Artık yaşamımızın içinde ‘rahatça’ yer bulan, küçük-büyük tüm buluşmalarda ‘rahatça’ söyleşilerimizin konusu olan ‘sosyal paylaşımlar’; iyi kullanılabildiği, sorgulanabildiği ölçüde yaşamı renklendireceği açık…
Hani ‘o’ çoğu zaman anlam veremediğimiz, ancak çok yakınımızda bulunanların bile ‘yaptığını’ bildiğimiz paylaşımlar değil sözünü ettiğim…
Masasına dizdiği yemeği, palyoçaya dönüştürdüğü pastayı, ‘özçekim’ de denilen ‘kendi çekim seviciliği’ bir yana bırakıyorum; onu yapmak ‘ona’ haz veriyor, biliyorum.
Ancak asıl sözünü edeceğim ‘şey’, okunduğunda ’bu ne’ diyebileceğimiz öyle çok paylaşımlara tanık oluyoruz ki…
Hiçbir kitabını okuyamadığım, elime aldığım ‘Yeni Hayat’ yapıtını da, daha ilk sayfasında yer alan ‘bir gün bir kitap okudum, hayatım baştanbaşa değişti’ tümcesinin bıraktığı izle kırkıncı sayfasına değin tüm verdiği acılara karşın okuyabildiğim Orhan Pamuk’u burada anımsamadan edemeyeceğim…
Orhan Pamuk’un yapıtından ‘daha’ çok önemsediğim ‘o’ tümcesi, sonraları bir yabancı yazarın olduğu yönünde yazılar okumama karşın; Orhan Pamuk, denilince ‘hep’ bu tümce gelir! Ne bilmem kaç dile çevrilmiş yapıtları, ne aldığı Nobel ödülü…
İnsanın yaşamını değiştiren ‘kitap’ sözü…
İşte öyle, okuduğumda irkildiğim bir ‘sosyal paylaşımı’ buraya alacağım. Paylaşımda anlatılan olaylar, günlük yaşadığımız… Hiç biri bize yabancı değil! Gözlerimizin içine baka baka savurganlık yapanların, doğayı katledenlerin, onunla da kalmayıp toplumu üretim yerine tüketime itekleyenlerin ‘ekonomimiz büyüdü’ yalanlarını dinliyoruz ya…
Bir kalkınmanın, bir özgürleşmenin, bir yaşamı anlamlı kılmanın yolunu da ‘sosyal paylaşımdan’ okuyalım…
***
On dokuz yıl önceydi. Stockholm’e gitmiştim. Bir otele indim. Geceydi. Sabahleyin, tıraş olmak için lavaboya gittiğimde, aynanın yanında ilginç bir not gördüm. ‘Lütfen traştan sonra jiletinizi çöpe atmayın, yanda bir kutu var oraya bırakın, bir tek jiletle dahi olsa, İsveç çelik sanayisine yardımcı olun’ diyordu.
Doğrusu hayretler içinde kaldım. Çocukluğumdan beri çelik eşya denince akla İsveç çeliği gelir. Birçok eşya üzerinde’ İsveç çeliğinden yapılmıştır’ diye yazardı. İşte o ülke, kullanılmış bir tek ufacık jiletin bile çöpe gitmesini istemiyor, ona sahip çıkıyor, gelen turistlere rica yollu uyarıda bulunuyordu.
İsviçre’de zaman zaman, belli periyotlarda radyolar, televizyonlar bir haberi duyurur. ‘Şu tarihte, su saatte, adamlarımız gelecek. Siz lütfen hazırlığınızı yapın. Okumadığınız, ilgilenmediğiniz, kullanmadığınız ne kadar kitap, dergi, gazete varsa, kâğıt, ambalaj, kutu varsa, velev ki, bir ilaç prospektüsü bile olsa, kapının önüne koyun. İsviçre’nin kalkınmasına yardımcı olun. Fazla ağaç ziyanına engel olun.’
Japonlar son derece sade, basit, yalın mütevazı yasayan insanlardır. Evlerini mobilya ile eşya ile dolduranlar Japonlara göre ruhsal olarak olgunlaşmamış, yaşamın anlamını anlayamamış, zavallı kimselerdir.. Böyleleriyle; evini mezat salonuna çevirmiş zavallı, diye eğlenirler. Bir insanın gösteriş için eşyanın esiri olması ne kadar acıdır. Vaktiyle Japon ekonomisi darboğazdan geçiyor. İç borçlar, dış borçlar gırtlağı aşıyor. Zamanın başbakanı meclisi toplar. Kürsüye çıkar. Durumu olanca açıklığı ve tehlikeleri ile anlattıktan sonra; -Şu andan itibaren, der.
-Tanrı şahidim olsun ki, Japonların iç ve dış borçları son kuruşuna kadar ödenmeden, pirinçten başka bir şey yemeyeceğim.
-Şu üstümdeki elbiseden başka elbise giymeyeceğim.
Dediklerini yapar, en üstten en alta bir israftan kaçınma kampanyası açılır. Japonya bütün borçlarını öder. Bu durumun toplumun bütün kesimlerini, tek istisna olmadan kapsadığını söylemeye gerek yok. Geçenlerde Japon imparatorunun sarayını gördüm. Ne kadar sade, ne kadar alçakgönüllü, ne kadar gösterişten uzak…
*Gerekmediği halde elektriği yakmakla, suyu kapamadan bos yere akıtmakta, gece çamurlu ayakkabılarımızı temizlemeden yatmakla, yemek yediğimiz kapları yıkamadan bırakmakla biz de zalimler sınıfına geçmiyor muyuz?
*Hayat çok ince, akil almaz incelikte ipliklerle örülmüştür. Her şey o kadar birbirine bağlıdır ki, İlkokul okuma kitabımızdaki bir sözü hiç unutmadım.
Bir mıh bir nalı kurtarır. Bir nal bir atı, bir at bir komutanı, bir komutan bir orduyu,bir ordu bir ülkeyi kurtarır diyordu..
Maddi durumumuz ne olursa olsun, ister zengin olalım ister fakir, hepimiz çok dikkatli olmak zorundayız. Burada parayı da, maddiyatı da aşan büyük bir edep ve incelik vardır
***
Büyüklerimiz ‘suya sabuna dokunma, başını belaya sokarsın’ derler ya; siz yine de suya, sabuna dokunun. İnanın ki, ‘suya sabuna dokunanların’ çabaları sonucudur tüm değişimler!
Sosyal paylaşımlarda yer alan, ‘o’ çeşitli sembollere yer vermeyen, ancak okunması zaman alan öyle çok ‘yaşama’ yön’ verecek, yaşamın ‘suyuna, sabununa’ dokunduracak yazılar var ki; öyle yitip gitmelerine izin vermeyin…
180218
YORUMLAR