Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Oktay Erol

Canlı ile beslenme arasındaki uzaklık; emek…

 

Canlının yaşamını sürdürebilmesi için öncelikli gereksinim beslenmedir. Canlı, beslenmesini sağlayabilmek için; ‘onun’ var olabileceği kaynakların açık olması gerekir! Sistem, kaynaklara ulaşımı ne denli kolaylaştırırsa o ülkenin ‘yaşayanları’ sistemlerinden hoşnut olur, ‘ulaşmak’ zorlandıkça ülke yaşanmaz durum alır!

İşsizlik oranları, ülkenin doğal kazanımları olmasına karşın ‘bir türlü’ düşüş göstermeyip yükselmesini sürdürüyorsa, ‘kurguda’ yanlış var denebilir! Bir boşluk, bir aldırmazlık, bir doyumsuzluktan ‘yarar’ sağlayan bir katmanın olduğundan söz edilebilir!

Alanlarda bolca söylenen ‘varsıllık’, ‘büyüklük’, ‘boyum eğmezlik’, ‘sona geldikcilik’, ‘heytcilik’, ‘güçlüyüzcülük’ gibi yaşamla-yaşananla hiç de bir arada olmayacak sözcükler gerçekle yüzleşme söz konusu olduğunda ‘kolayca’ unutulmaktaysa ‘kaygılar’ akıl almaz biçimde yolundan çıkar!

Beslenme,

Doğal kazanım,

Söylem,

İşsizlik, ‘sorun’ sayılma kategorisinde yer almaktan uzak tutulamaz!

***

Canlı, dedik…

Düşünebileni, doğayı yaşamına uyarlayabileni, teknolojiye soluk getireni, kullanabileceğinden daha çoğuna sahip olmak isteyeni, yanındaki açlıktan kıvranırken çöp kutularına yiyecek doldurabileni, silah yapabileni, bir yetmez binbir isterim diyebileni…

Uzatmayalım; kısaca ‘insan’ diyelim!

İnsanın beslenmesini sağlamadan yaşamını sürdürmesi olanaksız! İnsanın beslenmesinin önünde duran ne varsa; ‘onun’ açlığa, doyumsuzluğa, mutsuzluğa, erinçsizliğe gidişinin önünü açar! İktidarlar, ‘engelleri’ aştırmak, yolu kolaylaştırmak için varlar. İnsan beslemedikçe, beslenip doymadıkça yaşadığı kara parçasının üzerindeki ‘yaranın’ büyümesi engellenemez! Ülkenin doyumlu ‘azınlığının’ bayraklaştırlması, doyumsuz ‘çokluğun’ yanında boğulmak zorunda kalır!

***

Ülkemiz…

Dünyanın yadsıyamadığı varsıllıklar yönünden kimlerin gözkapak ağrısı olmuyor ki? Üç yanı denizlerle çevrili, toprağına ‘umut’ eksen yeşertecek cömertliği, ikliminin kıskanıldığı gerçeğini bilmeyen yok!

Burada tarımın, hayvancılığın doruğa çıkmasının önünde nasıl bir engel olabilir? Yapılabilecek tüm matematiksel araştırmalar ‘ülkemizde’ beslenmeye giden yolların tıkalı olmasını anlamlaştıramazken; sorun sistemin gediklerine yerleşmiş, yerleşirken de ‘çözümsüzlük’ yollarını fosilleştirmiş, azınlığın boy sürmesini sağlamış…

Üniversitelerden mezun binlerce genç bıraksalar ‘çiçek’ bahçesine dönüştürecekler ülkeyi. Toprağını işleyecek, madenine kullanılabilir ‘metaya’ dönüştürecek, suyunu yaşam damarına sürecek, doğasını koruyacak, beslenmesinin önündeki dağları yıkacak!

Fırsat verilebilse…

***

Hep düşünürüm, ardından da soruyu bulurum:

Yarımyüzyılı aşkın yaşamım boyunca, çocukluk yıllarımdan bu yana ‘içinde’ bulunduğum politikanın; sorun çözmek yerine, yurttaşın yaşamını kolaylaştırmak yerine, işsizliğe çözüm bulmak yerine, eğitim sorunlarını çözmek yerine, ‘toprak işlenmeli, su kullanılmalı’ yerine, üretimin artması yerine, paylaşımın ulusallaşması yerine, özgürleşme yerine, doyma yerine… tüm bunlar değil de ‘neden’ tersiyle karşı karşıyayız?

Politikacı neden var, neden boş ‘vaatler’ uçuşur da, neden biri çıkıp ‘yeter’ demez?

Her seçim öncesinde kitaplar dolusu söylevlerini duyduğumuz politikacılar, seçim sonları neden bir başkası olup çıkarlar? Oy almak için her tür ‘şaklabanlığı’ yapmaktan kaçınmayıp, seçim sonları neden ulaşılmaz, anlaşılmaz, bilinmez olurlar? Yurttaşın ‘temsilcisi’ değil de, neden yurttaşa tepeden bakan oluverirler? Neden toplumsal doyumun değil de, birkaç katmanın doyumunda başarılı olmak için uğraş verirler? Neden?

***

Birkaç gün önce ‘işsizlik’ rakamları açıklandı…

Açıklanan rakamları incelerken, yukarıda sıraladığım soruları bir daha, bir daha, bir de yeniden yineleme gereği duydum! Hani ülkemiz büyük, hani ülkemiz varsıl, hani ülkemiz doyumlu, hani ülkemiz yaşanılır bir yaşam kara parçasıydı; düşünmekten kendimi alamadım!

Büyüyen işsizlik rakamları ‘çok şeyin’ yanlış olduğunun kanıtı değil mi? Böylesine ‘şol’ olmuş bir ülkenin genç nüfusunun işsizlikle kavga içinde olmasının başka bir tanımı var mı?

Toplumun bir katmanı ‘nereden’ geldiği, ‘nasıl’ sağlandığı belirsiz ekonomik rahatlık içinde yüzerken, yine toplumun büyük çoğunluğu ‘evine’ ekmek götürebilmek için çırpınışı; yokluğa, işsizliğe, evsizliğe, mülksüzlüğe, yalnızlığa, bıkkınlığa, erinçsizliğe, gönençsizliğe, umutsuzluğa, doyumsuzluğa ‘bırakılışına’ izleyici olan sistem-iktidar ikilisi sorgulanmak zorunda değil mi?

***

Türkiye İstatistik Kurumu 2016 Kasım ayı ‘işgücü istatistikleri’ni açıklarken, geçen yılın aynı dönemine göre beşyüzdoksanbin artarak işsiz sayısının 3 milyon 715 bin kişi olduğunu söylüyor. Ayrıca genç nüfusta (15-24 yaş) işsizlik oranı 3,5 puanlık artış ile yüzde 22,6 olurken,15-64 yaş grubunda bu oran 1,6 puanlık artış ile yüzde 12,3 olarak gerçekleşiyor.

Canlı beslenmek zorunda…

Besleneceği ürüne ulaşmak zorunda…

Canlı ile beslenme arasındaki uzaklık; emek…

Canlı ‘emek’ harcayarak ‘beslenmesini’ sağlamak, insan gibi yaşamak isterken; önüne ‘diken’ serpenler, yolları hendekleyip geçilmezleştirenler, ‘insanı işsizleştirenler’, ateşten bariyer dökenler, tüm güzellikleri ulaşılmazlaştıranlar düşünmeli…

160217

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Reklamı Geç