Donald Trump Türk-Kürt çatışmasının ‘bin yıllık düşmanlık’ sonucu olduğunu söylemiş.
Bu tanımlamanın tarihsel-toplumsal-felsefî ve ‘bilimsel’ bir temeli var mıdır?
Kesinlikle yoktur.
Bu tanımlama ancak ve sadece ‘siyasî’ bir nitelik taşımakta ve ‘siyasal amaçlar’ için bir ‘araç’ olarak kullanılmaktadır.
Böylece ‘siyaset’ ile ‘politika’ arasındaki temel ayırımın ne kadar can alıcı bir önem taşıdığı konusuna gelmiş oluyoruz.
Daha önce ‘siyaset’ ile ‘politika’ arasındaki ayırım üzerine birkaç yazı yazmıştım.
Şimdi Trump’ın ‘bin yıllık düşmanlık’ sözünün, sadece Trump’un ‘siyasî danışmanları’nın bir fantezisi olarak değil ama çok daha derin ‘siyasî amaçlar’ için kullanılan bir ‘araç’ olduğuna bir kez daha tanıklık etmiş bulunuyoruz.
Dün Hamit Bozarslan’ın Artı Tv’deki bir söyleşisini dinledim.
Fransız seçkin üniversitelerinde eğitim görmüş, yani iyi ‘eğitilmiş’ bir tarihçi-sosyoloğ olarak ‘Kürt Sorunu’ konusunda ‘uzman’ bir profesördür diyelim.
Trump ve benzeri batılı siyasetçilerin ‘siyasî danışmanları’nın görüşleri işte bu Hamit Bozarslan gibi ‘Arslan’ların görüşlerine dayanmaktadır.
İçinde zerre ‘politika’ olmayan ve tamamen sözde bilimsel ‘siyasî’ değerlendirmelere dayanmaktadır yani.
O zaman ‘siyaset’ ve ‘politika’ arasındaki ayırım konusuna yeniden ve kısaca değinmemiz gerekmektedir.
Bu ayırım, Fransızca’daki (la politique) yani siyaset ve (le politique) yani politika olarak dillendirilmektedir.
Ancak, hemen altını çizmem gerekiyor ki, bu ne sıradan bir çeviri konusu ve ne de savsaklanacak bir konu olmayıp, tüm ‘politik düşünce’ye ilişkin olup ve hatta Türkiye’de ‘siyaset bilimi’ denilen bilimin ‘nesne’sini oluşturmaktadır.
Örneğin, Türkiye’de ‘siyaset bilimi’ denilen bilimin ortaya çıkması, başka yazılarımızda değindiğimiz üzere ‘Modern Devlet’in ortaya çıkmasıyla birlikte olmuştur denilebilir.
Nitekim başlangıçta, öncelik ve özellikle ‘Devlet’in işlevlerine ilişkin, yani Devletlû’leri (stato-centrée) ele alan bir ‘bilim’ olmuştur. Tam da bu nedenle, şimdilerde ‘siyasal bilimler’ denilen fakültenin adı ‘Mülkiye’ olarak konulmuştur.
Devlet padişahın ‘Mülk’ü ise, ‘siyaset’ de doğal olarak mülk içindeki ‘entrika’ların çözümlemesine dayanacaktı. İşte İngilizce’deki (politics) sözcüğü ile Fransızca’daki (La politique) sözcüğü, sonradan ‘iktidar mücadelesi’ diye genelleştirilecek olsa da, Devlet ya da Mülk içindeki ‘güç mücadelesi’ anlamına gönderme yapmaktadır.
Ki, günümüzde bile, yaygın olarak kullanılan ‘siyaset’ terimi bu anlayışın dışına çıkılamadığının bir göstergesi olmaktadır.
Öncelikle ‘bu siyasetin alıcısı var’ denilen tüccar yaklaşımının yanlışlığına değinmemiz gerekiyor.
Örneğin şimdilerde bir ‘siyaset iletişimcisi’ gibi bir ‘meslek’ doğmuş bulunmakta.
Bunlar hangi ‘siyaset’in alıcısı ve satıcısı olduğunu hesaplıyorlar yani.
Tıpkı Hamit Bozarslan gibi ‘bilim adamları’nın, değil mi ki onlarca diploma ve ödül sahibidirler, Trump ve benzeri azgın siyasetçilerin satabilecekleri malların ne kadar çok alıcısı olduğunu hesaplamaları gibi.
Nitekim Pierre Bourdieu’nün tanımına uygun bir biçimde, günümüzde ‘siyaset’ denilince, sıradan yurttaşların sıradan ‘tüketici’ler olarak ‘meydan’a çıkıp, ‘tercih’lerini yaptıkları bir ‘alan’ olarak düşünülmektedir.
İşte Trump’ın satışa çıkardığı ‘bin yıllık düşmanlık’ böyle bir ‘mal’ olup, öncelikle Kürtler ve destekçisi emperyalist odaklar tarafından bedelsiz alınmaktadır.
Kaldı ki, dillere pelesenk olan ‘Demokrasi’ de böyle bir ‘mal’a dönüştürülmüş bulunmaktadır.
Oysa, ‘demokrasi’, Fransa’da ‘sosyal liberal’ olarak anılan François Guizot (ve diğerleri) ile liberal Benjamin Constant türü yazar ve düşünürler ile Aristo ve Monstesquie’nün düşündüğü gibi bir ‘hükûmet biçimi’ değil ama bir ‘toplum biçimi’ ya da ‘toplumsal biçim’dir.
Yani İngilizce’deki (Polity) sözcüğü ile Fransızca’daki (Le politique) sözcüğü, sadece siyasal yaşam değil ama toplumsal (sosyal) yaşam içindeki her türlü, ama adından da belli olacağı üzere tüm toplumsal (sosyal) sorun ve çelişkilerin çözümüne ilişkin olmaktadır.
Şimdi ‘Kürt Sorunu’nun, sadece ve yalnızca Kürt’lere anayasal ‘kurucu öge’ ve ‘anadilde eğitim’ hakkının verilmesiyle özleştirilmesinin bir ‘toplumsal sorun’ olarak adlandırılması ne kadar doğrudur diye sorulabilir.
Ya da ‘toplumsal çelişkiler’in çözüm mücadelesinde bir ‘güç bölünmesi’ne yol açmak demek olduğu açık değil midir?
Sözde ‘demokrasi mücadelesi’ veren Kürt’lerin özde bir ‘hükûmet biçimi’ değil ama bir ‘toplum biçimi’ ya da ‘toplumsal biçim’ olarak ‘Demokrasi’ye geçişi engellediği söylenemez mi?
Acelemiz var, şimdi ve hemen bir ‘çözüm’ istemek, demek ki, ‘sığ bir siyasî çözüm’ istemekten başka bir şey değildir.
Ve görüldüğü kadar çokca ‘alıcısı’ vardır.
Ancak kesinlikle bir ‘politik çözüm’ü ertelemek ve hatta engellemekten başka bir anlamı yoktur.