Sebahattin Ali, yazılarından dolayı baskılarla karşılaşmış, tutukevlerinde yatmış, genç yaşında “faili meçhul” biçimde yaşamına son verilmişti!
Ali Baba dergisinde yayımladığı “Ne zor şeymiş” başlıklı yazısında kim olduğunu, nasıl yaşadığını, hangi sıkıntılar içerisinde kaygılandığını bir tümce ile şöyle hem anlatıyor, hem de soruyordu:
“Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu denli güç, bu denli zor, üstelik bu denli tehlikeli mi olmalıydı?”
Günümüzde Edip Akbayram’ın sesiyle kulaklara pelesenk olan, içerisinde herkesin “küçük de olsa” kendinden izler taşıyan şu dizeleri yazıyor Sinop tutukevinden…
“Bir yanımı sardı müfreze kolu/ bir yanımı sardı varilcioğlu/ beşyüz atlı ile kestiler yolu/ eşkıya dünyaya hükümdar olamaz!”
“Eşkıya dünyaya hükümdar” oldu mu?
***
Sıkça yinelenen, İsmet İnönü’nün sözü olarak anılan “namuslular, namussuzlar kadar güçlü olmadıkça o memlekette kurtuluş yoktur” sözüne, ülkede yaşayan “kim-kimler” ne denli bağlı, ya da önemsemekte!
Sebattin Ali “çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan” diyor ya; çalıp-çırparak, yurttaşı açlığa-donsuzluğa itekleyenlerin kim ya da hangi koşullar olduğu hergün “muhalif” gazetelerde yer alıyor!
Ahmet Arif, yıllar önce “Adiloş Bebe” şiirinde “bunlar/ engerekler ve çıyanlardır/ bunlar/ aşımıza ekmeğimize/ göz koyanlardır/ tanı bunları/ tanı da büyü” dizeleriyle yanıtlamış gibiydi, Sebahattin Ali’yi!
Bu ülkenin topraklarına, bu ülkenin insanlarına, bu ülkenin geleceğine “çelme” takanlardan; daha güçlü, daha gür sesli, daha öz güvenli olması gerekenlerin sesi nereye dek yükseliyor?
Yükselen sesler, buluşma noktasında “birlikte” olmanın coşkusunu nasıl yaşıyor?
Bilen var mı?
***
Burada sıkça çevreden söz ediyorum!
Talan edilen doğadan, doğanın korkunç geleceğinden söz ediyorum!
Ormanların yakılmasının, ağaçların üç kuruşluk 1işbirliği” uğruna kesilmesinin, ormanda yaşayan canlıların evsiz kalışının “korkunç” kininden söz ediyorum!
Doğanın ödeteceği “bedelden” söz ediyorum!
Salt doğada mı; hayır!
“İktidarın” onyedi yıldır ülkeyi “nerelere” taşıdığından söz ediyorum!
Eski-yeni karmaşasının “anlaşılmaması”, ya da yaşananları anlatanların gözdağıyla susturulmasından söz ediyorum!
Sınırlarımızın “öte yanlarında” yanan ateşin içerisine çekilmeye çalışılmasından söz ediyorum!
Sorunun içerisinde olanlarla değil, “işbirlikçileriyle” kurulacak görüşmeyle çözülemeyeceğinden söz ediyorum!
Sesimizi duyacak, duyunca önemseyecek, zorluğumuzda “ülkemizde Suriyeli sığınmacılara” yapılan gibi kucak açacak “bir” komşunun olmadığından söz ediyorum!
Bular mı yalnız?
Birileri “takanırcasına” yerken-içerken, masalarındaki “kırıntıların” bedelinden ucuza çalıştırılan emekçiden, dargelirliden, esnaftan, işçiden, emekliden, kamu görevlilerinden söz ediyorum!
“İktidarların”, geçiminde zorlananların yaşamlarını kolaylaştırmak için çalışmaları gerekirken; geçimi daha da zorlaştıracak, ülkedeki nüfusun büyük çoğunluğuna daha da zorluklar yaşatmak için tükettiği “temel” ürünlerin elleri kavururcasına yaktığından söz ediyorum!
En çok da; tüm bunlar yaşanmıyor, tüm bunlar bilinmiyor, yaşamında bunların etkisi yokmuş gibi davrananların; alanlarda kürsüye çıkıp “buluttan gülücük” gönderenleri, yanında olması gerekenleri unutup, rüzgarın dayanılmaz gücüyle toprakla bağlantı yerinden kıvrılan ağaçlar gibi bükülen ellerden söz ediyorum!
***
“Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan” yaşamak istemek ne zormuş böyle…
“Namuslular, namussuzlar kadar güçlü olmadıkça o memlekette kurtuluş yoktur” sözünü unutabilmek ne kolaymış…
“Bir yanımı sardı müfreze kolu/ bir yanımı sardı varilcioğlu/ beşyüz atlı ile kestiler yolu/ eşkıya dünyaya hükümdar olamaz” sözlerini şarkını içerisine hapsetmek ya…
Söylenecek son söz; Eşkıya dünyaya hükümdar olmamalı!
260819
YORUMLAR