(…)
Uykudan uyanalım hadi.
Tozpembeli, karabasanlı, kırkaltı kez başrol oyuncusu olduğumuz ‘arkası yarın akşam’ dizilerinden uyanalım…
Gözkapaklarımızım, yumulmaktan silikon yuvarlacıklarından kurtulması için gözlerimizi açalım hadi…
* * *
Gecenin karanlığı, gündüzün aydınlığına bırakmasıyla birlikte; yaşam duruyor ya kapımızda soytarı soytarı…
Şımarık çocuklar gibi sırıtarak, geveze mi geveze…
Ya da pusuda bekliyorcasına apansız namluyu dayıyor alnımıza…
Nükleer enerjiyi konuşuyoruz…
Yaklaşan seçimin, yine ‘halk istencine’ bulanmadığını konuşuyoruz…
Komşularımızın kan bürünmüş ağıtlarını konuşuyoruz…
Ama suskunuz!
* * *
Bu bizim gerçeğimiz.
Yaşadığımız, terimiz, gülüşümüz, geçimsizliğimiz.
Küslüğümüz, barışıklığımız, yetinmesizliğimiz, açlıklarımız…
Bir bir anlatmaktan da utanıyorum bunları artık!
Bak bunu yaşıyoruz, bak bunu çekiyoruz, bak böyle soyuluyoruz, bak böyle aldatılıyoruz, bak bunlarla delirtiliyoruz, bak bunlarla… demekten. Utanıyorum.
* * *
Yaşadığım hiçbir şeyi ‘yok’ saymadım ki.
‘Yok denilmelerime’ dellendim.
‘Olmaz denilmelerime’ kırıldım.
‘Alıp verilmemelerime’ boğuldum… Yadsıyamıyorum.
‘Uykudan uyanmalıyız’ diye, delirmiş gibi yineledikçe, sağır olmuş kalabalığa, duyma duyarlılığı göstermeyişi nedeniyle kırıldım…
* * *
Konuşulanları duyamıyor muyuz?
Olanları göremiyor muyuz?
Duymamak, görmemek mi bizi rahatlatan, yaşıyor kılan?
Baş ellerde, yaşamla boğuşmaktan parmak izleri elmacık kemiğine giymiş olmaktan ne denli rahatlık, ne denli mut dolabiliriz ki? Olanlara, yaşananlara ne denli ‘kayıtsız’ kalabilir, iç parçalayan olaylar karşısında utku kazanmışçasına nasıl gülücükler sunabiliriz ki?
Uyku ‘mahmurluğu’ parçalıyor, uyuya kalmışlık ‘parçalıyor’ bir yerlerimizi, bizi bir şeylerden adım adım ıraklaştırıyor, düşünebilmeden öteliyor.
* * *
Siyah-beyaz filmlerdeki gibi olmuyor yaşam.
Uyuya kalmışlık yoksullukla örtüşüyor, olanları algılamayış yalnızlığa iteliyor, bilmeyiş yaşamla iletişimi bitiriyor.
Gerçeğimiz, korkusuzca yüzümüze vurulunca kırılıyoruz.
Bir ağıtın bize yaklaşmakta olduğunu görmüyoruz!
Bizi yönetmek için ‘gönüllü’ seçilenler ne denli kırılgan oldular görüyoruz.
Yaşananlar yüzlerine vuruldukça nasıl kırılganlıklarıyla bizleri kırıyorlar (aslında anlamıyorlar, anlayamıyorlar, anlamak istemiyorlar da) böyle, öyle?
Bir tutup dövmedikleri kalıyor uluorta alanlarda, bir kırbaçlamadıkları kalıyor geriye…
Hadi uyanalım uykudan artık.
Uyanış yaşamı biliştir çünkü.
Biliş, nükleersiz gülebiliştir…
YORUMLAR