Gündemdeki konuların dışına çıkmak için çabalıyorum; terör, referandum, işsizlik, polemikler, kısır çekişmeler, siyasilerin kirlenmiş ilişkileri, yalan, talan, uyutmalar… Öyle canımı sıkmaya başladı ki.
Sokaklarda başı-boş gezinen köpekleri konuşmaya karar verdik arkadaşlarla…
İnsanların arasında, ‘tıpış tıpış’ patileriyle; bir de kulakları küpeli…
Her yerdeler; ne hoş?
Köpek, deyince; birkaç yıl önce Kozan’da, düştüğüm bir nottan yola çıkarak yazacaklarım var…
Biraz ilginç, bir o denli de düşündürücü…
***
Düştüğüm not:
Prof. Dr. Orhan Çeker ‘ne cins olursa olsun ev içinde köpek beslenmemeli. Köpek beslenen eve Cebrail de dahil hiçbir melek girmez. Meleğin girmediği eve şeytan girer’ demişti.
Prof. Dr. Zekeriya Beyaz da ‘ köpek olan eve Cebrail girmezmiş. Azrail girmezmiş. Eve giren çıkandan sana ne? Bunlar saptırmaca yorumlar. Cebrail, peygamberlere vahiy getiren bir melek, bizim evde ne işi var? Gelirse de bizden izinsiz niye giriyor içeri?’ diyerek yanıtlamış.
Bunun üzerine Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan yanıt gecikmemişti; şöyle: Hadis kaynaklarında peygamberimizin böyle bir ifadesi olduğu söylenir. Ancak bundan neyi kastettiği belli değil. İslamiyet’te köpeğin evin içinde bulundurulmasında sakınca yok. Köpek beslenen eve meleklerin giremeyeceği yönünde bir hüküm ise çok yanlış… Köpekler de yeryüzünde Allah’ın yarattığı güzel varlıklardandır. Kimse Allah adına böyle bir hüküm verme yetkisine sahip değildir…
***
Yukarıda, din bilginlerinden aldığım tümceler yormuştu beni. Evde beslenen; avluda ya da içeride, buna ‘razı’ olundukça ‘günahını-sevabını’ ele alarak, biraz da ‘baskı’ kurarak…
O yıllarda, bahçeli evimizde beslediğimiz köpeğin bir ‘davranışı’ nedeniyle yaşadıklarımızı anlatmasam olmaz; anlatayım…
Evimize değişik zamanlarda iki kez hırsız girmişti. Özellikle ikincisinde, evde yaşanan karmaşayı şu an bile anımsadığında vücudum diken diken oldu inanın. Evden ayrılmamızla dönmemiz arasında geçen bir buçuk-iki saat içerisinde, bir ev ancak bu denli alt-üst edilebilir diye düşünüyorum.
Oturma odasından solana, mutfaktan yatak odasına, çocuk odasından hole her yer elden geçirilmişti. Koltuklar ters döndürülmüş, yatak dolabı yere indirilmiş, kitaplar dağıtılmıştı. Eşim, çocuklarımız Cemre, Emre daha önce böyle bir olayla karşılaşmadıklarından dolayı şaşkındılar, üstelik günlerce ev içerisinde bile yalnız kalmaktan çekindiler, korku doluydular!
Bazı tanıdıklar, evin bahçesinde neden köpek beslemediğimi, sormuşlardı o zaman.
Hiç düşünmemiştim aslında. Ama neden olmasın ki, dedim…
Bir dostun salık vermesi sonucunda ‘karma’, uzun tüylü, küçük yapılı sevimli bir köpeği beslemeye başlamıştık. Gündüzleri bağlayıp akşamları serbest bırakıyorduk. Evde olduğum pazar günleri de serbest dolaşmasını sağlıyordum…
Adına ‘Fifliz’ dediğimiz sevimli köpek, kısa sürede bize alışmıştı. Bizimle yürüyüşe çıkıyor. Kimi zaman bazı hünerlerini de göstermekten uzak durmuyordu. Açlığını, çeşitli gereksinmelerini sağlamasını kolaylaştırdıktan en iyi dosttu. Yoldan geçen birinin ters bakması, bahçe kapısını yabancı birinin açmaya zorlanması gibi durumlarda yerinde durdurulamıyordu; minicik olmasına karşın caydırıcılığını yadsımak yalan olurdu.
Fifliz’in, bir gün alışık olmadığım ulumasına tanık olmuştum. Özellikle ‘ezan’ okunurken daha içten, daha garip bir ses çıkarıyordu; alışılmadık biçimde uluyordu… Camiye giden yaşlı bir adamın ‘sus mendebur’ diye azarlamasıyla tedirgin olmuştum. Mutlaka ‘camiye gidenin’ bir bildiği vardır, ya da kendine anlatılan bir şeyler vardır ki ‘mendebur’ sözünü kullanmıştı!
Böyle bir durum; sözüm ona hayvanların uluması, anırması, kişnemesi aslında yabancımız değil ama; yine de tedirgin oldum!
‘Kutsanacak’ ya da lanetlenecek bir durum olabileceğini de o zamana dek hiç düşünmemiştim. Çünkü, çocukluğumda gittiğimiz yaylalarda da kimi inekler, eşekler de kendilerine özgü sesler çıkarırlardı. O köy, o yayla yerinde hiçbir kimsenin ‘sus mendebur’ dediğini anımsamıyorum…
O günlerde, Kozan Müftülüğü’nü telefonla arayarak sordum.
Yetkili, ‘eğer evin içerisinde besliyorsan haram, evi koruması içinse bir sakınca yok’ demişti.
Aldığım yanıt, sorumun karşılığı olmayınca sorumu yinelemiştim:
‘Evimizin bahçesinde beslediğim köpek ezan okunurken uluyor. Bu uluma köpeğin lanetlenmesini mi gerektiriyor yoksa kutsanmasını mı? Yoksa takıntı yapmamıza gerek yok mu? Bunu soruyorum.’
Yetkili yukarıdaki yanıtını yinelemişti.
Yetkiliye ‘sorumun yanıtını neden vermiyorsunuz?’ deyip, telefonu kapatmıştım.
Kozan’ın müftüsü ‘açıklama’ yapmamakla birlikte, daha sonra sorduğum biri ‘mitolojik’ bir olay anlatmış, ‘lanetlenecek’ bir durum olmadığını belirtmişti…
***
Gündemdeki konulardan biraz uzak ama;
Bu sokak köpeklerinin daha ‘iyi’ koşullarda, bazılarına korku vermeden yaşatılacak ‘bakım yerleri’ olduğunu biliyorum. Buralardan ‘köpek severlerin’ evlerinde beslemek için edindiklerini, daha sonra da sokağa bıraktıklarını da biliyorum…
‘Bakım yerleri’ köpekler için daha uygun; kendi cinsleriyle, aynı kaptan yiyerek, birbirlerini anlayarak, en önemlisi tüm bakımları zamanında yapılarak bir yaşam sunuluyor orada. Oradan koparılan köpekler, kentin çeşitli yerlerinde ilgisiz, barınaksız, çoğu zaman aç-susuz kaldıkça ‘saldırganlıkları’ kaçınılmaz!
Bugün bir akademisyen, bir prof-dr çıkıp, canlı yaşamından uzak bir tümce söylerse hiç şaşmayacağım; gün ‘bize okumuşların hep zararı olmuştur’ diyenlerin günü!
Unutmayalım…
280217
YORUMLAR