Zeki SARIHAN
“SEN SARIHAN, BEN SARIHAN”
Iğdır’ın ana caddelerden birinde gezerken “Sarıhan Mobilya” levhasını gördüm. İçeri dalıp selam verdim. Benim soyasımın da Sarıhan olduğunu söyledim, kendi soyadlarının nereden geldiğini sordum. 58 yıl önce de Malatya’da “Sarıhan Terzihanesi”ne rastlayınca dükkâna girip aynı girişkenlikte bulunmuş ve terzinin iyi kabulüyle karşılaşmış, bir çayını içmiştim. Mobilyacı Ramazan Sarıhan da beni ilgiyle karşıladı. Iğdır’da bu soyadını taşıyan akrabalarından 7-8 aile olduğunu, Doğu Beyazıt’ta da bir kolları olduğunu söyledi. Rastlantı bu ya Ramazan Bey, okuma tutkunu, şiir ve edebiyat meraklısı biri çıktı. Sohbet sırasında öğle yemeği yiyip yemediğimi sordu. Bu gezimde kimseyi masrafa sokmama kararıma rağmen bu ikramı reddedemezdim. O bir akraba sayılırdı. Beni Iğdır’ın seçkin lokantalarından birine götürdü. Birbirimizin telefonlarını alarak ayrılmadan önce ona bir kitabımı imzaladım. Her halde hiç okurumun olmadığı Iğdır’da böyle böyle birkaç okurum olacaktı!
TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİNDE
Levhası gözüme ilişince Türkiye İşçi Partisinin de kapısını çaldım. Başkan Yusuf Sığıngan ve bir arkadaşı içeride oturuyorlardı. Partinin varlığı hakkında bilgi aldım. Yüz kadar üyeleri varmış. Iğdır’da kitapçının olmadığını, hepsinin kırtasiyeye bozduğunu söylemişlerdi. Yusuf Yoldaş’la, ertesi günü çarşıda buluştuk. Beni Story Kitabevi’ne götürdü. Burası kitap bakımından da gerçekten zengin bir yerdi. Dün de DR Kitabevini gezmiştik. O da oldukça zengin bir kitap çeşidine sahipti. Kültür hayatımız için sevindirici bir durum. Her iki kitabevinde de adımı internetten araştırdılar, satışta olan kitaplarımın adını öğrendiler ve bunları sipariş edeceklerini söylediler.
BİR BAHÇEDE ÇEŞİTLİ ÇİÇEKLER?
Geleceğim gün Uygulama Otelinin birinci kat balkonunda uçağa gitme zamanını doldururken orada sigara içmekte olan arkadaşla sohbet ettim. Otelin çalışanlarındanmış. Iğdır’ın köylüklerinden. Köylerinde okul olmadığı için gittiği komşu köy okulunu, yollarda kurt saldırısından çekindiği için yarım bırakmış. Aramızda şöyle bir sohbet oldu:
“Kaç kardeşsiniz?”
“On erkek kardeşiz.”
Kız kardeşin yok mu?”
“Yedi de kız kardeşim var.”
“Baban çok çalışmış, anan da çocuk fabrikası gibi maşallah!”
“Babam iki evliydi. Yedisi öteki kadından.”
“Kadınlar geçinebiliyorlar mıydı bari?”
“Çok iyi geçiniyorlardı. Bizim oralarda bütün işleri kadınlar görür. Yüzlerce koyun sağılacak. Bir kadın hepsiyle başa çıkamaz. Erkeğine ikinci bir eş almasını ister.”
“Kürt müsün Azeri mi?”
“Kürdüm.”
“Hangi partiye oy verdin?”
“AKP’ye.”
“Neden?”
“Çünkü beni bu parti işle aldı.”
“Alsın, senin başka bir partiye oy verdiğini nerden bilecekler?”
“Vicdanım var.”
“Azerilerle Kürtler anladığıma göre iyi geçiniyorlar.”
“Onlarla etle tırnak gibiyiz. Bir bahçede tek bir çiçek mi olsa daha iyidir, çeşitli çiçekler mi olsa daha iyidir?”
HAVAALANINDA SÜRPRİZ
6 Haziran Perşembe günü havaalanına giden minibüsten inen tek VİP yolcusu bendim. Üst katta bomboş bekleme odasına çıkardılar. Kahvemi getirdiler. Televizyon izlerken bir ara hava almak istedim. Koridora çıkınca açık havaya nerden çıkabileceğimi sordum. Karşılaştıklarımdan biri havaalanı müdürü Fikret Bağca imiş. Beni odasına davet etti. Yolcular arasında bir VİP yolcusunun olduğunu kendisine haber vermedikleri için de çalışanlarına çıkıştı. Ona aslında önemli biri olmadığımı ama eşimin eski milletvekili olması dolayısıyla VİP (Çok Önemli Kişi) sınıfından sayıldığımı söylemek zorunda kaldım. Bu arada önemli sayılmamakla birlikte yazı hayatım olduğunu da ekledim. Müdür öğretmenliğim ve yazarlığımla ilgilendi. Giyim ve konuşmamla eski öğretmenlere benzediğimi söyledi. Kendisi insanları sağ ve sol değil insan olarak değerlendirdiğini söyledi.
Bağca, Havaalanının açıldığı 2012’den beri burada müdür olduğunu söyledi. Havaalanının kurulduğu çorak toprağı nasıl yeşillendirdiğini anlattı. Bu “Butik” havaalanına günde Ankara’dan bir, İstanbul’dan üç-dört uçak inip kalkıyormuş. Güvenlikçisi, bahçe işlerine bakanlar da içinde olmak üzere dört yüz de çalışanı varmış!
Bağca’nın , bu candan sohbeti yetmiyormuş gibi, bana yapacağı iki sürpriz daha varmış. Duvara dayanmış tuz kitlesini Tuzluca’dan mı aldığını sordum. “Bunu size vereyim” diyerek tuz lambasını sağlamca bir paket yaptırdı, bir uçak maketini de çantama koydurdu. Iğdır Spor şapkasını ise futbolla hiç ilgilenmediğimi söyleyerek istemedim. Ankara’ya ulaşınca ben de ona bir kitabımı göndereceğime söz verdim. Beni, çıkış kapısına kadar yolcu etti.
Giderken olduğu gibi dönerken de güzel yurdumun karlı sıradağlarını, özellikle Ağrı’yı, pamuk yığınlarını andıran top top ak bulutlarını, bereketli tarlalarını, kıvrımlı yollarını ve birer kibrit kutusu gibi görünen evlerini, inişli çıkışlı yolları ve kıvrılarak akan derelerini bir buçuk saat gözlerimi ayırmadan izledim. (14 Haziran 2024)
zekisarihan.com