Başlayan eğitim yılı ile birlikte, “geçen” yılların biriken sorunları yeniden konuşulmaya başlandı.
Uzun günlü yaz ayları yapılmayan işler-yenilemeler-bakımlar, okul zili çalmasıyla birlikte yaşanılır oldu! Okulda boya, okul bahçesinde inşaat, odalarda değişiklik, çatılarda bakım…
Çocuğunun “nerede” okuduğunu, nereye gideceğini bilmeyen, iki çocuğunu ayrı ayrı okullara göndermek zorunda kalan anne-babalardan söz ediliyor!
Onsekiz milyon öğrenci, bir milyon öğretmen, buna on milyon da veli eklendiğinde…
Ülkenin üçte birinin “aynı” ya da benzer kaygıları yaşadığını düşünün…
“İktidarın” alanlara çıkıp “tam gün eğitim” sözü verdiğini, üstelik eğitime aktarılan(!) bütçenin arttığını dile getirdiğini düşünün bir de…
Anne-baba, okuldaki öğrencisi için neler yaşıyor, biliyor muyuz?
***
“Tam gün eğitim” deniyor. Neydi peki “tam gün eğitim”?
Bugünlerde olmasa bile, bir-birbuçuk ay sonra; sabahın aydınlanmayan karanlığında, anne-babanın uykusunu alamayan çocuğunu, gözlerini ovarak okula hazırlaması “öyle” kolay anlaşılacak-anlatılacak bir olay değil!
İşte bunun için “iktidarın” hem yaşattığı, hem de düzeltmeye söz verdiği; “tam gün eğitimi” her seçim öncesinde gündeme getirmesine karşın, gerçekleştirmek-bütçeden “pay” ayırmak yerine harcamayı “bilime, eğitime, öğrenciye” yapmak yerine toplumu “sorgulamamaya” yönelten çalışmalara ayırdı!
Sonuç; kimyayı, matematiği, fiziği, biyolojiye, coğrafyayı bilmeyen, kendi dilinde başarılı olamayan bir kuşak…
“Tam gün eğitim” şuydu… Dersler, kamu çalışanlarının “ilk iş saati” denilen günün aydınlanmış bir zamanda başlayacak, öğle-ikindi arası sona erecek, onbeş dakka ders arası olacaktı.
Hep anne-baba, deniyor ya; karanlıkta çocuğunu okula hazırlayan, kahvaltısını-giyimi sağlayan çalışan anne-babanın yaşadığı karabasanı düşünen var mı?
***
Emre ile Cemre’nin liseli yıllarında, gittiğim “veliler toplantısında”, sınıf öğretmenlerinin öğrencileri suçlayan sözlerini anımsadım.
Sınıfı sıralarında çocuklarının eğitim durumunu öğrenmeye gelen velilere şu söyleniyordu:
“Öğrencilerimiz çalışmıyor, ayrıca söz dinlemiyor. Anne-baba olarak gereken ilgiyi göstermediğiniz ortada. Bu çocuklar, yarın bu toplumun içerisinde iş-güç sahibi olduklarında sizleri yansıtacaklar! Önlemini alalım!
Arka sıralardan bir veli “eti sizin, kemiği bizim hocam, söz dinlemiyorlarsa dövün” dediğinde ne denli savruk, ne denli “bensiz” olduğunu düşünüp söz almıştım!
Gözlerimi yumup, ağzımı açmıştım! Salon susmuş, dediklerim bir gün sonra öğrencilerin aralarında konuştuğu konu olmuştu!
Anne-baba, demiştim…
Belirtilen yaşa değin çocuğu yedirir-içirir-korur-büyütür; sonra da sizlerin eline verir, demiştim…
Çocuklarımızı “bir” akşam yemeklerinde görüyoruz, kalan zamanda sizin yanınızda, demiştim…
Siz nasıl eğitinizde çocuklarımız söz dinlemiyor, başarısız, düzensiz, demiştim…
Çocuğuna “saçının teline” zarar verenin yakasına yapışırım; ne eti, ne kemiği senin, demiştim…
***
Eğitim yılı başlayınca “geçen” yıllarlın biriken sorunları yeniden konuşulmaya başlandı, dedim ya; nedendir bilmiyorum, en çok anne-babalar konuşuluyor!
Öğrencinin okulda “uyumlu” olmasında, okula “alışmasında” yine sözler anne-babaya uzatıldı!
Psikolog Mine Ağır, bir açıklamasında “bazı çocuklar okula bir saatte alışırken, bazıları bir ayda uyum sağlayabilir. Çocuğun evden-anneden ayrılabilmesi ile okula uyum arasında bir ilişki vardır. Bu nedenle öncelikle anne-babaların okula başlama sürecinde duygusal olarak hazır olması önemlidir” diyor.
Anne-baba ne yapmalı; danışmanlara mı başvurmalı, eğitim mi görmeli?
Başarısızlıkların, uyumsuzlukların “tek” sorumlusu anne-baba gibi…
O sınıfın başında bulunan öğretmen; öğrencilerle anne-babalarının olmadığı süreçte ilgilenmesi, öğrencilerin kendini benimsemesi için önceden hazırlanması, çocuk psikolojisini çok iyi bilmesi, anne-babayı yönlendirmesi, öğrencilere doğru bilgiler vermesi, öğrencileri geleceğe hazırlamamak için bilgi sahibi olması gerekmiyor mu?
***
Anne-baba, ya da öğretmen…
Herkesin “belirlenmiş” ödevleri vardır! Öğretmen; eğitmek-öğretmek için var, adı üstünde! Anne- babanın da buna “katkısı” yadsınmamalı! Hiçbir anne-baba için; çocuğunu okul kapısından bırakmasıyla birlikte “vaz geçti” anlamı çıkarmak dürüst olmadığınca, öğretmenlerin de “öğrencinin” uyumu konusunda işlevsiz olduğu akılcı değildir!
Öğrenciye, öğretmenin göstereceği sevgi, yaklaşım, hoşgörü, anlayış “uyumun” üzerindeki etkenlerdir; önemsenmesi, irdelenmesi gereken de bu olmalıdır!
Anne-babanın üzerine düşen o denli çok şey var ki…
FESTİVALDE “GÖNÜLLÜ” GENÇLER…
Dün duydum. Geçtiğimiz yıl Altın Koza Film Festivali’nde görevlendirilmiş gençler vardı. Çoğu da üniversiteden… Gelen konukları ağırlıyorlar, bilmedikleri yerleri anlatıyorlardı. Bu gençler sabah evlerinden çıkıyor, akşam-yatsı dolaylarında evlerine dönüyordu. Gün boyunca yemeleri-içleri kendilerine ait olsa da, festival sonrasında günlük yüz lira harçlık veriliyordu.
Bu yıl… Artık kararı kimin verdiğini bilmiyorum ama, yine “görevlendirilecek” gençler olacakmış, ancak “gönüllü” olacaklarmış! Evet, yanlış anlamadınız; gönüllü… O gençler, o üniversite öğrencileri hem gelenleri-konukları karşılayacaklarmış, hem de “gönüllü” oldukları için “kriz nedeniyle” harçlık verilmeyecekmiş!
Ne diyelim, eğer uygulama bu biçimde yürütülecekse, bu festival de “gelecek olanlara, konuklara, bindirilerek buraya taşınanlara, Adanalı ile olmayanlara” yarayacak! Rakam olarak üç-beş milyondan söz edilirken, Adana’nın gençlerine elli-yüzbin ayırmayıp “gönüllü” yapılması “herkes gibi” düşündürdü beni…
120919
YORUMLAR