,
Yurttaş “göndermek istediğinde” gidiyor,
Yurttaş “varım dediğinde” varlığını ortaya koyuyor,
Yurttaş “demokrasinin varlığını anımsadığında” demokrasinin istediği gerçekleşiyor…
Yaşadıklarını yadsıyamayacağından dolayı;
Bu seçimde “yurttaş” belirleyici olacak…
110319
YORUMLAR