Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Zeki Sarıhan

Bana sevdiğin müziği söyle…

Ferdi Tayfur’un ölümü, Arabesk müzik konusunda “bazı görüşlerin yayımlanmasına” vesile oldu. Eskiden de yazılmamış değildi.

“Bana sevdiğin müzik türünü söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” dense yeridir. Buradaki “Kim” sözcüğünü “hangi kültün bireyi” hatta “hangi sınıfa ait olduğun” biçiminde anlamak da mümkündür.

Gerçekten de başka birçok konuda olduğu gibi müzik de bir sınıfın damgasını taşır.

Dil de öyle değil mi? Arapça-Farsça-Türkçe karışımı bir dil kullanıyorsanız feodal sınıfın yönetici, mektepli takımından olurdunuz. Şehirli halkın, özellikle İstanbulluların ise kendilerine özgü bir konuşma dili vardı. Yalın, temiz bir Türkçe konuşuyorsanız herkes sizin köylü olduğunuzu anlar. Şivenizden hangi bölgeden olduğunuzu bile çıkarabilir.

Türkü’nün köylü müziği olduğunda hiç kuşku yoktur. Türk Sanat Müziği ise saray müziğidir. Geniş kitlelerin duygularını yansıtmaktan uzaktır. Çok sesli klasik Batı müziği ise Batı burjuvazisinin ve onun gibi eğitilmiş entelektüel tabakanın duygularını dile getirir. Burjuvazinin ortaya çıktığı bir dönemin ürünüdür. Dini müzik, okul müziği, pop müzik, meyhane müziği gibi bazı tabakalara özgü müzik türleri de var.

ARABESK HANGİ TÜR İNSANIN MÜZİĞİDİR?

Arabeske gelince: Bu, bir dönemin yarattığı insan tipinin duygularını okşayan bir müziktir. 1950 sonrası, yorganını sırtlayıp köylerden kentlerin yolunu tutan, kentlerin çevrelerinde her türlü güvenceden yoksun olduğu için kendini yalnız hisseden insanlar, nüfusun önemli bir bölümünü oluşturunca bunlar kendi müziklerini yarattılar. Adına Arap müziğinin Türkçe sözlü versiyonu anlamına “Arabesk” denildi. 1950’lerden başlayarak yeni zenginlerin gazinoları doldurduğu dönemin müzik tarzlarından biri de Zeki Müren müziğidir.

Bir milletin içindeki sınıflaşma ve hatta tabakalama sayısı kadar müzik türü oluştu. Dolayısıyla “Bana sevdiğin müzik türünü söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” sözü hiç de boş bir lakırdı değildir. Çünkü dâhil olunan sınıf, birçok davranışı ve görüntüyü de yanında getirir. Yaşadığınız konut tipi nasıl sizin hangi sınıfa dâhil oldunuz konusunda önemli bir ip ucu veriyorsa, giyim kuşamınız da az çok bu konuda bir işaret sayılıyorsa, kullandığınız dil ve hoşlandığınız müzik de sınıfınızı ele verir.

Yukarıda saymadığımız bir başka müzik türü daha var. Bence onun en önde gelen temsilcisi Ruhi su idi. Onun plakları 1960’tan sonra aydınların devrimleştiği bir dönemde ortaya çıktı ve tam da halk kültürüne bağlı devrimcilerin ses bayrağı oldu. 1 Mayıs marşının, Enternasyonal’in ağızlardan düşmediği yıllardı.

Köyden çıkmış arkadaşların rakı masalarında ince ruhlu görünmek için klasik Türk müziği dedikleri şarkılara sarılmaları bir hoşlanma duygusundan çok bir sınıf değiştirme çabası idi. Kentli kültüre özenti idi. Bir de benim gibi Türkünün yanına bir de Ruhi Su müziğini ekleyen ve duygularını ancak bu ikisiyle ifade edebilen kuşak var. Çok sesli klasik Batı müziğinin üstün bir sanat eseri olduğunu, evrendeki çokluğu uyum içinde dile getirdiğini teorik olarak bilsek ve dinlemekten zaman zaman hoşlansak da bu konuda eğitimimizin eksik olduğunu kabul etmek gerekir. Mozart’ı seslendiren bir orkestra, fıkrada dile getirildiği gibi bir şehrin halkına zulüm gibi gelebilir.

KEMALETTİN TUĞCU ARABESLKİ

İlginçtir, Arabeskin yaygınlaştığı dönemin çocuk edebiyatının en çok okunan yazarı Kemalettin Tuğcu idi. Öğrencileri Kemalettin Tuğcu kitaplarından kurtarmak için epey uğraşmışımdır. Onun yerine Türk ve dünya edebiyatının seçkin çocuk kitaplarını okumalıydılar. Bir zamanlar bu türün örnekleri de epey yaygındı. Günümüzde galiba kişiliğini bunlarla geliştirip zenginleştiren çocuk ve bunları çocuklarla buluşturan öğretmen de kalmadı. Okuma ihtiyacımızı artık telefonlarımızdaki kısa mesajlar karşılıyor!

Hey gidi devrim yılları! Devrim umuduyla yaşadığımız, devrime ulaşmak için birlikte türküler, marşlar söylediğimiz yıllar! Bir o coşkun ruh haline bakın, bir de arabeskin dünyası kararmış, çırpınıp duran, sızlanan, başkaldırmış gibi görünen ama yenilgi acısını dile getirmekten başka işlevi olmayan ruhuna bakın.

Müslim “Baba”nın cenazesindeki kalabalığa, hakkındaki övgülerin, minnet duygularının yüksekliğine bakılırsa, arabeskin günümüzde hayat pahalılığı ve keskin sınıf ayrılıklarının yarattığı umutsuz sızlanmalara uygun düştüğünü anlayabiliriz. Toplumun hangi müzikten anladığını, seçimlerle iktidara getirdiği siyasi kadrolardan da anlamak mümkündür. “Bana partini söyle, senin hangi tür müzikten hoşlandığını söyleyeyim” de denebilir. Kültürün çeşitli toplum kesimleri arasında geçişkenliğin bulunması doğaldır. Sonuçta ayni siyasi sınırlar içinde yaşıyoruz ve çeşitli kültürel ögeler hepimizi etkilemektedir. Bu durum her sınıfın bir müziği bulunduğu gerçeğini değiştirmez. “Ölürsem kabrime gelme” diyen arabeskin ölü ruhu ile “Huma kuşu yükseklerden seslenir/Yar koynunda bir çift suna belenir/ Sen ağlama kirpiklerin ıslanır” diyerek gönlümüzü havalandıran, aşk ve yaşam  dolu ezgiyi karşılaştırınız.

Ülkemizde en yaygın müzik türü hangisidir? sorusunun yanıtı sanırım hâlâ Türküdür. O Bedri Rahmi’nin “Köy Türküleri şiirinde yazdığı gibi “Ana sütü kadar temiz”dir. Türkiye halkı esas olarak bu arı, duru pınardan beslenmektedir. Onu modern müzik formlarıyla ve aletleriyle zenginleştirmek kültür politikamızın esasını oluşturmalıdır.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER