Son Gazze olaylarıyla Türkiye’de kimi siyasal İslamcıları Yahudi düşmanlığı, Antisiyonist söylem, Yahudifobi geliştirmek istiyorlar.
Bunu yapanları kimi parti, kimi cemaat, kimi tarikat, kimi dernek, kimi de kişiler olarak yapıyorlar..
İçinde sol ve milliyetçi düşüncedeki insanların bulunduğu, her “olumsuzluğu” Yahudilere ve ABD’ye bağlama eğilimini körüklemek istenler de ayrı bir alem..
Tarikat, cemaat kesimi, Yahudilerle ilgili mücadelede Sultan İkinci Abdülhamit’i örnek aldıklarının söylerler, Abdülhamit Han’ın Yahudi düşmanı olduğunu iddia ederler..
Lakin bu söylemler, tarihsel gerçeklerle hiç mi hiç uyuşmuyor..
Tarihi, onların iddia ettiğinin tersinin söylüyor..
Örneğin, Abdülhamit Han, Sionizmin kurucusu kabul edilen Theodor Herzl ile bir şekilde ilişkisi vardı ve ona Mecidye Nişanı vermişti.
Abdülhamit Hanın Mecidiye Nişanı verdiği tek Yahudi Theodor Herzl değildi elbet.
1852- 1922 yılları ararında Sultan Abdülmecit ve Sultan İkinci Abdülhamit, Theodor Herzl’in yanı sıra Filistin Başhamamı Abraham Aşkenazi, Kudüslü Yahudi iş insanı Yosef Navon gibi Yahudiler de bulunmaktaydı.
İki padişahın Mecidiye nişanı verdiği insanlar arasında Lois Pasteur, Robert Koch, Emile Adolf Von Behring, Auguste Lumière gibi bilim insanları, Orhun Yazıtlarının ilk okuyan Türkolog Wilhelm Thomsen gibi dilbilimci, İvan Ayvazovski veJules Ernest Renoux gibi ressam, Léon-Eugène Méhédin gibi mimar ve fotoğrafçı, Pierre-Auguste Sarrus gibi müzisyen, Arthur Conan Doyle ve George Alfred Hently gibi yazarlar, Osmanlı’ya karşı Çanakkale Savaşlarında savaşan İngiliz subay Charles Doughty-Wylie gibi askerler de vardı.
Yani ne Abdülmecit ne de İkinci Abdülhamit, şimdilerde Neoosmanlıcıların anlattığı gibi ne bağnazdılar, ne de Yahudi düşmanıydılar..
Askerlerden bilim inşalarına, yazarlardan sanatçılara, iş insanlarına değin mesleklerinde üstün başarı gösterenleri dinlerine, ırklarına, hangi ülkenin yurttaşı olduklarına bakmadan Mecidiye Nişanları ile onurlandırmışlardı.
Bugünkü Neoosmanlıcılar, duvarlarına posterlerini astıkları İkinci Abdülhamit’teki hoşgörünün, bilime sanata verdiği değerlerin yanından bile geçemezler..
Ne de olsa birileri gerçek Osmanlı, birileri ise çakma..
Abdülhamit, Yahudilik ve Yahudiler
Sultan İkinci Abdülhamit Han, Yahudiler ve Yahudilik konusunda şimdilerde anlatıldığı gibi bir tutum izlememişti.
“Siyonizmin babası” olarak tanımlanan Theodor Herzl ile olan ilişkisi, ona Mecidiye Nişanı vermesi aslında bunun bir kanıtı..
Üstelik Abdülhamit Han bırakın Yahudi düşmanlığını, aksine Yahudilerin koruyucusu olmuştu.
Abdülhamit Hanın Theodor Herzl ve Yahudilikle ilgisini, bu konuda en yetkin tarihçilerden biri olan Selim Aviyente’nin 2009’da kaleme aldığı yazıdan okuyalım.
Ne de olsa işi uzmanından öğrenmek gerekir.
“turkyahudileri.com”un belirttiği gibi, “II. Abdülhamit ile Yahudi milliyetçilerinin lideri (Modern Siyonizm’in babası denilebilir mi?) Theodor Herzl’in yaşantıları XIX. yüzyılın çalkantılı sonlarına doğru kesişir. Dolaylı ve doğrudan yapılan temasların Siyonizm’in gelişimini derinden etkilediği bir gerçek… Peki, aynı görüşmeler Osmanlı Devleti’ni nasıl etkilemiş? Karşılıklı görüşmenin yıl dönümünde, Selim Aviyente, bu üstünde çokça durulan konuya ışık tutuyor.
“Fransa’dan başlayarak yeşeren ulusalcı söylemler yeni ulus-devletlere yol açarken, Avrupalı Yahudi yazarlar beklenen Mesih’in artık geleceğini ve Yahudilerin kutsal topraklara dönme zamanının geldiğini ifade ediyorlardı.
Bu bağlamda, modern Siyonist makaleler 1880’lerden itibaren Avrupa medyasında yer bulmaya başlamıştı.
Moses Hess, 1862 yılında, ‘Roma ve Kudüs’ adlı kitabında Yahudi sorununa çözüm olarak Filistin’de bir Yahudi sosyal birliği kurulmasını öneriyordu.
Leo Pinsker, 1881 yılında “Auto-Emancipation” adlı kitabında antisemitizmin modern bir olgu olduğunu ve Yahudilerin kendi ulusal vatanlarını nerede olursa olsun kurmak için organize olmaları gerektiğini anlatıyordu.
İşte bu fikirler, İbranice eğitim ve ulusal uyanışı organize etmeye çalışan Hibbat Zion’un (Siyon Âşıkları) dikkatini çekti. Yahudi sorununa çözüm teşkil etmek için Hayfa’da tarım kolonileri kurmaya başladılar.
Dreyfüs olayından derinden etkilenen Theodor Herzl, genel anlamda Yahudi sorununa, özellikle de antisemitizme çözüm için Filistin’de bir Yahudi devleti kurma amacındaydı. Tarihte oynadığı bu rol ona siyasi Siyonizm’in kurucusu sıfatının verilmesine yol açtı.
Herzl, Yahudilerin Filistin’de kutsal kitaplarda anlatıldığı şekli ile bir devlet kurma düşünü kaleme aldığı Der Judenstaat (Yahudi Devleti) adlı kitabını 1896 yılında yayınladı.
Bu amacı gerçekleştirmek için gerekli toprak alanları bulmak maksadıyla Papayla, Alman Kaiser’i Wilhelm’le, Avrupa’nın çeşitli prensleri, politikacıları ve nihayet söz konusu bölgenin kontrolünü elinde tutan Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit ile görüştü.
Ortodoks Yahudiler ise Mesih gelmeden kurulacak bir Yahudi devletine karşıydılar. Bu hareketi laik /sosyalist ve Yahudi inancı ile geleneklerine aykırı bir sapkınlık olarak görmüşlerdi.
Herzl, Sultan II. Abdülhamit’e bu konudaki ilk teklifi dostu olan Polonyalı aristokrat Phillip de Nevlinsky vasıtasıyla yaptı ama bir sonuç çıkmaması üzerine 1896’da İstanbul’a bizzat geldi. Başkente bu tarihten sonra dört defa daha gelecek ve 1902’ye kadar Yıldız Sarayı ile bağlantısını kesmeyecekti.
Theodor Herzl, İstanbul’a 1896 ve 1898 yıllarında yaptığı ilk iki seyahatte, Sultan II. Abdülhamit’in yakın çevresi ile temas kurdu. Yıldız Sarayı’nda Padişah’ın huzuruna ise 1901’deki üçüncü seyahati sırasında, 19 Mayıs 1901 günü kabul edildi.
- Abdülhamit’in adı etrafında oluşan “Devlet-i Âliye’nin satılık tek bir karış toprağı yoktur” söylemi, işte bu görüşmeden sonra ortaya çıktı ve Herzl’in Padişah’ın huzurundan kovulması gibi iç gıcıklayıcı bir mizansenle de süslendi.
Herzl, Sultan Abdülhamit’e daha sonra, 16 Şubat 1902’de gönderdiği bir mektupta bu görüşmenin ayrıntılarını hatırlatıyordu. Herzl, “Majesteleri, memleketinde yaşayan Yahudilere gösterdiği alicenaplığı mazlum ve mağdur durumda bulunan diğer Yahudilere de göstermekte, onları bir peder gibi himaye altına almakta ama toplu olarak bir yerde yaşamaları yerine, değişik bölgelerde bulunmalarına izin vermektedirler” diye yazdı.
Herzl’in yapmış olduğu görüşmeler ve yazışmalar altı sene sürdü. Herzl’in ölümüyle sona erdi.
Garip bir şekilde bu görüşmeler bazı kişiler tarafından tarihin kendi akışı dışında başka bir ideolojiye hizmet etmek için değiştirilmiştir.
Dünyayı Yahudilerin yönettiği ve Osmanlı’yı dünya Yahudilerinin, Masonların, Dönmelerin yıktığı iddiaları aslında Sultan II. Abdülhamit ile Theodor Herzl arasında geçtiği söylenen bu konuşma üzerine temellendirilmiştir.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kurucu üyelerinin Balkan kökenli olması, merkezlerinin, Yahudilerin yoğun yaşadıkları bir şehir olan Selanik’te bulunması, II. Meşrutiyetle başlayan sürecin, laik ve ulusal bir devletin, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile sonuçlanması, bu komplo teorisini güçlendirir.
Dünya görüşü dinci ve hilafetçi olan bazı kesimlerin yeni kurulan Türkiye Devletine mesafeli durmaları ve bu siyasi oluşumda, Herzl’in kovulmasının intikamını almaya çalışan Yahudilerin parmağı olduğu iddialarına yol açar.
Bu söylentilerin çıkma sebebi, Herzl’in 1901’de İsviçre’nin Basel şehrinde toplanan Siyonist Kongresi’nde ortaya attığı ve Yıldız Sarayı tarafından üç gün içinde yalanlanan bir iddiaya dayanmaktadır. Ancak, iş bizde dönüp dolaşmış ve “II. Abdülhamit, Filistin’de Yahudi vatanı kurmak isteyen Herzl’i huzurundan kovdu” şeklini aldı.
Osmanlı arşivinden çıkan yeni belgeler
Yukarıda anlatılan ve Prof. Vahdettin Engin’in Osmanlı arşivlerinden yaptığı araştırmalarda bulduğu yeni belgeler belli çevrelerde tarihin yeniden yazılımına yol açacak kadar sarsıcıdır. Huzurdan kovma hikâyesi Prof. Engin’in Osmanlı arşivinde bulduğu belgeler ışığında çürütüldü.
Prof. Engin’e göre altı sene süren görüşmeler esasında iki mektupla başlamıştı. Bu mektuplarda Herzl, Osmanlı’dan taleplerini ve Osmanlı borçlarının ödenmesi konusunda ne yapabileceklerini anlatmıştı.
1876’da Babıâli’nin İngiltere’ye olan 200 milyon sterlini geçen borçlarını ödeyememesi ile ortaya çıkan Duyun-u Umumiye İdaresi, kapitülasyonlar ve imtiyazlardan daha büyük bir sömürü aleti olmuştu. Zaten o borçlanmanın altında yatan da, imparatorluğun kendi sanayi hareketini kapitülasyonlar yüzünden kuramamasıydı.
İstanbul’da, bir iki kişilik büro olarak ortaya çıkan Duyun-u Umumiye İdaresi ile kefil olmadan devletin dışarıdan borç bulması da artık mümkün değildi. Avrupa devletleri Duyun-u Umumiye’yi kullanarak faiz isteklerini de bir bir yaptırıyordu.
- Abdülhamit, Duyun-u Umumiye (Borçlar İdaresi) ile borçların yönetimi hakkında görüşme halindeydi. Bu görüşmelerin amacı Osmanlı borçlarının indirilmesi yönündeydi; en sonunda 75 milyon altın olan borcun 32 milyon altına indirilmesini başarmıştı.
Herzl’in yaptığı teklif, 32 milyon altının % 80’inin, yani yaklaşık 25-26 milyon altının Avrupalı Yahudiler tarafından ödenmesini içeriyordu.
Sultan II. Abdülhamit’le yapılan pazarlıkta Herzl’in yerleşim müsaadesi istediği Osmanlı toprağı Hayfa ve civarıydı. Hâlbuki Sultan II. Abdülhamit, Yahudi topluluklarının Mezopotamya (Kuzey Irak) üzerinde değişik bölgelere yerleştirilmeleri düşüncesindeydi.
Burada olan “huzurdan kovulma” değil, son ana kadar görüşmeleri sıcak tutup Duyun-u Umumiye ile anlaşamama halinde, Herzl ile pazarlığın neticelendirilmesi olabilir. Nitekim Duyun-u Umumiye ile anlaşıldığı anda Herzl ve vekilleriyle bütün ilişkiler hemen kesildi.
Herzl, 25 Temmuz 1902’de İstanbul Tarabya’dan Sultan II. Abdülhamit’e yazdığı mektuplarda Duyun-u Umumiye ile kendisinin de görüştüğünü anlatıp, ne yapılması gerektiği ile ilgili tavsiyelerde bulundu.
Herzl’in parasal yardımların ötesinde, Sultan’ın Paris’te yaşayan muhalifi Jön Türk Liderlerinden Halit Ziya Bey’in ortadan kaldırılması teklifinde bile bulunduğu söylenir.
10 Mart 1902’de 40,000 Pound’luk, 15 Mart 1902’de 1,000,000 Franklık ve 800,000 Franklık teminat mektupları, Viyana Konsolosu Mahmut Nedim Bey vasıtasıyla Sultan II. Abdülhamit’e sunulmuştu. Bu teminat mektupları Credit Lyonais, Loyds Bank ve Dresner Bank’tan alınmıştı ve Duyun-u Umumiye ile pazarlıkların başarılı geçmesi halinde borç ödemesinde kullanılacaktı.
Ancak hükümetin Duyunu Umumiye ile yaptığı görüşmeler sonucunda borç erteleme başarıya ulaşmış ve Herzl’in teminat mektuplarına ihtiyaç kalmamıştı.
Dolayısı ile denilebilir ki, Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit, hiçbir kozu vakti gelmeden elinin tersiyle itmeyen, peşin olarak reddetmeyen, gerçekçi ve öngörülü bir devlet adamıydı.”
İkinci Abdülhamit döneminde Osmanlı Yahudileri, yönetimle herhangi bir sürtüşmeye girmediği gibi, önemli gelişmeler de göstermişti. Osmanlı Yahudileri ayrıca birçok kamu görevlerinde yer aldı. Ayrıca bu dönem boyunca, Osmanlı topraklarına büyük bir Yahudi göçü oldu; 1844’te 150 bin olan Yahudi nüfusu, 1907’de 253 bine çıktı. Osmanlı, Yahudileri yalnız sınırları dahilinde değil, dışında da koruma politikası izlemişti. Öte yandan Osmanlı’ya İspanya’dan göçün 400. yılını Osmanlı Yahudilerinin coşkulu bir şekilde kutlamaları da, bu dönemde Yahudi topluluğunun Osmanlı’ya olan bağlılığını ortaya koyar. 1892 yılının Pesah Bayramı’nda, tüm sinagoglarda okunan özel bir şükran duasından sonra Moşe Levi, Yıldız Sarayına giderek II. Abdülhamit’e Yahudilerin minnet ve şükranlarını ifade eden altınla işlenmiş bir albüm ile sinagoglarda okunan metni ve Türkçe tercümesini sundu. II. Abdülhamit döneminin konsolos, hukukçu, müfettiş, maliyeci ve hekimleri arasında birçok Yahudi vatandaş bulunmaktaydı.
Kaldı ki, Filistin Osmanlı toprakları içinde kaldıkça, Osmanlı Yahudilerinin en sonunda bu bölgenin Osmanlı Devleti’nden kopmasını gerektirecek olan Siyonizm’e sempati göstermedikleri de başka bir gerçektir. Osmanlı Yahudileri, bu devletin topraklarını onları savunan bir kale olarak görmüş ve çöküş sürecinden kaygılanmışlardı.
Abdülhamit Han da, Yahudileri daima koruyup kollamıştır.
YORUMLAR