“Bu nasıl oluyor” demiyor; aç, açık, doyumsuz, aldatılmış olma pahasına ne bir başına “muhalefet”i ne de “birlikte muhalefet” olmayı öne alarak “birlikte” olabilmenin yollarını arama gereği duyulmuyor…
“Arama gereği” duyulduğunu savunan var mı bilmiyorum…
“Nasıl düşünüldüğü” anlaşılmaz biçimde, yurdun dör-bir yanına konuşlandırılan Suriyelileri, bu ülkede yaşayanın yaşam niteliğini incitici eylemlerini, “iktidarın” ucu açık izlediği politikayı yan yana koymadan konuşan konuşana…
“İşten atılmalar”, bu sistemin yarası değil mi? Yaşamı sürdürebilmenin baş koşulu ise “çalışmak”; dolandırmaktan, tokatlamaktan, haksız kazanmaktan, çalmaktan başka da yapacak yoksa eğer, “işsiz kalmakla” nasıl yol alacak insan?
“Faiz düştü” denerek “sevinin” diyorlar ya bir de… Yurttaşın “alım gücünü” bu “sevinç beklentisine” eklemedikçe nasıl olacak bu?
Bir de “yakınlara iş” diye bir şey var değil mi? Şimdi konuşulan, yeni göreve gelen yerel yönetimler… Devletin hangi kurumunda bunlar yaşatılarak bugünler için hazırlık yapılmadı ki?
Bunlar “nasıl oluyordu” da, bu denli açık-çıplak yaşanırken, susku içerisinde “kapı eşiğinden” verilecek bir öğün yiyeceği bekliyordu insan?
Bunlar “nasıl oluyordu”?
***
Kentim Adana’dan biliyorum…
Konukseverlik, gereksinene yardımcı olmak, acıyı üleşmek yabancı değil bize…
Özellikle de doğduğu, büyüdüğü, yaşamını sürdürmek istediği ülkesinde “can güvenliği” deneniyle gidecek yer arayana da “kapısını açmakta” gerekçe aramayan bir geleneğin-kültürün yaşandığı kent…
Suriyeliler için; olumlu, bize uyan, yaşamımızı zorlaştırmayan, birlikte olmanın acı vermeyeceği konular arıyorum…
Kim ne derse desin, Adanalıdan rahatlar!
Örneğin hastane koridorunda, sokakta “inatla” kendini anlatırken dilini kullanmasında, iş yeri açmasında…
Örneğin yaşadığınız kentin merkezinde bulunan bu sokağı baştan-sona “alışık” olmadığınız bir kültürün, bir dilin egemen olması…
Örneğin güçlü-yapılı gençlerinin, kendi ülkesinde savaş vermesi gerekirken, kentinizin eğlence yerlerinde boy göstermesi…
Çalışamayan, savaşamayan olanlarına kucak açmaya “tamam” da…
Bunlar “nasıl oluyordu” değil, bunlara “nasıl ödün” veriliyordu?
***
Yapılması gerekenleri yerine getirenin “işten atılması” benimsenecek bir durum mu?
“Yapılması gereken” diyorum…
Önünüzde “yapılması gereken” bir iş var. Bu işi harcanacak “emek” de bellidir! Üç kişinin yapacağı “bir işe”, tutar salt “gücünüz olsun” diye on kişiyi yerleştirirseniz, önce “kendinizi” aldatırsınız! Günü geldiğinde de “işten atılmanın” nedeni sayılırsınız!
Neden “işe alımlar” gereksinime bağlı olmaz?
Neden “işe alımlar” emeğe dayanmaz?
Neden “işe alımlar” çalışmadan, yorulmadan, uğraş vermeden ücretlendirilir?
İnsanın, daha “işe alınmadan” dolandırmaya, çalmaya, haksız kazanmaya özendirilmesi…
“İşten atılmalar” sistemin yarası olduğunca; yurttaşın yaşama tutunmasını sağlayacak “sürekli” çalışacağı, çalıştığı işi bileceği, bildiği işi seveceği sistemden uzak tutulması…
Bunlar “nasıl oluyor” demek gerekmiyor mu?
***
Merkez Bankası faizleri indirince “iktidarın” her kanadından “sevindirik” sözler yükseldi!
Ama nedense elektriğe, doğalgaza yerel seçim öncesinde “söz verilmesine” karşın yüzde onbeş zam gelmesinin ayrıntısı yapılmadı!
Bir de meclis başkanı “milletvekilleri yirmiikibin lira maaşla geçinemiyor, birçoğunun evi-arabası yok” dedi, yurdun büyük çoğunluğu “açlık sınırı” altında verilen aylıkla yaşamaya çalışırken!
“Faizi düşürürken”, amacın ne olduğunu bilen ya da açıklayabilecek olan var mı bilmiyorum! Siz istediğinizce “düşürme” eylemini yapın; katma değerli üretimi gerçekleştirmedikten, yurttaşa “alım gücü” sağlayamadıktan sonra ne anlamı olacak anlamaya çalışıyorum!
Durağanlığı süren araç, beyaz eşya, inşaat sektörüne ivme kazandırmaksa eğer amaç, yine karşımıza “alım gücü” denen seçenek çıkıyor; bilinsin!
Faiz de düşsün, insanlar araçlarını-evlerini de alsın; tamam da nasıl?
“Faiz düştü” de, “nasıl oluyor” da desin!
***
İnsanın alışkanlıklarından “koparılması” üç-beş yılda olabilecek bir durum değil!
Önce tutacak “eğitim” yapısını değiştireceksiniz, “inancıyla” oynayacaksınız, “güveni” zedeleyeceksiniz, “başardığınızca” ötekileştireceksiniz…
Sonra olması gereken “neyse” oluyor! Bir kişinin yapacağı işe “beş kişi” değil de, beş kişinin yapacağı işi “bir kişiye” yüklüyorsunuz!
Çifte maaş almayı “vatandaşla alay etmeyin, sabrımızı da sınamayın, ikiyüzlülüğünüzü ve ihanetinizi milletimizin gözlerinin önüne sermeyin” diye savunan “kabiliyetli birey” olarak adlananları da unutmayalım!
Belediyelerin “yakınlarına iş” sağladıkları, üstelik kendilerini başka birimlerde de görevlendirdikleri ortamda Kavakçı ailesinin nerelere, neden, nasıl konuşlandırıldıklarını da “haklı” biçimde sormalı!
“Nasıl oluyor” denmeli!
***
“Bu nasıl oluyor” demedikçe; ; aç, açık, doyumsuz, aldatılmış olmanın da kurtuluşu olmuyor!
Yanlışa, “muhalefet” olmanın dışında seçenek yok!
030819
YORUMLAR