Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Ömer Alpdogan

Nedir Adana’nın sahte tarihçilerden çektiği? 

Garip akımının temsilcisi Orhan Veli Kanık üstadın “Kitabe-i seng-i mezar” adlı şiiri, “Hiçbir şeyden çekmedi dünyada/ Nasırdan çektiği kadar;” dizeleriyle başlar.

Adana’nın durumu bana nedense hep bu şiiri anımsatır.

Adana, son otuz- otuz beş yıldır sahte tarihçilerden çektiği değin hiçbir şeyden çekmedi.

Orhan Veli’nin kahramanı nasırdan, Adana sahte tarihçilerden çekti ömürleri boyunca.

Medyanın da desteğiyle sahta tarihçiler modası başlayınca,  Adana valileri adı altında Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım ile iftira atanlar mı dersiniz, aynı tümce ve paragraflarla her ilçe için ayrı tarih kitabı yazanları mı dersiniz, şimdiki Merkez Bankası binasının yerinde bulunan kilise kalıntısında duvardaki kanın Türk kanı olduğu saptayanı mı dersiniz, kafasındaki masalları tarihi bilgi diye yazıp aktaranları mı dersiniz, eski Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaş Durak’ı önce Bulgar, ardından baş başa yaylada yaptıkları görüşmeden sonra Türk ilan edeni mi dersiniz, Atatürk’ün Adana gezisinde Kız Lisesi’ne yaptığı bir ziyaretin fotoğrafındaki kız öğrenciyi bulduk diye ortaya çıkıp, basın toplantısı yapanı mı dersiniz. Üstelik, elinden tutulup o kız diye ortaya çıkarılan hanımefendi ne Atatürk’ün ziyaretini ne de çekilen fotoğrafı anımsıyordu… “Fotoğraftaki kızın ben olduğu söylendi” diye geveleyip duruyordu. Sonrasında sahte tarih hoşuna giymiş olacak ki, ölene değin “o kız” olarak ortalıkta dolandı, 5 Ocak gibi ulusal gümlerde başköşede ağırlandı, baş tacı edildi.

Yani, bir sahte tarih ile yıllarca Adanalı aldatılmıştı.

Velhasıl kelam, yıllardır Adana ve Adalıları olarak sahte tarihçilerle uğraşıyoruz.

Sonraları sahte tarihçilik o denli yaygınlaştı, kimi ne yüksek lisans, ne doktorası Hititler olmamasına karşın, on beş- yirmi yıldır “Puduhepa Adanalı” Tatarlı höyük Kizzuwatna’dır diye ortalığa düştüler. Yıllardır yaptıkları kazılarda, döneminin Vatikan diyebileceğimiz muhteşem kütüphanesiyle bilinen Kizzuwatna’nın Tatarlı Höyük’te olduğunu kanıtlayacak bir tek belge bulamadı. Kırk bin kitaplık kütüphanesinin izine bile rastlayamadı ama hala Tatarlı Höyük’in Kizzueatna olduğu iddiasıyla ortalarda dolaşıyor. Ve tüm yalanları sürdürmek için de, kimi belediyelerimizden, sivil toplum kuruluşlarından, Kültür Bakanlığı’ndan her yıl milyonlarca liral kaynak aldılar. Halkın paralarının çarçur ettiler.

Neyse ki, bizim “Adanalı Puduhepa Masalı” adlı seri yazımızdan sonra artık Adanalı Puduhepa yalanı söylenemiyor ama, şimdi de Çukurovalı Puduhepa yalanını piyasaya sürdüler.

Sonra birileri çıktı, Hitit yapıtlarının Luvi yapıtları, Adana’yı Luvi ülkesi yapan yalanları ortaya atarak sahte tarihçiliğe “level” atlattılar, belediyenin birine “Luvi Merkezi” bile kurdurdular…

Her nedense, Adana’da yönetici takımım ver bizim medya, başından bu yana sahte tarihçilere pek kıymet verdiler, tarihsel toplantılarına o kişileri çağırarak, etkinliklerinin bilimsel değerini düşürdüler,

Etkinliklerinin ciddiye alınacak etkinlik olmaktan kendi elleriyle çıkardılar.

Sahte tarihçilerini Adana’da hala baş tacı edildiğini ise önceki gün servis edilen bir bültenle öğrenmiş olduk.

Umarım bir gün, Adana’yı yönetenler sahte tarihçilere, dedikoduları tarih diye anlatılmasına, gerçeklerin örneğin Alman emperyalizmine hizmet etmek için çarpıtılmasına, Adana’nın bu bölgede hiç devlet kurmamış bir halkın yurdu olduğu yalanlarına prim vermekten vazgeçerler.

Bunun yerine örneğin, üniversitelerin Tarih bölümü akademisyenlerine gerçek tarihi anlatan bilimsel çalışmalar yaptırılmasını sağlarlar.

Örneğin, dünyanın sayılı hititologlarından olan Prof. Dr. Ahmet Ünal’ı çağırıp, “şu Puduhepa, Kizzuwatna işinin gerçeğini, Luviler olayını bir de sizden dinleyelim” derler.

Umarım, bunlar yaparak sahte tarihçilere, tarih diye dedikodular yerine bilime önem verirler, Adana’nın tarihini bilimsel olarak halka anlatılmasına öncülük ederler…

 

Ferdi Tayfur’un mal varlığı

Arabeskin Adanalı Kralı Ferdi Tayfur 2 Ocak günün kaybetmiştik.

Sonsuzluğa uğurlanışının üstünden daha bir gün geçmeden, bir kısın medya mensupları Ferdi Tayfur’un mal varlığı gündeme getirdi…

Ferdi Tayfur’un mal varlığını haberleştirmek o arkadaşlara ne sağlayacak anlamadım.

Tamam, Ferdi Tayfur’un sanat yaşamı boyunca ne kadara kazandığını, nelere yatırım yaptığını, servetinin ne kadar olduğunu çok merak ettiniz, amenna; ama, bari yedisi, kırkı çıkana değin bekleseydiniz ölür müydünüz?..

Hem, Ferdi Tayfur’un Adana’da elli daire ve altı villası, İstanbul’da otuz dairesi, Marmaris’te bir koy ile yarımadası olduğundan size ne, bize ne.

Mirasçıları desen onlar zaten biliyorlardır.

Bu haberleri yazanları, acaba kendilerinin mal varlıkları da başkaları tarafından kendilerinin yaptığı gibi kurcalansa, gündeme getirilse ne düşünürlerdi acaba?..

Ferdi Tayfur’un ve diğer sanatçıların mal varlıklarının peşine düşen, haberleştiren meslektaşlar, haberi yapmadan önce iki kez düşünmeli, önce kendilerine iğneyi, ardından çuvaldızı Ferdi Tayfur’un cenazesine batırsınlar.

Medya etiği açısından da hiç doğru bir habercilik anlayışı olmadığını ayrıca belirmek gerekir.

 

İyi Parti’de ikbal üzerine kurulmuştu

İyi Parti Genel Sekreteri Uğur Poyraz, başta partiden istifa eden ve AK Parti’ye geçeceği ileri sürülen Kürşat Zorlu’nun istifası olmak üzere peş peşe gelen istifaları “kişisel ikbal kaygıları” olarak nitelendirmiş.

Milletvekili adayı, tercih ettiği partinin program-tüzük ve siyasetini takip eder, bilir ve bir karar vererek aday başvurusunda bulunur. Milletvekili seçildikten sonra da bu bilinç ile hem sahada hem de parlamentoda kollektif çalışmanın bir parçası olarak emek verir mücadeleye katkı sunar. İstifa ise ancak siyasi partinin bahsettiğim; program-tüzük ve siyasetinden ayrılması ve milletvekilinin daha aday olurken tercihlerini oluşturan çizgiden sapması ile bir yol ayrılığıdır. Şimdi açıkça soruyorum. Sayın Dervişoğlu’nun henüz 8 aylık Genel Başkanlığı sürecinde İYİ Parti program-tüzük ve siyasetinde hangi konudan sapmıştır?

Öyle sosyal medyada bir paylaşım bir post yayınlayarak olmaz bu işler. Sonra amacı belli manşetlerde ‘İYİ Parti’de yaprak dökümü’, ‘İYİ Parti dağılıyor’. İstifa eden milletvekiline soran yok. Hemşerim sen hayırdır, hangi konuda ters düştün? İYİ Parti siyasetinde aday olduğun günden bugüne hangi değişiklik var? İki paragraflık amacı olmayan çalakalem yazılmış açıklama ile nereye gidiyorsun?

İşte sorduğum ya da sorulması gerek soruların yanıtları o istifa eden milletvekillerinde. Basın olarak sizden ve milletimizden bu soruların sorulmasını ve alınabilirse cevapların karşılaştırılmasını dilerim. Emin olunuz ki bu soruların hepsinin cevapları bizce bilinmektedir. Açıkça söyleyeyim ki; istifalar, İYİ Partinin yolunda bir değişiklik olduğu için değil, istifa edenlerin kişisel ikbal kaygıları sebebiyledir” buyurmuşlar.

İlahi, Uğur Poyraz; genel sekreteri olduğunuz parti nasıl kurulmuştu bir anımsayın.

Başta kurucu genel başkanınız Meral Akşener, genel başkan yardımcınız Koray Aydın, Ümit Özdağ, Yusuf Halaçoğlu, hatta mevcut Genel Başkanınız Müsavat Dervişoğlu olmak üzere çok sayıda üyeniz MHP’den ikbal görmedikleri için kişisel ikballerini sağlamak ereğiyle İyi Parti’yi kurmamışlar mıydı? Kürşat Zorlu da sonradan MHP’de ikbal bulamayacağını anladığı için rotayı İyi Parti’ye kırmamış mıydı?..

Kişisel ikbal peşinde olanların bir araya gelerek kurdukları partinin bir yöneticisini İyi Parti’den istifa edenleri “kişisel ikbal için” istifa etmekle suçlaması trajikomik ve bir o değin de saçma bir durum.…

Yarın “kişisel ikbal için” istifa edenlerden biri Uğur Poyraz’a “sen partine bak, üyelerinin kaç bini başka partiden istifa edip gelmişti ona bak” diye yanıt verseler, Poyraz ne diyebilir.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER