Adını koymaya zorlanıyoruz! “Fırsatçılık” olarak tanımlayanlar da var; ancak o denli kolay değil! Olgu içselleşmiş! Kimin hangi zorluğu yaşadığı, kimin çıkmazda kaldığı, yaşayamadığı umurunda değil birçoklarının! Yeter ki “uygun” ortam bulunsun, yeter ki daha çok kazanç edebilmenin önü açılsın, sattığı/ ürettiği ürünün “yaşamsallaşması” olgunlaşsın; “benim memurum işini bilir, bal tutan parmağını yalar” saldırısına hazır bekleyenler ortaya çıkıyor birden!
İnsanların zorluk anlarını “arz/ talep” diyerek savunan “doymazların” sayısı az da değil, güçsüz de değiller, bir de “arsızlar”! Dilimize İngilizce’de “empathy”, Faransızca’da “empathi” denilen, “eşduyu/ duygudaşlık” olarak Türkçeleştirilen bir sözcük var! Birçokları Türkçe olmayan sözcüğü “empati” olarak kullanmayı yeğlese de “duygudaşlık” demek bana oldu/ bitti daha anlaşılır gelir! “Başka birinin yerine kendi koymak, başkasının içinde bulunduğu durumu anlamak, içselleştirmek…”
***
Duygudaşlığın ne anlama geldiğini çok derinden yaşadık, yaşıyoruz! Salgın süreci bunun en belirgin örneği, ardından yüzyılın yıkımı deprem günleri, oruç ayı öngünleri… Unutulmadı kanımca salgın sürecinin ilk başladığı günlerde, “dandik” beş para etmez maskelerin katlanarak satıldığını! Üstelik insanlar çalışamıyordu da, kazanç sağlayacak durumda da değillerdi, “iktidar” sözünü vermesine karşın “beş maskeyi” yurttaşına dağıtamamıştı! Sonra marketler… Durduk yerde, ellerindeki ürün etiketlerini değiştirmişler, kazancı daralan insanlar ne yapacaklarını şaşırmıştı!
Ardından gelen yüzyılın yıkımı deprem… Bir şeyler yapabilmek, tanımadıkları da olsa yaralarını sarmak, bir cana dokunmak için çırpınanları unutmamak gerek! Adana’dan Hatay’a giden tanıdıklarım da vardı; günlerce orada kaldılar, zorda olanların koluna girerek yürüttüler, ekmeklerini/ yemeklerini verdiler, güçleri yettiğince/ izin verildiğince molozları kaldırdılar… İnsanların bu durumunu “arz/ talep” diyerek kötüye kullananlar da vardı, güçlüydüler, gelen yardımları “zimmetlerine” alacak kadar çirkin/ çürümüştüler! Ya “evleri” olanlar… Evleri yerle bir olanların karşısında çıkıp, daha dün istedikleri rakamın üç/ katı ederlerini isteyenler… Konu “arz/ talep”… Konutu yıkılan çok, ancak konut sayısı az; öyleyse “konutu” gücü olan almalı! Yaşandı bunlar, şu an bile etkisi acımasızca sürüyor!
***
Geçtiğimiz hafta, 78 yurttaşın yaşamını yitirmesine neden olan otel yangını sonrasında “aynı” çürümüşlükler yaşandığı medyada yer aldı. Şimdi sıkça soruldu, duymuşsunuzdur… “Yangın tüpü var mıydı, yeterli miydi, gerekli olan diğer gereçler ulaşılması olası mıydı” gibi sorular gündemde… Ne olmuş biliyor musunuz, aynı acıyı yaşamak istemeyen, ya da bugüne değin bunların eksikliğine göz yumanların sorgulanması nedeniyle, yangın söndürme ekipmanlarında yüksek fiyat artışları” olduğu görülmüş! Benim gibi kimse şaşırmadı; hep böyle olmadı mı sanki?
Habere göre Ticaret Bakanlığı, yangın malzemeleri satan doksanbeş işletmenin beşbinin üzerindeki ürünlerini denetlemiş! Yetmişyedi ilde dörtyüze yakı n firmada yaptığı denetimlerde üçyüzelli firmayı Haksız Fiyat Değerlendirme Kurulu’na göndermiş… Denetlensin, suçu olan cezalandırılsın da; sorun böyle çözülmüyor ki! her suç, her ceza “çürümüşlüğü” biraz daha kalıcılaştırıyor! “İktidarın” yıllardır “fahiş fiyatla mücadeleden ödün verilmeyecek” dediğini biliyoruz; sonuç? Daha da büyüdüğüne tanık oluyoruz!
Bir gelişme daha var! Ete oruç ayının başlamasına dek zam yapılmayacakmış! Peki, sonra neden zam uygulanacak? Dövizdeki, yakıttaki, samandaki bir yıllık artış neydi, son bir yılda “ete” ne kadar zam yapıldı? Memur, emekli aylıklarına yapılan “zam” da ortada; beceriksizliğin bedelini tüketici ödemek zorunda mı? Birazcık “duygudaşlığı” öğrenin diyorum, insan olmak “duygudaşlık” gerektirir… 290125