Ahsen Eroğlu genç kuşağın en çok konuşulan oyuncularından. “Kendimi bildim bileli oyunculuk yapmak istiyordum” diye anlatıyor. Çocukluğundan beri resim yapıyor, üniversitede spor okumuş, sonra oyunculuk eğitimleri… Menajerimi Ara dizisindeki Dicle karakteriyle yıldızı iyice parladı. “Pandemiden insanlık olarak ne kadar kırılgan olduğumuzu öğrendim, iklim konularına daha çok kafa yormaya başladım, et yemeyi bıraktım. Bütün çöplerimi kağıt, plastik ve evsel atıklar olarak ayırmaya çalışıyorum. Ambalaj kullanımımı mümkün olduğunca azalttım” diyor. Karantina döneminde bol bol çizim yaptığını anlatan Eroğlu ile konuştuk.
“Bir güçlü kadın kültürümüz var, zaman geçtikçe de güçleniyor. Kadın senaristlerimiz özgürleşiyor, toplum güçlü kadın rollerini gittikçe daha çok seviyor. Erkekler kahraman olmaktan çıkıyor.
Tuttuğunu koparmak, işinde başarılı olmak köpekbalığı olmayı gerektirmiyor. Kendi adıma Ahsen olmaya devam ederek nasıl var olabilirim, ona bakıyorum. Olmadığım bir role bürünmemek için direniyorum” diyor.
İlk aklıma gelen ne kadar şanslı olduğumuzu fark etmek… Tüm insanlar için bunu söyleyebilirim, bir virüsün herkesi bu kadar hapsetmesi nasıl hayatlar yaşarsak yaşayalım özgürlüğümüzün kıymetini bilmemi hatırlattı bana. İnsanlık olarak ne kadar kırılgan olduğumuzu ve eğer gerçekten doğaya saygılı ve entegre bir yaşam anlayışına geçmezsek gelecek planlarının hiçbir önemi olmadığını öğrendim. Bu nedenle de zaten hassas olduğum iklim, çevre ve hayvan hakları konularında daha çok kafa yormaya başladım. Balkanların yeme kültürüne sahip bir aileden gelen biri olarak et yemeyi bıraktım, bütün çöplerimi kağıt, plastik ve evsel atıklar olarak ayırmaya çalışıyorum. Ambalaj kullanımımı mümkün olduğunca azaltmayı öğrendim.
Tüm olumlu düşüncelerle bir işe başlayan herkesin başına geliyor maalesef bu ülkemizde. Kollarınızı kocaman açıyorsunuz ancak tecrübesizliğiniz sizi savunmasız kılıyor ve mutlaka bunun kokusuna üşüşenler oluyor. Çok sert belki bu tabir ancak gerçekten de öyle. Çok iyi insanlarla çalıştım, çok değerli ekip arkadaşlarım oldu ancak çok nadiren de olsa kötü niyetini hissettiğim insanlar üzülerek söylüyorum ki oldu. Ancak zamanla psikolojik şiddete başvuranların önce kendilerine hiç saygıları olmadığını ve bir şekilde kendileriyle olan problemleri size yansıttıklarını anlıyorsunuz. Enerjinizden, başarınızdan rahatsız oluyorlar ve sizi aşağı çekmek için konumlarına güvenerek her şeyi yapabileceklerini düşünüyorlar. Buna o zaman da izin vermedim, şimdi de vermiyorum. Bu taviz verilemeyecek kadar insani bir konu. Çok kısa düşüş anlarım olsa da bunu hemen kafamda çözdüm ve kendime olan saygımın zedelenmesine izin vermedim.
Adı konulmamış olsa bile sektörümüzde böyle bir farkındalık ve dayanışma uzun zamandır var. Başarının mutsuzluk getirmediğini fark etmeye başladık ve gözlemlediğim ve çok mutlu olduğum kadarıyla hem kadınların hem de erkeklerin artık psikolojik şiddeti tanıyabildiklerini ve bununla gayet muhalif bir biçimde savaştıklarını hatta çoğu zaman yendiklerini görüyorum.
Ülkemiz içinde bulunduğu sıkıntılı zamanlara göre bile bence dünyadan yine de önde bu anlamda. Bir güçlü kadın kültürümüz var bu zaman geçtikçe güçleniyor. Kadın senaristlerimiz biraz daha özgürleşiyor, toplum güçlü kadın rollerini gittikçe daha çok seviyor. Erkekler kahraman olmaktan çıkıyor. Ama özellikle dünyada ana akım sinemayı yöneten Amerikan ekolüne baktığımızda hâlâ en çok gişe yapan işlerin 100 yıl öncekiyle aynı hikâye yapısına sahip olduğunu görüyorum. Durum böyleyken ülkemizdeki kadın rollerin dönüştürülme çabası daha da değerli geliyor. Yeni okuduğum senaryoların çoğunda bu değişimi hissedebiliyorum. Çok akıllı, çabuk farkına varan ve hemen öğrenen kalemlerimiz var hem kadın hem erkek. Alışılmışın dışına çıkmaktan korkmayan ve kadınları yazarken tereddüt etmeyen senaristlerimiz arttıkça, bu kadınları oynarken heyecanlanan benim gibi oyuncuların sayısı yükseldikçe gerçekten iyi bir şeylerin olduğuna ikna oluyorum. Uçan Süpürge ödülü için de çok teşekkür ederim. Benim için çok ayrı bir değeri var, oyunculuğumuzun tarihinde mihenk taşı olmuş ustalarımla birlikte ödüle layık görülmek hayallerimin ötesinde bir şey. Umuyorum ki gelecekte bu meşaleyi mesleğimle birlikte taşıyabilirim. Kadın olmak ve güçlü olmakta bir ayrım hiçbir zaman görmedim, görmüyorum.
Dünya genelinde böyle bir algı var ama ne güzel ki yavaş yavaş da olsa bu kırılmaya başlıyor. Eşitliği sağlamak için duyarlı profesyonellerin süreci hızlandırmadaki çabalarını görüyorum ve çok mutlu oluyorum. Burada yıldız veya kadın erkek olmaktan çok daha öne gelmesi gereken bir kriter var: Çalışmak. En çok kim çalışıyorsa, en çok da o kazanmalı. Kamera arkasında çalışan arkadaşlarımızın bu anlamda sendikalaşması ve bir eşitlik sağlanması harika bir şey. Kamera önündeki bizler için de şeffaflık ve dürüstlük ön plana çıkmalı sonuçta kimse kimsenin kazandığıyla ilgili bir itirazda bulunamaz, ancak kendi hakkımızı arayabiliriz.
Hâlâ bu konuları konuşuyor olmak bile çok canımı yakıyor. Her haberde, her olayda çok öfkeleniyor ve elimden geldiğince duyurmaya, engellemeye çalışıyorum. Neler hissettiğimden çok bununla ilgili ne yapabilirim ile ilgiliyim. Yakın zamanda Kız Başına platformuyla kız çocuklarını spora yönlendirmekle ilgili bir projede beraber çalıştık. Erkek şiddetini engellemenin en temel yolu kadınlarımızı eğitmekten geçiyor. Kendini ezdirmeyen, hayatta başka seçenekler yaratabilen ve bir erkeğin hiçbir şiddetine maruz kalmak zorunda olmadığını bilen bir kadının karşısında kimse duramaz. Bir vatandaş olarak, yetkililerin caydırıcı kararlar almada daha cesur davranmasını talep ediyorum. Biz sivil toplum olarak savaşırken, adalette açılan yarıklar çabalarımızı çoğu zaman çok geriye düşürebiliyor. Bunun ideolojiyle, siyasetle hiçbir ilgisi olmadığını ve temel insan haklarıyla ilgili olduğunu herkesin fark etmesi gerekiyor. Bas bas bağırmak istiyorum, hiç kimsenin hiç kimseye vurmaya, sövmeye hele ki öldürmeye hiçbir şekilde hakkı olmaz, olamaz!
Dicle biraz vatoz gibi sessiz ve derinden ilerliyor ve sadece canını yakarlarsa karşılık veriyor. Onun dışında japon balığı gibi bir şey zaten. Şaşkın, hareketli ve mutlu. Köpekbalığı olması için çok büyük bir kırılma noktası yaşaması ve hayata karşı tüm inancını kaybetmesi gerekir gibi geliyor. Ancak Dicle’nin hep bir umudu var. Yırtıcı bir biçimde değil de, tatlı dille ve dürüstlüğüyle avlarına yaklaşıyor.
Değil, kesinlikle değil. Buna katılmıyorum. Bize bu dayatılıyor, tuttuğunu koparmak işinde başarılı olmak köpekbalığı olmayı gerektirmiyor asıl kıymetli olan içindeki seni koruyarak sürdürebilmek ama gözlemlediğim kadarıyla insanlara sektörün oturmuş şartlarına ayak uydurmak daha kolay geliyor. Daha ait hissettiriyor ancak sektörün herkesin bildiği aksaklıkları ve can sıkıcı yönleri de ancak bunları değiştirmeye uğraşmakla düzeliyor. Düzeldiğini biliyorum, ben kendi adıma Ahsen olmaya devam ederek nasıl var olabilirim ona bakıyorum. Olmadığım bir role bürünmemek için direniyorum.
Bunun cevabı bana göre çok açık. Birbirinizin özgürlüğünü kısıtlamaya ve tüm hayatınızı ilişkiniz üzerine kurmaya başlarsanız oradan hemen kaçın. Bir de bana kalırsa kıskançlığın her türlüsü çok toksik.
Küçüklüğümden beri sevdiğim tüm insanlar yanımda, çok korkuyorum büyüklerimden birini kaybetmekten. En çok galiba bu durumla baş edememe ihtimali beni mutsuz ediyor.
Anlık hayaller pek kurmam ama uzun vadede hayallerim hep oldu. Eğer yorgun bir günde ne geçer aklımdan derseniz, sıcak bir Ege gününde arabayla yolculuk yapmak hayalim olabilir. En son uzun metraj bir filmin hayalini kurdum ve telefonum çaldı. Daha önce harika bir kısa film çektiğimiz yönetmen arkadaşım Ozan Yoleri’nin ilk uzun metraj projesinde beraber çalışmaya hazırlanıyoruz.
Çok eskiden beri kurduğum hayaller var, çok şanslıyım ki bunlar yavaş yavaş gerçekleşiyor. Bunun için çok çalışıyorum. Onun dışında da kendimi akışa bırakırım. Bir mottom vardır beni iyi tanıyanlar bilir, adım adım derim hep. Çünkü çok heyecanlı ama aceleci olmayan bir yapım var. Bir sürü yapılacak şeyler ve hayal varken aklımda bir sıraya dizerim onları ve adım adım hallederim. Eğer çok heyecanlandığım ve hayalini kurduğum bir yolculuğa çıkacaksam mesela oraya vardığımda neler yapacağımı daha yola çıkmadan düşünmem, önce biletimi alırım, sonra bavulumu hazırlarım ve bavulumu hazırlarken sadece bavulumu hazırlarım. Sonra güzel bir yolculuk…
Kim sevmez ama değil mi? Hem ev hem de gezi insanıyım aslında, vaktim varsa hep yeni yerler görmek isterim ama partiliyeyim, dans edeyim, sabahlayayımdan çok galiba gittiğim şehirlerde de çizmeyi tercih ediyorum. Kulağa çok sıkıcı geliyor değil mi? Hiç değil biliyor musunuz? İçimdeki o renkleri, kalbimin atışını size anlatamam. Son ses müziklerim kulaklığımda dünyanın her yerini dolaşmak, sanat turları yapmak yorulduğumda bir bankta oturup karalamak istiyorum. Pandemi sağ salim peşimizi bırakırsa Yunanistan var aklımda.
Hiç korkutmaz, ama çok heyecanlandırır. Kıpır kıpır olurum, yerimde duramam. Hemen başlasın, o yola çıkayım, o insanla tanışayım, o rolü oynayayım isterim. Geçmişten gelen bazı korkularımı da bu başlangıçlarla hep yenmeye çalışırım. Mesela denizden biraz da olsa korkarım ama o tekneye binip açılmak da beni tatlı tatlı heyecanlandırır.
Çok zor bir iş yapıyoruz. İçinde olmayan bunu anlayamıyor, onca insanın gözü önünde sürekli sizden bir beklentisi olan izleyicilerinizin gözü önünde bu işi yapmaya çalışmak ve çıtayı sürekli korumak hatta yükseğe çıkarmak hiç de kolay değil. Ama ego insanın kendisiyle alıp veremediği bir şey olarak görüyorum. Benim kendimle olan dertlerimin başında başarmak geliyor, kendime verdiğim sözler var, hırs benim için bu sözleri tutabilmek ve hep yeni ve daha uzak hedefler koyarak onlara ulaşmak için yaşamak.
Utanıyorum ancak bazen kendimi yakalıyorum gerçekten de. Kapristen çok her insanın yaşadığı kotamın dolduğu anlar yaşıyorum bazen o zaman da en çok iyi niyetimin kullanıldığını hissedersem küçük ricalarım ve kendimi korumaya yönelik taleplerim olabiliyor. Benim işim setten eve döndüğümde bitmiyor, bir sonraki güne hazırlanmak hem zihinsel hem de fiziksel olarak çok zaman alıyor. Her gün yaklaşık 15 sahne çekiyor ve eve geldiğimde yarının 15 sahnesini ezberlemek zorunda kalıyorum. Bu anlamda kapris diyebileceğim tek şey belki biraz daha uyku zamanına ihtiyacım olduğunu dile getirmek oluyor.
Canan benim canım. Çok zor bir dönemden geçiyor, en kısa zamanda sağlığına kavuşmasını ve aramıza dönmesini öyle içten diliyorum ki… Ama biliyorum ki iyileşecek ve bu zamanları galip ayrıldığı küçük bir mücadele olarak hatırlayacak. Çok anım var unutamadığım ama galiba onun en çok, Feris’e büründüğünde Dicle’ye aferin dediği sahneleri unutamıyorum. Çünkü her seferinde oyuncu olarak beni, karakter olarak da Dicle’yi şaşırtan yaratıcı eklemeleri oluyordu sahnelere.
Meleki Hatun, doğduğum dönem dışında bir zamana ait bir kadını anlamamı sağladı, Duru ve Kumru ile dik durmanın tadına bir kez daha vardım, Suna’dan kendimi savunmayı öğrendim ve Dicle bana geçmişinde ne olursa olsun umudumu asla kaybetmemeyi savaşmayı ve hayatta mucizelerin olabileceğini hatırlatıyor.
Bu sıralar Fikret Mualla’nın eserlerinin bir antolojisi geçti elime onu inceleyip duruyorum.
Ahsen Eroğlu’nun en büyük hayallerinden biri sergi açmak. Çizimleri polisiye kültür dergisi 221B’nin kapağında yayımlandı. “Bayağı stalker gibi takip ediyor, tüm eserleri yakalamaya çalışıyorum. Hesabımdaki kaydedilenler kısmı portreler, eserlerle dolu. Bir de moda hesaplarına karşı zaafım var” diyor. Eroğlu çizimlerini özel olarak açtığı sosyal medya hesabından paylaşıyor.
EKONOMİ
18 saat önceGÜNDEM
2 gün önceGÜNDEM
3 gün önceGÜNDEM
6 gün önceEKONOMİ
9 gün önceEKONOMİ
14 gün önceDÜNYA
14 gün önce