Koy bir çay içelim…
Evet, yağmurlar aynı hızıyla devam ediyor. Allah beterinden esirgesin. Yağmur berekettir, yeryüzünü mis gibi yıkar paklar, ancak hiç durmayan yağmurlardan ürkerim. Zira karı, yağmuru sıcak evimizde camdan seyretmek ne kadar güzel olsa da, hep bu imkanları bulamayan insanlar, yeryüzünde yaşayan bütün canlılar aklıma gelir.
Bir taraftan da kar kış canlının çaresizliği, eğer toprağını ekmiş çiftçi varsa onun da belki büyük hayal kırıklığıdır, aşırı yağış.
O yüzden hiç durmayan yağan yağmur, beni ürkütür.
Bu soğuklarda insanların tek ortak yanı vardır. İster cam kenarından, ister bir kahve köşesinde yağışı seyret herkesin o anki tek dileği ve tek dili “bir çay ver içelim” dir.
Şimdi diyeceksiniz ki bu çay nereden çıktı?
Adana’da iki, üç gündür beni endişelendiren, hiç durmayan bir yağmur var. Bizde iki, üç ay süren yoğun kış bile şehrimi felç etmeye yeter, zira her şehirde olduğu gibi çarpık yapılanma, kanalizasyonların yetersizlikleri…
Biliyorum ki şu anda evini su basmış insanların biçareliği başlamıştır bile…
Bunları düşünürken aklıma çay geldi…
Çay…
İçimizi ısıtan, sohbeti koyulaştıran ya da bir ortamda sohbeti başlatan en güzel, en sıcak iletişim şekli.
Hava soğuktur, “ver bir çay içelim” denir…
Hava sıcaktır, hararetimiz geçsin diye, yine “ver bir çay içelim” deriz.
Ne garip bir bitki değil mi?
Hem ısıtma, hem ferahlatma hem de sosyalleşme etkisi var.
Peki, bu çayın geçmişini hiç merak ettiniz mi?
Ben ettim, bakın tarihçesi neymiş “ Binlerce yıldır nice din, ülke, saray, fabrika ve ev gezen çay, dünyanın farklı coğrafyalarının zaman çizelgelerinde büyük değişimler yaratacak, tarihin yönünü değiştirecek denli güçlü bir iksirdi. Gücünü zıtlıklardan alan bu iksir, tarih boyunca efsanelerin ve bilimin, sosyal dönüşümlerin ve dinginliğin, ruhsal ayinlerin ve dünyevî hazların, kutlamaların ve savaşların, soyluların ve yoksulların içeceği olmuştu. Bugün Arjantin’den Kenya’ya dek pek çok ülkede yetişse de, ilk olarak Uzakdoğu, Güney Doğu Asya ve Hindistan’da yabani olarak yetişmişti. Çay, efsaneye göre MÖ 2737’de Çin’in Siçuan bölgesinde, Çin tıbbının kurucusu olarak bilinen ve güçlü mistik yönleriyle tam bir şifacı olan İmparator Shen Nong tarafından keşfedilir. Shen Nung, bir ağacın altında her zamanki gibi sıcak suyunu içmektedir. Rüzgarın etkisiyle kopup savrulan birkaç çay yaprağı, imparatorun sıcak suyunun içine düşer. Shen Nung da, içtiği sıvıyı lezzetli ve ferahlatıcı bulur. Çin’e tarımı getirdiğine inanılan ve “Tanrısal Çiftçi” olarak da bilinen İmparator Shen Nung’un 365 bitkinin tadına baktığı ve aşırı dozdan zehirlenerek öldüğü söylenir. Ne var ki, yazılı kaynaklar bize çayın keşfi için çok daha ileri bir tarihi işaret etmekte. Çay, ilk kez MÖ 1600-1046 arasından hüküm sürmüş olan Shang Hanedanı döneminde tüketilmiş. Çay ekimi Yunnan bölgesinden Çin’in tüm Güney yarısına yayılmış. Çin’den Japonya’ya, Hindistan’a, Rusya’ya ve İngiltere’ye yayılan, gündelik hayatın vazgeçilmez tadı olan çayın muhteşem serüveni bugünlere kadar gelmiş”
İşte, özellikle Karadeniz Bölgesi’nde üretimi yaygın olan, koca koca yapraklı bitkinin hikâyesi de buymuş.
Her ne kadar torunun, Âşık Veysel’e ait olmadığını söylese de bizim ona ait olduğunu bildiğimiz sözüyle bugünlük de bu kadar diyorum “Benim sana verebileceğim çok şey yok aslında… Çay var içersen, ben var seversen, yol var gidersen…”
Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!