*İnsanın bol, değerinin az olduğu bu topraklarda; Azrail’e çok iş çıkıyor.
Trafik kazalarında Dünya Birinciliği, Kadın Cinayetlerinde Şampiyonluk Adaylığı, bir de Depremsel Can Kayıplarında Başa Güreşmek…
İzmit Depremi’nin nedeni açık gezen subay eşleriydi de… Elazığ ve Malatya Depremi için acaba suç kimde?
Hepsinin üzerine tuz, biber ekti Bolu Kartalkaya’daki otel yangınında yitirilen 78 canın kaybı…
Kanaat Önderlerinden tez günde bir açıklama bekliyoruz; acaba suç kimde?
Kabahati gelin etmişler ama yine kimsecikler almıyor da?
*Neden 3 katlı yapılaşma vardı ülkede genellikle ve doğduğum kent Bursa’da? Bursalılar yoksul muydu da yüksek yapılaşmalar yer almıyordu kentte?… Kuşkusuz Bursa’nın zenginler kenti oldu bilinir. Elbette ki neden; parasızlık değildi. Çünkü herkes ülkenin birinci dereceden deprem kuşağında olduğunu biliyordu, gerçekleri göz ardı etmiyordu.
Ne yazık ki 1980 öncesine kadar Devletçilik genel geçer değerken, 80 sonrasında kimileri başını saygıyla paraya eğerken çok katlı yapılaşma yaygınlaştı. Özal döneminde ülke; bildiğin şantiye… Yeter ki mutlu olsun rantiye!
Ve her deprem sonrasında; yıkılan yapıların altında kalan canlar… Ardından da konuyu kadere, kısmete, fıtrata dayandıran açıklamalar…
Yaşadığımız kent Didim ve Ege’nin bütünü; bilindiği gibi deprem bölgesidir. Dolayısıyla Didim’de çok katlı yapılaşma neredeyse yok gibidir. Üstelik bu konuda son derece tutarlı olan, çok katlı yapılaşmaya karşı duran değerli bir Belediye Başkanı da vardır Didim’de… Ki Sayın A. Deniz Atabay bu konuda hiç ödün vermeyen tutum ve davranışlarıyla övgüleri de, alkışları da hak etmektedir.
Son yerel yönetim seçimlerinde, çok katlı yapılaşma vaatleriyle halkın oylarını isteyenleri Elazığ Depremi dolayısıyla anımsadıkça ne iyi etmişiz de Didim’e baharı getirmişiz demekten alıkoyamadım kendimi…
Gerçekten de deprem değil, yapılar (özellikle de çok katlı ve deprem yönetmeliğine aykırı yapılar) öldürüyor halkımızı…
Sayın ATABAY’ın yerine seçilen CHP’li Bayan Başkan Hatice Gençay; ne yazık ki hiç de özenli değil yapılaşmanın hızını kesme konusunda… Dolayısıyla yap-satçılar acımasızca talan ediyor Didim’in son kalan yeşil alanlarını ve tarım topraklarını…
*27 Ocak 2025 akşamının NOW haber bülteninde Selçuk Tepeli emeklilerin sorunlarından, dahası kahvaltı edemeyen, peyniri, zeytini satın alamayan ve bir tek zeytin tanesinin 2 Türk Lirası olduğu için yakınan emeklilerden söz ediyordu.
Sevgili emekliler; bulduğunuzla yetinin, yakında zeytin de kalmayacak, belki de yeni nesiller zeytin nedir, tadı nasıldır, hiç öğrenemeyecek. Çünkü İstanbul- İzmir Otoyolu yapımı sırasında, yol süresi 2 saat daha kısalsın diye Bursa Gemlik tepelerindeki, yamaçlarındaki zeytin ağaçlarını kesip, yok ettiler. Ne sokaktaki adam / madam, ne de TBMM’de kendine koltuk kapan… Hiç kimse umursamadı, tepki vermedi, neden ağaçları kesiyorsunuz diye sormadı, sorgulamadı. Dolayısıyla bugün zeytinin tanesi 2 TL ise, yakında 200 TL de olur, 2000 TL de olur. Kim bilir belki de otoyollara ve yapılaşmaya kurban edilen zeytin ağaçlarının kökü kurutulur (çünkü sırada “hızlı tren” yapımı var). Zeytin meyvesi de soyu tükenen pek çok tarım ürünü gibi dış ülkelerden getirilir, getirilmesine de ama ancak varsılın sofrasında kendisine yer bulur.
*Serbest piyasa… Liberal ekonomi “in”… Devletçilik “out” derken Özal… İşte o günlerde Türk ekonomisine kazıldı mezar…
Devlet ekonomiden elini çeksin dediler. Çekti. Ardından ekonomideki “gizli el” gerekli düzenlemeleri yapar dediler ama o görünmez gizli el; düzenlemeler yapacağına, halkı idam edecek sehpaları dikiverdi memleketin orta yerine… Şimdi gerine, gerine; açlıktan ölmek üzere olan halkın gözünü boyamak için yeni bir düşman pazarlamak ya da “marketler her gün kafalarına göre değiştirdikçe etiketleri” onları azarlamak neyin nesi?
Dün…
Bakkal amcanın katili yaparken kocaman marketleri; pek mutluydunuz.
Bugün neden kızgınsınız?
Liberal ekonomiler kuramsal olarak “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” ilkesini savunsa da, devlet denetimi olmadığını mı sanıyorsunuz o yaban topraklarda?
Devlet denetiminin olmadığı yerde; anarşi olur.
Oysa bu ülkede devlet denetimi; ekonomiyi değil, halkın politik görüşünü denetlemeye yönelik… Siz ekonomi yerine, halkı denetliyorsunuz.
Değil mi ki bu kadar liberalizm yanlısısınız…
Neden ekonomide olduğu gibi politik düşünceler, görüşler konusunda da liberal olamıyorsunuz?
Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler.
Bırakınız düşündüklerini yazsınlar, bırakınız söylesinler.
Eyleme geçen saldırganca bir eylem yoksa; ne var bunda?
Düşüncelerden, sözlerden korkulur mu?
Ama ekonomide denetim olmazsa; halk zarar görür ve son aşamada halkla birlikte, devlet de zarar görür.
Ekonomik çöküntüler; ülkeleri siler, süpürür.
Ekonomide denetim; devlet eliyle denetim, halk için denetim, ülke için denetim gereklidir.
Yoksa… Deistlerin, ateistlerin bile arasından çıkacak “zincirlerimizden başka kaybedecek neyimiz var?” diyen ve öncelikle ekmek kavgası veren komünistler, sosyalistler de çoğalır, önünü alamazsınız sonrasında… Açlık kapıyı çaldığında din, iman kalmaz ne imamın da ne softasında, bilesiniz!
*Küreselleşme kuramı, ötekileştirirken bazılarını…
Onlar savaşta şehit
Depremde kurban
Salgınlarda ölen
Bu yaşananlara acaba kimdir gülen?
Kahpe felek mi, çarkı felek mi, çarkına edilesi zübük dümbelek mi?…
Didim, 28 Ocak 2025