İlk günün ardından gerek SGDD Genel Koordinatörü İbrahim Vurgun Kavlak’ın, gerek Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mehmet Akarca’nın, gerekse AB Türkiye Delegasyonu Emma Clua Vandelios’un konuşmalarının bir ‘buluşmadan^daha çok, bir ‘medyaya ayar’ gibiydi…
Dört milyona yakın sığınmacıyı barındırdığımız, Suriye’den kaçanlardan yüzde altmışbeşine korumalık yaptığımız, örnek ülke oluşumuz, haber malzemesini medyanın bilmeyişi, iyi haber yapamayışı, basının yanlış bilgi aktarması, basının işi zorlaştırması,
Konuşmalarımızda, yazışmalarımızda kimi zaman ‘sığınmacı’, kimi ‘zaman mülteci’ olarak tanımladığımız, ancak onların bile içlerinde ‘ayrıştığı’ üzerinde durulması ‘yanlış’ düzeltilmesi bakımından yararlı olmasına karşın, ‘Suriyeliler mültecidir’ söylemi içerisinde SGDD ile diğer konuşmacıların ‘tek kalıp’ olması düşündürdü beni…
Yabancı-Uluslar arası Koruma Kanunu Madde 61, ‘mülteciyi’ şöyle tanımlıyor:
Avrupa ülkelerinde meydana gelen olaylar nedeniyle; ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancıya veya bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen vatansız kişiye statü belirleme işlemleri sonrasında mülteci statüsü verilir…
Nedense ‘sığınmacı’ konusunda çerçeve oldukça dar tutuluyor; başka bir ülkeye ya da yere sığınmış, bir ülkeye ‘iltica etmeden’ önce belirli süre kalan kişi… Bir başka yerde de ‘ülkesini baskı, zulüm nedeniyle terk ederek, bir başka ülkeye korunmak amacıyla giden kişi…
Buradaki tanımdan şunu çıkarıyorum: bir ülke yurttaşının genelde ‘kendi özgür istencine’ bağlı olarak ülkesinden ayrılarak, bir başka ülkenin yurttaşı olmayı istemesi ‘sığınmacı’ olarak gösterilirken; ülkesinde yaşananlardan dolayı içerisinde tehdit, korku, zulüm, ayrı siyasi görüş, ırk ayrımı gibi birçok konuyu barındıran, ülkesinde yaşamını sürdürmesinin olanaksızlığı nedeniyle ‘yurtsuz’ olduğundan ‘mülteci’ sayılıyor!
Yasa maddesi her ne denli ‘Avrupa ülkelerinde oluşan olaylar nedeniyle’ diye başlamış olsa da bizdeki sığınmacıların ‘Avrupa ile’ ilişkileri bulunmaktan çok, Avrupa’ya ‘geçiş’ yapmak için denizlerde, okyanus ortalarında botla yaşamda kalma uğraşısı vermiş olsa da, bizdeki bu benimsemeyi, ‘bizde kalsın’ çabasını, Avrupa’da oluşturulmuş fonların bizde allanıp-ballanmasını anlamaya çalışıyorum ister-istemez…
Sığınmacı sayılırlarsa ‘gidecekleri’, mülteci görülürlerse ‘kalıcı’ olacaklarını düşünüyorum! Konuşmacıların ‘ille de’ söylemini ‘mülteci’ üzerinde yoğunlaştırmasından da bunu anlıyorum. AB Türkiye Delegasyonu Emma Clua Vandelios’un ‘basın doğru bilgi aktarmayınca, bu kişilere destek olmak, bunların değer görmeleri zorlaşıyor. Ülkelerine dönme konusunda, gençlerinin burada kalacaklarını düşünüyorum’ demesi de sanki bu ‘mülteci-sığınmacı’ ayrımının içerisinde gibi…
Elimde SGDD’nin derlediği ‘Rakamlarla Türkiye’deki Mülteci Krizi’ çalışma var… Parlak karton üzerine basılmış dört yapraklı sekiz sayfalık, Türkiye’ye ülkelerindeki karmaşa nedeniyle kaçmış çocuk, yaşlı, genç Suriyeliler üzerine yapılan bir çalışma…
İlk sayfayı çevirdiğinizde ‘Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin yıllara göre dağılımı’ başlığı göze çarpıyor. 2011 yılında sayı yalnız 352 iken, ilerleyen yıllarda 14.237, 224.655, 1.519.286, 2.503ç549, 2.834.441, 3.426.786, 2018 yılında da sayı 3.559.262
Hemen altta ‘Geçici koruma kapsamındaki Suriyeli mültecilerin yıllara göre dağılımı’ başlığını taşıyan grafik, yukarıda verilen rakamları veriyor yeniden. Burada dikkat çeken yukarıda salt ‘mülteciler’ sözcüğü kullanılırken, burada ‘geçici koruma kapsamındaki Suriyeli göçmenler’ denilmesi yeğleniyor. Bunu anımsatmamın nedeni, buluşma boyunca konuşmacıların özellikle ‘mülteci’ sözcüğü üzerinde yoğunlaşmış olmaları…
Avrupa Birliğinin desteğiyle SGDD-ASAM’ın düzenlediği oturumda ‘İltica edilen ülkelere göre söz konusu kişi sayısı toplamı’ başlığını görmeniz ne anlama gelir acaba? Suriye’den göz edenlerin sayısı beş milyon dolayında… Bunun birbuçuk milyonu Lübnan, Ürdün, Irak, Mısır, Kuzey Afrika ülkelerinde bulunurken, ülkemiz iki katından çoğunu topraklarımızda tutuyor. Ya Avrupa ülkeleri, ya bu buluşmaları düzenlemek için başka ülkelerdeki işbirlikçilerinin içinde bulunduğu rahatlık, ya bu işbirlikçilerin AB’nin desteklerini dile getirmek için yarışması… En önemlisi ya ‘bizim’ insanımız, ya bizim insanımızın ekonomik, düşünsel, sosyal gibi birçok konularda çözülemeyen sorunları…
Geç mi; evet, geç! Biliyor musunuz, ülkemizde bulunan Suriyelilerin yüzde ellidördü erkek, kırkaltısı kadınmış. Yine 3.559.262 Suriyelinin, 1.6 milyonu onsekiz yaş altı ile onsekiz yaşında olanlar, ayrıca 2011’den bu yana üçyüzonbirbin Suriyeli bebek dünyaya gelmiş. Bir İzlanda’nın, bir Malta’nın nüfusuna yakın bir sayı.
Ülkemizde yaklaşık bir milyon okul çağı gelmiş çocuk, yirmibinden fazla da üniversitede eğitim gören Suriyeli genç olduğu belirlenmiş. Ülkemizin genç kuşaklarının en çok dile getirdiği ‘Suriyeli öğrencilerin bazı üniversitelere sınavsız girme olanakları’ işin konuşulmayan yanı…
2017 Küresel İnsani Yardım Raporu’na göre; dünyanın en cömert ülkesi durumundaymışız!
Ülkemizdeki nüfusun yirmi kişiden biri ‘mülteci’ imiş…
Ülkesinde kalmayı, ülkesinde savaşmayı, ülkesinde var ya da yok olmayı, gençliğini-gücünü yadsıyanların da içinde bulunduğu ülkemizin yüzde beşi ‘mülteci’; sözümona ülkemizi ‘yurt’ saymalı, sözümona aramıza karışmalı, sözümona yurttaşımızdan çok önemsenmeli, suçlulukları örtülmeli…
Ya başka? Kan bağı bozumunu bir yana atalım mı?
Sürecek…
YORUMLAR