Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Ömer Alpdogan

Suçu kimse üstüne almadı

Suç altın olsa kimse almazmış derler..

Bolu Kartalkaya’daki yangında da öyle oldu..

Yangından sonra kimse suçu üstüne almadı.

Otel yönetimi üstlenmedi, Kültür ve Turizm Bakanlığı üstlenmedi, Bolu Belediyesi üstlenmedi..

Sanki herkes masum, yanarak ya da dumandan boğularak ölenler suçlu!..

Bakanlık, Bolu Belediyesi’ni suçlu ilan etmeye kalksa da, Türkiye’yi  Suriye bataklığını sokan, tarihte ilk kez başbakan olarak başbakanlığı ortadan kaldıracak referanduma evet oyu isteyen ileri görüşlü neoosmanlıcı, derin stratejist Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun Tanju Özcan’ı istifaya çağırmasına karşın olayda en az kusurlu olanın Bolu Belediyesi ve bağlı kuruluşu İtfaiye Müdürlüğü olduğu anlaşılıyor..

Nefes gazetesinde yer alan bir habere göre ANKA Ajansı, faciadan sonra önemli bir habercilik başarısına imza attı.

Habere göre, Bolu Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü yangından yaklaşık bir ay önce otel yönetiminin talebi üzerine Grand Kartal Otel’de inceleme yaptı ve çok sayıda eksik saptadı. Söndürme gereçleri talimatlarının, algılama sistemleri, yangın alarmı, duman havalandırma ve tahliyenin yetersiz olduğunu belirlemesi üzerine Otel 24 Aralık günün denetim talebini geri çekti.

Bilindiği üzere, Bolu Belediyesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında yetkinin kimde olduğu tartışması yaşanmış, Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan, bölgenin belediye sınırları içinde olmaması nedeniyle ancak talep gelmesi üzerine Belediyenin denetim yapabileceğine işaret etmişti.

ANKA Haber Ajansı’nın ulaştığı belgelere göre Otel, 12 Aralık 2024 günü Belediyeden denetim talep etti. Bunun üzerine Bolu Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü’nün inceleme ve denetlemelerde bulundu. 16 Aralık 2024 günü denetim üzerine hazırlanan formda 19 konu başlığının 8’inde tesisin yangın yönünden yetersiz olunduğuna dair tespitler yer aldı.

Buna göre Bolu Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü, tahliye çıkışları, ışıklı yönlendirme levhaları, binada acil aydınlatma, elektrik tesisatı uygunluğu, söndürme gereçleri talimatları, algılama sistemleri ve yangın alarmı, paratoner ve duman kontrolü (duman havalandırma ve tahliye) başlıklarında yetersizlik olduğunu tespit etti. Yeterli olunan tek konunun ise elektrik tesisatı olduğu belirtildi.

Belediye tarafından hazırlanan rapor sonrasında 24 Aralık 2024 tarihinde otel yetkilileri tarafından belediyeye dilekçe yazılarak ilgili raporun iptal edilmesi talebinde bulunulduğu da ortaya çıktı.

1997 yılında otele ruhsat veren Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerinin, Oteli denetleyen Kültür ve Turizm Bakanlığı denetçilerinin ve otel yöneticilerinin en kısa zamanda adalet önünde yetmiş dokuz canın hesabının vermesi sadece ölenlerin yakınlarının değil, biz Adanalılar gibi hemşehrilerini yitirenlerin ve tüm Türk halkının ortak dileğidir..

 

Etik nerede kaldı?

Medyada zaman zaman etik kavramının görürüz..

Yandaş medya da, fondaş medyada sık sık karşı mahalledeki medyanın haber ve yorumlarında etik davranmadıklarını ileri sürerler..

Bolu Kartalkaya’daki Grand Kartal Oteli’ndeki yangın faciasından sonra kimi gazetelerde etik kuralların yok sayıldığına tanık olduk.

Anlı şanlı kimi gazetelerde, internet haber portallarında “Alevlere teslim olan Grand Kartal Otel’in sahibi ortaya çıktı” başlıklı haberler yayımlandı..

Yanan otelin sahibinin “Mazhar Murtezaoğlu” olduğunun ortaya çıktığı iddiası yayımlandı..

Kimmiş bu değin insanının canına kıyan otelci diye meraklanıp haberi okuyunca başlıkla haberin ilgisinin olmadığı anladım.

Haberi okutmak için kurnazlık yapan kimi meslektaşlarımız, otelin sahibi diye, oteli yıllar önce yaptırmış ve yıllar önce yaşamının yitirmiş kurucusundan sahibi diye bahsediyorlardı.

Haberin bir bölümü şöyleydi:

“OTELİN SAHİBİ ORTAYA ÇIKTI

Yaşanan olayın yankıları devam ederken en çok merak edilen konulardan biri Kartalkaya’daki Grand Kartal otelin sahibinin kim olduğu oldu.

Öğrenilenlere göre; Kartalkaya’daki Grand Kartal Otel’in sahibi Mazhar Murtezaoğlu. Önemli bir ayrıntı ise yanan Grand Kartal Otel, Kartalkaya’yı Kartalkaya yapan ve isim babası olan işletme”

Haberi okuyunca, eminim benim gibi düşünüp yangının meydana geldiği ve yetmiş dokuz kişinin can verdiği otelin sahibinin olaydan sonra saklanmaktan vazgeçip ortaya çıktığını anlamışsınızdır..

Ama öyle değil..

Haberin devamında oteli sahibi diye kamuoyuna aktarılan Mazhar Murtezaoğlu’nun 2019 yılında doksan üç yaşındayken yaşama veda ettiği belirtiliyor. Ölümünden sonra, yani yaklaşık beş yıldır oteli kızı Emine Ergül ve damadı Halit Ergül’ün devraldıkları ve işlettikleri belirtiliyor..

Haber yapan meslektaşlarımız, “yanan oteli sahibi ortaya çıktı” derken beş yıldır otelin sahipleri olan Emine Ergül, Halit Ergül çiftinden bahsetmek yerine beş yıl önce yaşama veda etmiş kişiden “otelin sahibi ortaya çıktı” diye bahsetmeleri, düpedüz medya etiğinin be basın meslek ilkelerinin ayaklar altınsa alınması, yok kabul edilmesi anlamına gelmektedir.

O meslektaşlarımıza soruyoruz:
Nerde dillerinizden düşürmediğinin etik kurallar?

Nerede basın meslek ilkeleri?..

Alınacak bir fazla “tık” etik kuralları yok saymaya değer mi?…

 

CUMARTESİ ÖYKÜSÜ

BİN ÜÇYÜZ YIL ARAYLA İKİ KÜRŞAT

Bin üç yüz yıl önce Orta Asya’da yaşayan atalarımız bir Kürşat tanıdılar..

O Kürşat, öyle bir delikanlıydı ki, kırk kişiyle binlerce çerinin koruduğu  sarayı bastı..

Devir, Çin’in Türk topraklarına egemen olduğu, Türk’ün yok sayıldığı, Çinlinin Türk’e üstün tutulduğu yıllar..

Yapılan savaşlar ve birleşen boylar ile Göktürkler oldukça zenginleşirler. Fakat Çin Tang Hanedanlığı boş durmaz. Çuluk Kağan’ın Çinli katunu İ-Çin Hatun kağanı ağular. Yerine geçen yeni kağan Kara Kağan da aynı katunu alınca içten kırılmalar başlar.

Çuluk Kağan’ın küçük oğlu Kürşat ve yandaşları baştan beri bu Çinli hatuna karşı kin beslerler. Fakat kağana karşı bir saygısızlık etmek, törelere aykırıdır. Çinli katunun kardeşi de Türk ilinde çaşıtlık (casusluk) yapar ve Türklerin ahlakını bozar.

Zamanla güçsüzleşen Göktürkler Çin’e yapılan son seferde yenilir ve esir düşerler.  Çinliler, Kara Kağan’ın yerine Doğu Göktürk prenslerinden Sirba Kağan’ı Türk imparatoru ilan ettiler. Sirba Kağan, sarayın emrinde bir kuklaydı. Hayatı 9 yüzyıla yaklaşan Türk devletinin, Çin’e tabi olduğunu kabul etti. Yüzyıllarca Çin’in ve bütün Asya’nın efendisi olan Türkler, bu utandırıcı boyunduruktan silkinmek için fırsat gözlüyor, kendilerine bir lider arıyorlardı. Bu lider, ortaya çıkmakta gecikmedi. Bu kahraman, Çuluk Kağan’ın küçük oğlu, İ -Çin Katun’un üvey oğlu ve Kara Kağan’ın yeğeni, genç bir Türk imparatorluk prensiydi. Adı Kürşat’tı. 40 kişilik bir ihtilal komitesi kuruldu ve Kürşat’ı, çeşitli özelliklerinden ötürü komitenin başbuğu seçti. Çinlileri Türk yurdundan kovmak ve Çin’de esir yaşayan Türkleri kurtarmayı amaç edinen bu ihtilal komitesi başarı kazanırsa, Kürşat, kağan olmayacak ve siyasetten çekilecekti. Zira ihtilal tamamen ulusal bir gaye ile yapıldığından, hiç bir Türk’ün gönlüne kuşku düşmemesi gerekiyordu. Kürşat’ın imparator olmak gayesiyle başa geçtiği söylenmemeliydi. Nitekim önce komite üyelerinden birkaçı, Kürşat’ı geleceğin kağanı olarak ilan edilmesini önermiş, fakat bu öneri, Kürşat tarafından kesinlikle reddedilmişti. Bunun üzerine, ihtilal başarıya ulaşırsa, Kürşat’ın ağabeyinin oğlu, yani yeğeninin kağan yapılması kararlaştırıldı.

Bu sıralarda Çin’de 18. imparatorluk hanedanı olan Tanglar’dan 2. imparator Li Şih-min hüküm sürüyordu. Li Şih-min 40 yaşında ve 13 yıldan beri tahtta idi. Çin, 50 milyon nüfusuyla dünyanın en kalabalık devletiydi. Kuzey Çin’de boyunduruk altında yaşayan yüz binlerce Türk, her an yok edilmek tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Çin sarayının baskısından herkes suspus olmuş, bir köşeye çekilmişler, Çin sarayından haklarında verilecek hükümleri bekler olmuşlar..

O sırada bir yiğit çıkmış ortaya; “Ben o sarayı yıkacağım” demiş. Sonunda uzun yıllar süren esarette Çin’in baskılarına rağmen kimliklerini yitirmeyen Kür Şad ve 40 yandaşı Çin’de ihtilal çıkarırlar. Çin sarayını basarak bağımsızlık arzularını haykırırlar.

Atsız Ata, o yiğidin Kürşat adında biri olduğu belirtmişti…

Türkleri yeniden bağımsız yapmak için Sarayı basmaya kafa koymuştu.

“Yedi kişi az ışıklı bir odada büyük bir iş için konuşuyorlardı. Her zamanki gibi ciddi idiler. Fakat başladıkları işin ululuğundan habersiz gibi idiler. Tarihe mal olmuş kahramanların en şanslısını yaratacaklarını bilmiyorlardı…”  Yedi kişi sonra kırk kişi olmuştu.. Otuz dokuz arkadaşı Kürşat’a “Biz de varız. Biz de seninle birlikte sarayı basacağız” demişlerdi..

Göktengri’nin üçler/ yediler/ kırklar kuralı burada da işlemişti. Önce üç olmuşlardı. Yedi kişi olmuş ihtilal toplantıları yapmışlardı. Kırk kişi olup sarayı basmışlardı.

Sarayı basacakları günün kararlaştırıp hazırlıklara başladılar.

Fırtınalı bir havada atlarına binip yola koyuldular. Ancak bir kişi eksiktiler. Çinli sevgilisiyle buluşun Üç Oğul toplandıkları yere gelmeyince, Kürşat ve arkadaşları otuz dokuz kişi olarak yola revan oldular.. Üç Oğul Çinli sevgilisiyle buluştuğu için gelmediğinin bilmelerine karşın “ya ihanete uğradıysak” demediler ve baskının ertelemediler..

Kararlaştırdıkları saatte atlarını saraya doğru sürdüler. Kente girmeden attlarından inip yaya olarak saraya girdiler. Üç oğul ancak baskın başladığında arkadaşlarına yetişti, kırk kişi olarak sarayı bastılar ve özgürlük savaşının başlattılar.

Acele etmelerinin, baskının bir arkadaşları gelmemesine karşın ertelememeleri, özgürlük ateşini bir an önce yakma arzusundan kaynaklıydı..

Kürşat Göktürk Devletinin yenden kurmak için yaşamını adamıştı..

Kürşatb şöyle bir plan hazırlamış, otuz dokuz yoldaşı da kabul etmiş, onay vermişti:

İmparator Li Şih-min esir edilecek, Türk illerine kaçırılacak, sonra Çin sarayında esir bulunan Türk ileri gelenleri ve Çin boyunduruğundaki Türk topraklan ile değiştirilecekti. İhtilal başarıya ulaşır ulaşmaz, yani Çin İmparatoru ele geçirilir geçirilmez, bütün Türkler ayaklanacaklar , rastladıkları Çinli’yi öldürüp istiklal kazanacaklardı.

Çin İmparatoru’nun her gece kılık değiştirerek başkenti Çangan şehrinde dolaştığı, Türkler tarafından haber alınmıştı. Bir sokak baskınıyla İmparator’un esir edilmesi, oldukça kolaydı. Ancak bu işin yapılması kararlaştırılan gece, aksi bir tesadüfle, büyük bir fırtına patlak verdi. İmparator sarayından çıkmadı. Kür Şad, gecikilirse ihtilalin duyulacağından ve Türklerin kılıçtan geçirilmesinden korktu. Akıl almaz bir cesaretle, imparatorluk sarayını basıp İmparator’u silah kuvvetiyle ele geçirmek kararını verdi. Arkadaşlarının, Çinliler’le kıyas kabul etmez derecede iyi silah kullanmalarına güveniyordu.

Gerçekten o gece 40 Türk asilzadesi, Çin imparatorluk sarayını bastı. Pek kanlı bir vuruşma oldu. Yüzlerce Çinli muhafız, 40 Türkün keskin nişancılığı ve vuruş mahareti karşısında can verdi. Türk okları ve kılıçları, yıldırımlar gibi yağıyor ve değdiği yerden sütunlar halinde kan boşanıyordu. Ancak Çin İmparatoru’nun hassa kuvvetleri, yerden mantar bitercesine çoğalıyor, bir ölü muhafızın yerini on kişi alıyordu. Öyle bir an geldi ki, Kürşat, İmparator’un ele geçirilmesine imkan olmadığını anladı. Sarayı terk etmek emrini verdi. Ancak yaya olarak kaçmaya kalkışmak delilikti. Mutlaka binecek at bulmak icap ediyordu. Sarayı basan Türkler, sokaklarda göze çarpmamak için atsız gelmişlerdi. Tek yol, sarayın has ahırını basıp at ele geçirmekti. Öyle yapıldı. İmparatorun has ahırına giren Kürşat ve 39 arkadaşı, seyisleri öldürdüler. Buldukları atlara atladılar. Bütün muhafız duvarlarını parçalayarak saraydan çıkıp gittiler. Şehir surlarının bir kapısını zorlayıp Çin başkentinden de çıktılar. Ancak arkalarından bütün bir Çin ordusu geliyordu. Vey ırmağı kıyısına gelince, amansız takip, korkunç bir vuruşma halini aldı. Irmağa varan Kürşat ve 39 yoldaşı, suyu geçemeden Çinliler tarafından durduruldular. Birkaç yüz Çin askeri, Türk oklarıyla vurulup düştü. Fakat 40 Türk’te artık değil dövüşecek, yay çekip kılıç savuracak takat kalmamıştı. Göz yaşartıcı, pek haşmetli bir kahramanlık sahnesi içinde, güneşin ışınları karanlığın perdesini yırtmaya başladığı anlarda Kürşat ve 39 arkadaşı, canlarını mümkün olduğu kadar pahalıya satmak için, son gayretlerini harcadılar Her dakika bir Türk, Vey ırmağının san topraklar üzerine seriliyordu. Bir an için çevresine bakmak fırsatı bulan ve vücudunda düşman silahı değmemiş yer kalmayan Kür Şad, kendisinden başka kılıç sallayan kimse göremedi. Arkadaşlarının hepsi uçmağa varmıştı. Son kılıcını savurdu. Şanlı atalarını, Teoman Karahan’ı, Oğuz Kağan’ı, Bumin ve İstemi Kağanlar’ı hatırına getirdi. Gözlerini yumdu ve 39 arkadaşının vefalı göğüslerine doğru düştü.

İhtilal (Siganfu baskını) sırasında kaçan Kür Şad’ın Konçuy’uu ve oğlu ileride kurulacak ikinci Göktürklerin tohumları olacaklardı. Kür Şad ve 40 çeri, kanlarının son damlasına kadar savaşırlar ve adlarını tarihe yazdırırlar. Ruhları Tanrı Dağı’na varır ve orada diğer Türk kahramanları beklerler.

İhtilal başarılamadı diye Çin boyunduruğundaki Türkler sinmedi. Bütün Türk illerinde, hiç bir kuvvet tarafından karşı konulmasına olanak olmayan bir İstiklal rüzgarı esti. 639 yılının karanlık ve fırtınalı bir gecesinde 40 Türkün hayalden dahi geçirilemeyen baskını, Çinlileri kalplerinin derinliklerine kadar titretti. Türkler, Kürşat’ın kardeşleri ve yeğenleri, pek şanlı Göktürk hanedanından yeni başbuğlar buldular. Bağımsızlık ülküsü, yeniden taşarak, bütün Çini basmak, yine Asya’nın efendisi olmak derecesinde coştu.

Kürşat’ın bin üç yıl önce sarayı basması ve kırk yiğidin kanlarının son damlasına dek savaşmaları 19439’larda Türk dünyasında yeniden can buldu..

Atsız Ata 1939’da Kopuz Dergisinde Kürşat ve arkadaşlarını tarihin derinliklerinden bugüne çekti getirdi.

1946’da Atsız Ata’nın Kürşat ve otuz dokuz arkadaşının kahramanlığını anlattığı Bozkurtların Ölümü’nden sonra Kürşat tüm Türk dünyasında yeniden canlandı, ete kemiğe büründü. Binlerce Türk aile çocuklarını Kürşat adının vererek, o şanlı kahramanı yaşattı.

Bin üç yüz yıl sonra ortada bir yeni Kürşat zuhur etti. Yazıları, konuşmaları tıpkı kırk yiğidin başı Kürşat gibiydi..

Her sözü Türk, Türk dünyasıydı..

Kimileri, ”işte beklenen Kürşat geldi.. Bin üç yüz yıl sonra yeni bir Kürşat kahramanlığına tanık olacağız. Bin üz yüz yıl önceki atalarımız gibi biz de çok şanslıyız” dedi..

Orta Asya’da değil ama, Ön Asya’da yeni bir Kürşat ihtilali olacak, Türk dünyası yeniden ayağa kalkacak diyenler epey çoğunluktaydı..

Günler günleri kovaladı, yirmi birinci yüzyılın Kürşat’ı, birden bire sarayda yaşama sevdasına tutuldu, saray yolunda yürümeye karar verdi..

Herkes bin üç yüz yıl önceki gibi bir saray baskının bekliyordu..

Ama o, ata binmeyi çoktan unuttuğu için olacak, lüks otomobile binip sarayın yolunu tuttu..

Lakin yirmi birinci yüzyılın Kürşat’ının niyeti bin üç yüz yıl önceki Kürşat’tan farklıydı..

O saray baskın için değil, sığınmak için saraya gitmişti..

Savaşa savaşa ölen Kürşat’ın kahramanlığı bin üç yüz yıl sonra, Atsız tarafından tarihin karanlık sayfalarından gün yüzüne çıkarılıyor, unutulan Kürşat’ı ulusu yeniden anımsanıyor, yüz binlerce çocuğa Kürşat olsun diye Kürşat adı veriliyordu..

Kimbilir, bin üç yıl sonra bir başka Atsız çıkar, yirmi birinci yüzyılının Kürşat’ının saray macerasının tarihin tozlu sayfalarından çıkarıp o zamanın Türklerine anlatır..

 

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER