Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Oktay Erol

Birbirimize “yabancılığı” ne çok seviyoruz…

Oktay EROL

Bunun adına ne deniyor, bilmiyorum ki? İşi “iyi” bilmek mi, işin başındakilerle “iyi” ilişkilerde olmak mı, işi dışarıdan yönetmenin “dayanılmaz” ergisi mi; ne?

Salt bu dönem değil ki, daha önceki dönemlerde de aynısı yaşandı!

Adana’da yapılacak olan etkinliklerin “bültenleri” İstanbul’dan, masa başında yazılan “bültenlerle” Adana gazetelerine, web sitelerine gönderildi!

Uluslar arası boyuttaki etkinlikler konusunda bilgilendireceklerdi; belirlenen jüri üyeleri, katılacak sanatçılar, gösterilecek filmler, günlük gösterimler duyurulacaktı…

Bu “iş” böyle mi oluyor?

Anımsarsınız, “portakal çiçeği festivali” de aynı biçimde duyuruldu!

Adına ısrarla “karnaval” dediler, etkinliğin olduğu yerlerde “panayır” havasının esmesine neden oldular, eşgüdümden-düzenden ırak düzenlemelere neden oldular!

Bülteni yapanlar Adana’yı, Adanalıyı, Adanalı etkinlikseverleri ne denli biliyor-tanıyordu?

Bu “iş” Adana’yı, Adanalıyı tanımadan-bilmeden de oluyor muydu?

***

Birkaç gün önce İzmir’de “88. İzmir Uluslar arası Fuar” yapıldı.

Anakent Belediyesi’nin günlük bültenleriyle duyuruldu.

Gelen sanatçılar, dışarıdan gelen konuklar, açılışlar, sunumlar, konserler…

Bunları yapabilmek için, “öncesinde” nasıl bir çalışma yaptılar, nerelerle eşgüdüm içerisinde çaba harcadılar; bilmiyorum!

Ancak bu “işi” yürütenlerin; İzmir’i bilen, İzmirliyi tanıyan, İzmir’in gelecek konusunda “öngörülerini” destekleyen uğraşlara öncelik vererek bu “işi” yaptıklarını düşündüm.

Sıcağı-sıcağına; İzmir’in, fuarın, orada oluşan havanın içerisinde var olan enerjiyi yansıtan bültenlere tanık oldum.

Gitmesem de, orada bulunmasam da, o “olayı” yaşayanların gözlemlerinden izledim.

Kötü mü oldu?

***

Etkinlik, bir de “sinema” gibi bir sanatın “canevinden” söz ediliyorsa…

Sinemanın “canevi” denilince, sanatın her katmanında Adanalı “esin” kaynağı oluyorsa…

Yazınından müziğine, sinemasından ressamına “her sanat” dalında yerleri kabartılmış harflerle yazılan isimler anımsandığında…

Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Yılmaz Güney, Yılmaz Şerif, Muzaffer İzgü, Erol Büyükburç, Şener Şen, Haluk Levent…

Bir çırpıda düşündüklerim bunlar…

“Adanalı bu yapılan etkinliklerin neresinde” demek gerekmiyor mu?

***

Birkaç gün önce, Angeline Jolie’nin destek verdiği ilk bağımsız Afgan filmi “Havva, Meryem, Ayşe”nin, 26. Uluslar arası Adana Altın Koza Filme Festivali’nde gösterime çıkacağının bültenini aldık, bir İstanbul firmasından…

Tamam; gelsin, gösterilsin!

Bugün de festivalde kimlerin “jüri” olacaklarını belirten bülteni…

Adana, Altın Koza Film Festivali’nde “jüri” olacak isimleri, İstanbul’dan gelen “bültenden” öğrendi!

Yabancılaşma, diye bir kavram vardır. Kişinin çevresinden, kendi yaşamışlığından uzaklaşması, tüm olanlara yabancı kalması olarak açıklanır.

Sistemin, “iktidarın” yaşattığı da böyle bir yaşam değil mi ki?

Geçmediğin köprünün borcunu öde, yakmadığın elektriğin borcunu öde, kullanmadığın doğalgazın borcunu öde, bilmediğin-görmediğin kentin…

Burada mı?

Bilmediğin Adana’nın etkinliğini düzenle, bültenini yaz, konuklarını belirle…

Birbirimize “yabancılığı” ne çok seviyoruz biz böyle?

 

EĞİTİMDE NİTELİK…

Eğitimin, insan yaşamındaki yeri-önemi konusunda “çok şey” söylendiği gibi, daha da “çok şey” söylenmesi gerekir! Eğitim, insanın düşünce üretmesini sağlar. Düne değin “doğru” bildiği “yanlışları” düzeltme olanağıdır bir yerde! Bunun için daha beş-altı yaşında çocuklar için sınıflar açılıyor. İlkokullar, ortaokullar, liseler, üniversiteler… Buralara öğretmenler atanır. “Doğru bilinen yanlışlar”, eğer biliyorsa öğretmenin verdiği eğitimle değişir! Sokakta nasıl yürümesi gerektiği, abecenin harflerinin nasıl birleştirildiği, birinin sözünün neden dinlenmesi gerektiği, matematiğin neden öğrenildiği, sanal dünyaya neden gerek duyulduğu, uzayın neden öğrenildiği… Tüm bunlar, “o sistemin” yurttaşlarına yapmakla olduğu görevidir! Birini-diğerinden ayırma “hakkını” hiç kimse taşıyamaz!

Biliyor musunuz, yapılan araştırmaya göre ülkemizde “özel okulların” büyümesi “devlet okullarından” daha büyükmüş! Sözümona “özel okullar” akıl almaz biçimde büyüyormuş! “Özel okulların” dudak uçuklatan fiyatlarını duyanın yaşadığı travmayı bilmeyen yok! Ekonomik gücü olan çocuğunu okutsun, ya da ekonomik gücün yoksa çocuğunu okutma! Asgari ücret, ya da emekli maaşlı bir dar gelirlinin “çocuğunun eğitimi” ne olur siz düşünün! Bir de buna içinden çıkılmaz duruma getirilen “müfredatı”, tutturulamayan uygulamaları, ne zaman ne olacağı bilinmeyen sistemleri de eklerseniz

Düşünce, bilim konularında son yıllarda yaşanan “gerilemenin”, kendi dilini kullanmakta bile zorlanmanın, eğitimde niteliğin kararmasının nedenini anlıyor muyuz şimdi?

090919

 

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Reklamı Geç