“Bir kimsenin düşüncesini
açıklayamaması köleliktir.”[1]
İfade özgürlüğünün, çoğunlukla “hakaret” ya da “suç” ilan edildiği coğrafyamızda, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda 25. madde: “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.”
- madde: “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.”
- madde: “Basın hürdür, sansür edilemez. Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.”
- madde: “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.”
- madde: “Anayasa Mahkemesi, kanunların, cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi iç tüzüğünün anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler ve bireysel başvuruları karara bağlar,” dese de; bunların pratik hiçbir bir karşılığı olmaması yanında, sıkça ve keyfi olarak çiğnendiğine de tanık, taraf olmaktayız.
Örneğin ‘Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği’nin raporuna göre, 2022’de ifade özgürlüğü davalarında verilen hapis cezalarında artış yaşanırken; 41 davada 67 kişiye 299 yıl hapis cezası verildi.[2]
‘İHD Adana Şubesi Hukuk Komisyonu’nun 1 Ocak-1 Kasım 2019 kesitindeki ihlâllere ilişkin raporuna göre, Adana’da ifade özgürlüğünü yok sayarak alınan eylem yasaklarının son 11 ay için sonucu; bin 12 soruşturma dosyası, 4 konser ve tiyatro etkinliğinin yasaklanması oldu.[3]
Bu, madalyonun bir yüzü; öteki yüzde “şahane serbestlik ortamı”! Gayet güzel biçimde hakaret edilebiliyor; ölümle tehdit etmek ise tamamen ifade özgürlüğü kapsamı içinde değerlendiriliyor. Söz konusu ortam yargı kararlarıyla da teyit ediliyor…[4]
Örneğin “beyni emcüklenmiş geri zekâlı CHP yöneticileri” diyen AKP milletvekili Mustafa Varank’ın sözlerine bir şey yapılmazken; bir “Sokak Röportajı”nda konuşan Dilruba Kayserilioğlu’nun sözleri “ceza”landırılıyor.
Uzağa gitmeye gerek yok. Cumhurbaşkanı Danışmanı Oktay Saral’ın “müfteri, şerefsiz, haysiyetsiz”, AKP Genel Başkanvekili Efkan Ala’nın “sefil, müptezel”, AKP İstanbul milletvekili Süleyman Soylu’nun “pislik”, AKP İstanbul İl Başkanı O. Nuri Kabaktepe’nin “çukur”, AKP Elazığ Milletvekili M. Rıdvan Nazırlı’nın da “o.. çocuğu, alçak herif” diye İzmir Milletvekili Tuncay Özkan’a hakaretler yağdırmasına itiraz etmediler. Hatta Yeni Şafak, AKP Milletvekili Mehmet Demir’in “Lağım Tuncay” sözünü, Akşam da AKP Sözcüsü Ömer Çelik’in “Çakma Wilders” sözünü haber başlığı yaptı![5]
Ya da Sosyal medya fenomeni Murat Övüç, “Pis Ermeniler” sözleri nedeniyle hakkında “Halkın bir kesimini ırk temelli aşağılama” suçundan başlatılan soruşturma kapsamında hâkim karşısına çıkıp, beraat etti![6]
Özetin özeti: Theodor Adorno’nun, “Dünya artık insanları dilsizleştirdiğine göre, kişiler de birbirleriyle konuşmadıkları sürece haklı konumda olacaklardır”; Noam Chomsky’nin, “Özgür ifade hakkını bunu hiç aramayanlar adına savunmak oldukça kolaydır!” ifadeleriyle betimlenmesi mümkün olan verili koordinatlarda George Washington’ın, “Eğer ifade özgürlüğü elimizden alınırsa, o zaman dilsiz ve sessiz kalırız, tıpkı kesime götürülen koyunlar gibi”; Ludwig Wittgenstein’ın, “Eğer bir şey hakkında konuşamıyorsak, o şey hakkında düşünemeyiz”; Hypatia’nın, “Düşünme hakkını savun, çünkü hatalı düşünmek dahi hiç düşünmemekten daha iyi”; Mahatma Gandhi’nin, “Düşünceye gem vurmak, zihne gem vurmak demektir”; Karl Jaspers’in, “Düşünmek, insan olmanın başlangıcıdır,” uyarıları “es” geçilmemelidir!
* * * * *
Düşünceyi açıklamak, özgürlüktür…
Düşünce, insanı diğer canlılardan ayıran bir ayrıcalıktır. O hâlde kendini ifade etmek, insan için bir gereksinimdir.
Düşünce özgürlüğü kimilerini alkışlamak için değil, aslında rahatsız etmek için vardır; dünyanın her yerinde ve her dönemde, üzen, çileden çıkaran düşüncelerle birlikte gündeme gelmiştir. Hatır sormak için değildir.
Düşünceyi ifade özgürlüğünün varlığı; “Herkese, egemen olan fikirlere, egemen tabulara ne kadar aykırı olursa olsun, yeni fikirler ve bilgiler getirme hakkının” tanınmış ve güvenceye bağlanmış olması anlamına gelir. Yani bu özgürlük; “Böyle bir fikir veya bilgi getiren bir kişiye, hiç kimsenin (herhangi bir devlet organının, yargıçların, polisin, vb.) dokunamayacağının, mevcut ya da geçerli olanlara ne kadar aykırı olursa olsun, niteliği veya içeriği ne olursa olsun, yeni bir düşünce veya bilgi getirdiği için, onun başka haklarına zarar verilmeyeceğinin güvence altına alınmış olması” demektir.
İfadenin rahatsız edici olması, niteliği gereğidir. Bu konu daha fazla açıklamayı gerektirmeyecek ölçüde açıktır, tartışmasızdır!
Aksi, Thimoty Synder’in, “Gerçeklerden vazgeçmek özgürlükten vazgeçmek demektir. Duymak istediklerinizle gerçekte olanlar arasındaki farkı reddederseniz, tiranlığa boyun eğmiş olursunuz,”[7] dediği gibidir!
* * * * *
Tarih boyunca sınıflı sömürücü toplumlarda iktidarların düşünceyi ifade özgürlüğünden nasıl nefret ettiği herkesin malumudur.
Egemenler icraatlarını sorgulayanları kâh hapisle, kâh “dillerini kopartmak”la tehdit ettiler. Tehditle kalmayıp, söylemlerini eyleme dökenler de oldu. Otokrat yöneticiler, eski çağlarda filozoflardan korkardı, şimdi ise iletişim alanında çalışanlardan ve sanat erbabından… Elbette, korkunun ecele faydası olmuyor. Önünde sonunda korku imparatorlukları yıkılıyor ve geriye o zor dönemlerde cesaretle yaratılmış sanat eserleri ve kitaplar kalıyor. Çağlar boyunca siyasal iktidarların baskıcı yöntemlerine karşı mücadele eden çok sayıda sanatçı oldu. Bu bağlamda öncülüğün yazarlarda olması şaşırtıcı değil.
Antik Çağ filozoflarının varisleri olarak görebiliriz onları. Aristo’nun ya da Eflatun’un açıkça eleştiremediği bazı konuların üstüne, Euripides, Aeschylus gibi oyun yazarları cesaretle gidebilmişlerdir. Orta Çağ’da düzenle uzlaşmayan sanatçıların akıbetlerinden söz etmiştik. Rönesans ve Reform hareketleri ile aydınlara, özellikle sanatçılara yönelik farklı yöntemler devreye girdi. Muktedirler, sanat hamisi rolleriyle sanatçıya yaşam güvencesi sağlayarak, onları susturmayı denediler. O günlerde de kralların ve kilisenin şakşakçılığını yapan saraydan beslenen sanatçılar vardı elbette. Ama ‘İlahi Komedya’ yazarı Dante Alighieri gibi sanatçılar dini dogmaları eleştirmekten geri durmadılar. Dante yaşamının son yıllarını sürgünde geçirdi, eserleri yakıldı.
XVI. ve XVII. yüzyıllarda yaşamış pek çok sanatçı korkuya dayalı dini hurafeleri eleştirip, insanlığı kardeşlikte buluşmaya çağıran bir tanrı anlayışını savunurken, Molière, Miguel de Cervantes Saavedra, William Shakespeare, John Milton gibi yazar ve şairler, aklın egemenliğini savunarak, her türlü iktidarı eleştirmekten geri durmadılar. XVIII., XIX. ve XX. yüzyıllarda dogmatik düşünceyi eleştiren çok sayıda sanatçı çıktı tarih sahnesine: Marie-Henri Beyle ‘Stendhal’, Gustave Flaubert, Percy Bysshe Shelley, William Wordsworth, Sándor Petöfi, Émile Zola, Anatole France, Çarlık Rusyası’nda Aleksandr Puşkin, Mihail Lermontov, Nikolay Gogol, Fyodor Dostoyevski, Lev Tolstoy, Maksim Gorki…
İtalya, İspanya ve Almanya’daki faşist rejimlerle mücadele eden Hans Fallada, Miguel de Unamuno, Klaus Mann, Avrupa’da siyasetin ve bürokrasinin özgürlüğü sınırlayan uygulamalarına tepki gösteren Albert Camus, Aldous Huxley, George Orwell, Arthur Koestler, Bertolt Brecht, Bertrand Russell, Harold Pinter, ABD’de Arthur Miller, James Baldwin, Sinclair Lewis, Upton Sinclair, Ray Bradbury, Phlip Roth, Latin Amerika’da Pablo Neruda, Mario Vargas Llosa… Öteki disiplinlerden de, Pablo Picasso’dan Victor Jara’ya yüzlerce sanatçı katabiliriz bu listeye.
1960’da Fransa’da ‘Les Temps Modernes’de yayımlanan “121’ler Manifestosu” ifade özgürlüğü tarihinin simgesel durakları arasındadır. Fransa’nın Cezayir’deki sömürgeci konumunu sorgular 121 aydın. Cezayir Savaşı sırasında suskun kalanları uyaran bu önemli bildiriye imza koyanlar arasında Arthur Adamov, Simóne de Beauvoir, Andre Breton, Nathalie Sarraute, Jean-Paul Sartre, Tristan Tzara, Marguerita Duras gibi büyük yazarlar, Alain Resnais, Claude Lanzmann, Alain Robbe-Grillet, Simóne Signoret, Frsançois Truffaut gibi büyük sinemacılar yer alıyordu.[8]
“Bizim Hikâyemiz”e gelince: 1872’de Namık Kemal’in devletin istila çağını ele aldığı ‘Evrak-ı Perişan’ adlı kitabı yasaklandı. Duruma sinirlenen Namık Kemal üst üste beş yazı yayımlasa da, bu kez yayınladığı ‘İbret’ gazetesi kapatıldı.
1923’te ‘Komünist Manifesto’ Türkçe’ye çevrildi. Bundan bir kaç yıl sonra Nâzım Hikmet’in beş şiir kitabı “sınıf edebiyatı yaptığı ve grevi öven şiirler yazdığı” gerekçesiyle mahkemeye verildi.
1933’te Kazım Karabekir’in ‘İstiklal Harbimizin Esasları’ başlıklı eseri yakılarak imha edildi. Aynı yıllarda Harold Courtenay Armstrong’un Mustafa Kemal’i eleştiren ‘Bozkurt’ kitabı “şahsa hakaret” içerdiği sebebiyle yasaklandı.
40’lara doğru Pierre Louis’nin ‘Afrodit’ adlı kitabı “temiz Türk ahlâkına aykırı olduğu” iddiası ile mahkemeye verildi.
60’larda halk ozanı Âşık İhsani işsizlik, yoksulluk ve sefaletten söz ettiği, manzumlarında “düzenbazlardan ve dini alınıp satılır bir meta hâline dönüştürenlerden” bahsettiği gerekçesiyle hüküm giydi.
Rıfat Ilgaz’ın ‘Karikatür Albümü’ ve ‘Sınıf’ kitapları komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle yasaklandı. Komünist Manifesto’nun yayıncısı Süleyman Ege hapse gönderildi.
70 ve 80’lerde Sevgi Soysal, Çetin Altan, Ahmet Altan ve Küçük İskender gibi isimlerin kitapları ‘müstehcen neşriyat’ oldukları gerekçesiyle yasaklandı. Filiz Bingölçe’nin derlediği ‘Kadın Argosu Sözlüğü’ne aynı gerekçeyle dava açıldı.
Sosyolog İsmail Beşikçi Kürt sorunu üzerine araştırmaları ve yayınları sebebiyle sekiz kez cezaevine girip çıktı ve yaşamının 17 yılı cezaevinde geçti.
Nadire Mater’in ‘Mehmedin Kitabı’ adlı kitabı toplatıldı ve mahkemeye verildi.[9]
Özetle Namık Kemal, Şinasi, Ziya Paşa, Mithat Paşa, Tevfik Fikret’lerin özgürlükçü görüşlerinden Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz, Orhan Kemal, Aziz Nesin, Kerim Korcan, Vedat Türkali, Bekir Yıldız, Yaşar Kemal, Erdal Öz, Sevgi Soysal, Çetin Altan, Mehmet Uzun gibi yazarların, İsmail Beşikçi, Ayşe Nur Zarakolu, Fikret Başkaya, Haluk Gerger, Doğan Özgüden’in ödedikleri bedellerin unutulması mümkün değildir!
* * * * *
Yargıçlar Sendikası Başkanlarından Mustafa Karadağ’ın, “Yargının sopa olarak kullanıldığı son on yılı değerlendirdiğimizde demokratik hakların kullanımının yine yargı eliyle engellenmesine daha çok tanık olacağız. Bundan sonra her siyasi iktidar eleştirisi Cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla karşılaşacaktır. Düşünce özgürlüğünün, demokrasi talebinin karşısında çıkacak hukuki müessese bundan böyle ‘anayasal düzeni değiştirme, darbeye teşebbüs suçlaması’ değil, Cumhurbaşkanına hakaret suçu. Basit, kolay, kullanışlı ve yeteri kadar caydırıcı, korkutucu,”[10] öngörüsünün doğrulandığı coğrafyamızda, eski İstanbul Barosu Başkanı avukat Turgut Kazan da, “Tam bir korku imparatorluğu yaşıyoruz. Anayasa 26: ‘Herkes, düşünce ve kanaatini tek başına veya toplu olarak açıklama hakkına sahiptir’ diyor. Ama düşünce açıklayanlar adeta linç ediliyor,”[11] diye eklemeden edemiyor.
Kolay mı? ‘Mart 2015 Baskı ve Sansür Raporu’na göre: i) Çukurova Üniversitesi’nin kütüphanesinde bulunan nü tablolar Yeni Akit gazetesinin yaptığı haber sonucunda kaldırıldı.
- ii) Kurban bayramında “Benim için IŞİD ile bıçağını masum bir hayvanın boğazına dayayan aynı duygudadır” diye tweet atan Leman Sam hakkında dava açıldı.
iii) Grup Yorum konserleri çeşitli illerde çeşitli gerekçelerle engellendi.
- iv) İstanbul Üniversitesi’nde gösterimi yapılacak olan ‘İki Tutam Saç: Dersim’in Kayıp Kızları’ belgeseli engellendi.
- v) İstanbul Piramid Sanat’taki ‘Çırılçıplak’ sergisi MHP Beyoğlu ilçe teşkilâtınca hedef alındı.
- vi) İstanbul Üniversitesi’nde düzenlenmek istenen panelin afişi “açık saçık” bulundu.
- vi) Penguen’in kapağındaki bir karikatürü nedeniyle çizerler Bahadır Baruter ve Özer Aydoğan’a hapis cezası verildi.[12]
* * * * *
Elbette bu örneklerle sınırlı değil, daha vahimleri söz konusu!
1980’leri yaşayanlar anımsayacaktır. Askeri yönetime göre kitap bir suç aletiydi. Tek televizyon kanalı TRT’nin haberlerinde sürekli silahlar, kitaplar ve daktilolar terör örgütlerinin suç aletleri olarak sergilenirdi. Aradan yıllar geçmiş olsa da bir şey değişmemiş. Ele geçirilen kitaplar suç aletleri olarak sunuluyor ve yakılıyor!
“Erzurum’da yurttaşların kitapları ekmek fırınında yakmak üzere girişimde bulunmaları, Fahrenheit 451 adlı romanı aratmadı.
28 Temmuz 2016 tarihli Habertürk gazetesinin ‘Güncel’ başlıklı 15’inci sayfasında, sayfanın dibine çöken, toplasanız ‘750 vuruş’luk fotoğraflı bir haber. Habere eşlik eden ‘olağanüstü’ fotoğrafta, bir ekmek fırınına kimi kitaplar sürülüyor. Gazeteye haberi geçen Erzurum muhabiri Orkun Çizmeli’nin haberinden alıntılarsak ‘Köylülerinin dışladığı Gülen’in adına yaptırılan camilerden ismini söküp atan dadaşlar, Gülen’in kitaplarını da yakıyor ya da atıyor. Fırın işletmecileri vatandaşların her gün Gülen’e ait poşetler dolusu kitabı yakmak için fırınlarına getirdiklerini belirterek, ‘Son birkaç gündür fırınlarda odun yerine o hainin kitaplarını yakıyoruz. Fırınlara gelen insanlar o vatan hainine karşı adeta kin kusuyor’ dediler’ ifadesini kullanıyor.
Öncelikle aklımıza faşist Nazi diktatörü Hitler dönemindeki, Mayıs 1933 ‘Kitap Yakma’ törenleri gelse de, okuduğumuz bu ‘küçük’ haber karşısında, aklımıza Amerikalı Ray Bradbury’nin Ekim 1953’te basılan bilim kurgu romanı ‘Fahrenheit 451’ de geliyor. Yazar, The New York Times gazetesi ile söyleşisinde, bu kitabına ilişkin şu ifadeleri kullanmıştı: ‘Benim işim, geleceği korumak. Fahrenheit 451’i bunun için yazdım. Gerçekleşmesini istemediğim şeyleri gösterdim’…”[13]
12 Eylülcü, ABD’ci, anti-komünist muhafazakâr Fethullah Gülen’in hiçbir görüşüne katılmadığım gibi, sonuna dek karşıyımdır da. Ancak bunun böyle olması kitapların yakılmasına “Evet” demem anlamı taşımaz.
Kitaplar yakılamaz; yakılmamalıdır da!
“TÜBİTAK Başkanı’nın talimatıyla, TÜBİTAK’ın daha önce yayınladığı kitapların “yerlilik ve kültürel uyum” kriterlerine göre inceleneceğini ve buna uymayan kitapların imha edileceğini okuduğumda, aklıma Ray Bradbury ve Fahrenheit 451 geldi!
Sevin Turan ve Erdinç Çelikkan’ın Hürriyet’te yayımlanan haberine göre, 50 bin kitap bu amaçla toplanmış. Bu kitapların akıbetinin bilinmediği de haberin ayrıntıları arasındaydı. Ne olduğunu tahmin etmek kolay tabii, ‘yerlilik ve kültürel uyum’ kriterlerini geçememiş olmalılar! Utanç veren, acı bir şaka!”[14]
Dahası da var!
- i) Anayasa Mahkemesi (AYM), yayın yaptığı alan Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) tarafından sınırlandırılan Sabah Yıldızı Radyo’nun “Anayasa’dan kaynaklanan haberleşme, düşünceyi açıklama ve yayma, basın, ifade ve mülkiyet özgürlüğü hakkım kısıtlandı” itirazını, işlemi “teknik” bularak reddetti![15]
- ii) Antalya’da sokak röportajı sırasında ekonominin gidişatını ve iktidarı eleştiren İsmail Demirbaş hakkında önce ev hapsi kararı verildi, sonra da tutuklanarak cezaevine gönderildi![16]
iii) Anayasa Mahkemesi (AYM), üyesi olduğu Eğitim Sen’in afişlerini görev yaptığı üniversitede dağıttığı için yazılı uyarı alan Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde Araştırma Görevlisi olan Eğitim Sen Üyesi U.K’nin cezaya itirazını reddetti. Akademisyenin, “Ceza ile ifade özgürlüğüme müdahale edildi” iddiasını değerlendiren mahkeme, “Eylem, idareden izin alınmadan gerçekleştirilmiştir” değerlendirmesinde bulundu![17]
- iv) Metin Akpınar ve Müjdat Gezen Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret ettikleri gerekçesiyle yargılanmıştı. Gezen ve Akpınar hakkında beraat kararı verilmişti. Anadolu 8. Asliye Ceza Mahkemesi’nin gerekçeli kararında, Gezen’in katıldığı televizyon programında söylediği “Ya herkesi azarlıyor, herkese parmak sallıyor, herkese ‘haddini bil’ diyor. Bak Recep Tayyip Erdoğan, sen bizim vatanseverliğimizi sınayamazsın, haddini bil” şeklindeki sözlerinin kimsenin onur, şeref ve saygınlığını zedeleyebilecek nitelikte olmadığı belirtildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın avukatı karara itiraz etti.[18]
* * * * *
Düşünceler, kitaplar her zaman egemenin zulmünü görmüştür; görmektedir de. Ancak Honoré de Balzac’ın, “Size hayatımı verebilirim, ama bilincimi veremem,” betimlemesindeki ısrarla kazananlar her daim düşünceler, kitaplar olmuştur; “Kitapları yargılarsanız kitap da sizi yargılar,” sözlerindeki üzere Stephen King’in…[19]
O hâlde despotlar karşısında ifade özgürlüğü için Aleksandr Herzen’in, “Bazı suçlar, hiç suçsuz olmaktan daha iyidir,”[20] sözleri belleklere kazınmalıdır.
18 Kasım 2024 17:11:27, İstanbul.
[1] Euripides.
[2] Rengin Temoçin, “41 Davada 67 Kişiye 299 Yıl Hapis Cezası Verildi”, Cumhuriyet, 7 Aralık 2022, s.9.
[3] “11 Ayda Bin 12 Soruşturma”, Evrensel, 13 Kasım 2019, s.3.
[4] Nazım Alpman, “Küfür Serbest Eleştiri Yasak!”, Birgün, 9 Haziran 2022, s.7.
[5] Faruk Bildirici, “Hakaret Kime Yasak Kime Serbest?”, Birgün, 9 Eylül 2024, s.9.
[6] “Ermenilere Hakaret Eden Övünç’e Beraat”, Birgün, 24 Mart 2021, s.6.
[7] Thimoty Snyder, Tiranlık Üzerine Yirminci Yüzyıldan Yirmi Ders, çev: Zeynep Enez, Olvido Yay., 2019.
[8] Vecdi Sayar, “Sanatçı Dünyası ve İfade Özgürlüğü”, Birgün, 6 Şubat 2022, s.4.
[9] Işıl Eğrikavuk, “Bu Şarkı Bitmez Usta!”, Radikal, 24 Mart 2014, s.25.
[10] Mustafa Karadağ, “Cumhurbaşkanına Hakaret…”, Birgün Pazar, Yıl:12, No:457, 13 Aralık 2015, s.14.
[11] Zehra Özdilek, “İfade Özgürlüğü Vurgusu”, Cumhuriyet, 6 Nisan 2021, s.5.
[12] “AKP Sansüre Doymuyor”, Cumhuriyet, 11 Nisan 2015, s.11.
[13] Evrim Altuğ, “Fırında ‘İfade Özgürlüğü’…”, Cumhuriyet, 29 Temmuz 2016, s.15.
[14] Mehmet Y. Yılmaz, “Kitaplara Kıymayın Efendiler!”, Hürriyet, 26 Kasım 2015, s.21.
[15] Nurcan Gökdemir, “AYM’ye Göre Yayın Engellemek ‘Teknik İşlem’…”, Birgün, 6 Temmuz 2017, s.7.
[16] “Sokak Röportajında İktidarı Eleştiren Yurttaş Tutuklandı”, Birgün, 12 Kasım 2020, s.8.
[17] Mustafa Mert Bildircin, “İfade Özgürlüğü ‘İzne’ Bağlandı”, Birgün, 28 Mart 2019, s.6.
[18] Seyhan Avşar, “Erdoğan’ın Avukatından İtiraz”, Cumhuriyet, 21 Nisan 2021, s.6.
[19] “Bayağı ilerleme var. Ortaçağda olsak beni yakarlardı. Bugün sadece kitaplarımı yakıyorlar.” (Sigmund Freud.)
[20] Aleksandr Herzen, Suçlu Kim?, çev: Mazlum Beyhan, Öteki Yay., 1994.