Dün akşam haberlerde izledim.
Hani yaz sıcağına kafası bozulan Adanalının güneşe kurşun yağdırması var ya…
Ona benzer bir şey…
Büyükşehir belediyesi at arabalarının araç yoluna çıkmasını yasaklayınca, Adanalı da sulama kanalını kullanmıştı…
İki kişi, atlamışlar at arabasına, araba boyu su olan kanalda, ayakta yolculuk ediyorlar…
Gelip-geçenlerin bakışları, laf atışları, bir amatör kameranın çekişi umurlarında bile değil!
Buraya dek gördüklerim ilginçti de, ya bundan sonrası…
Büyükşehir belediyesinin resmi twitter hesabında yer alan ileti daha da ilginç:
‘Aylar öncesinden başkanımız Hüseyin Sözlü bir ilke imza atarak at arabalarını yasaklamıştı. Fakat bunun sadece karayolunda yasak olduğunu zanneden Adanalılar var, onlara sesleniyoruz; kanalda da yasak!’
Haberi gördükten bir saat sonra internete gidim, ‘Adana’da kanalda at arabası’ haberini duymayan, yazmayan kalmamış. Günlerdir hazırlığı yapılan; karnaval mı, etkinlik mi, şenlik mi ne olduğu konusuna açıklık getirilmeyen hareketlilik için onlarca yapılan harcama, onlarca harcanan emeğin izleyenini zorlamış!
‘Adana’da kanalda at arabası’ haberi; hepsi bir dakika…
***
Neyi önemsiyorum biliyor musunuz?
Bir gün, bir yerde, bir lokantaya oturursunuz…
O lokantada yediğiniz yemek o denli bir iz bırakmıştır ki ağzınızda; günlerce anlatırsınız, o da yetmez, bir fırsatını bulduğunuzda gitmek istersiniz.
Bu salt yemek konusu değil elbet…
Ahmet Arif’in tek yapıtı olan ‘hasretinden prangalar eskittim’i kaç kez okudum bilmiyorum, yeniden okumak isterim.
Kaç kez televizyon ekranlarında izlendiği unutulan Kemal Sunal filmlerini de aynı biçimde düşünebiliriz. Üstelik bu ‘tadın’ bir yaş sınırı, ya da köy-kent benzeri ikilemi de yok!
İşte Adana’da ‘yapılıyor’ denilen etkinliklerin, etkinliğin bitiminde bıraktığı ‘tadı, izi’ arıyorum…
Bugün, geçen hafta, daha önceki hafta yapılanların değil salt; geçen yıl, daha önceki yıl yapılanların tadını…
***
Adana’da belediyelerin düzenledikleri çeşitli etkinlikler var…
Bölgemiz yazarları Yaşar Kemal, Orhan Kemal adlarına yapılan etkinlikler…
Günler öncesinden duyuruları gelir posta adreslerimize…
Dışarıdan gelecek katılımcılar ‘altı çizilerek’ belirtilir…
İşin içerisinde yazın dünyası var ya, yazın dünyası da ‘üretim’ yerleridir bir yönden ya…
Sanatın yazın dünyasından esecek ‘izler’ bekleriz…
Ne olur biliyor musunuz?
Yerel yönetimlerin çokça dışarıdan gelenleri ‘ağırlama’ sahnelerine tanık oluruz günün bitme saatlerinde, Adana sanatçılarına verdikleri mavi branda çadırlarında bir başına olduklarını görürüz bu arada, ünlü konuklardan birinin kitaplarının dağıtıldığını da duyarız belediyece, gün boyunca Adanalı sanatçıların okurla buluşup-buluşmadıkları sorulmaz!
Sonra…
Güçlü sponsorlarla birlikte belediyelerin de katkılarıyla; bölgemizin ‘değeri’ olmasına karşın, yöremiz üreticisini çoğu yıllar katma değer oluşturulamayışından dolayı sevindiremeyen narenciye, ‘portakal çiçeği karnavalı’ ile Adanalıyı sevindirecek öyle mi?
Karnavala koşanlar oradaki ‘tadı’ almak için mi koşuyor?
Karnavala koşanlar orada bir ‘coşku’ yaşamak için koşuyor?
Orada çok yüzler gördüm;
Asıktılar, tedirgindiler; orada harcanan emeğe, yapılan masrafa, ayrılan zamana kafa sallayan o denli çokları vardı ki…
Yiyenler, doyanlar, kazananlar yine aynı kişilerdi.
Gün ortasında, gün sonlarında ‘ağırlananlar’ aynı kişilerdi…
Etkinliklerde, şenliklerde, toplantılarda, gezilerde hep omuz omuza, hep yan yana, hep el ele olanların hem konuştuğu, hem buluştuğu, hem birlikte sevindikleri günler bunlar…
***
Şunu düşünüyorum:
Birkaç gündür süren portakal çiçeği karnavalının, iki gün sonra kaç kişi sözünü edecek acaba?
İstanbul’dan arayan bir dost ‘kanaldaki at arabasını’ sordu bana. Karnavaldan söz ettim. Duyduğunu söyledi, ancak at arabası kadar ilgisini çekmediğini belirtti.
Bunu enine-boyuna düşünmeyelim; bıraktığı izi önemseyelim…
010418
YORUMLAR