Sonbaharda birçok ağaç cıscıbıdak kalır da; inadına yapraklarını dökmez, inadına mis kokusunu yayar, inadına dimdik durur turunçgiller. Kaldırımlar boyu turunç ağaçları dizilir de, meyvelerine dokunan olmaz.
Turunçgiller, insanın yaşamında öylesine önemlidir de; üreten toprağında anlamını bulmaz, değerlendirilmez, şenlendirilmez…
***
Bir konuyu anımsadım…
Yıllar önce, iyi ilişkilerimiz olan, Kozan’ da görev yapan bir yargıç Zonguldak’a atanmıştı. Bir gün telefonla arayıp ‘bana bir koli turunç gönderebilir misin? Yengen turunç reçelini Kozan’da kaldığı süre içerisinde çok sevmiş, burada da yapmak istiyor da…’ demişti.
Limon, mandalina, yafa, altıntop, misket gibi çeşitleri bulmak kolay da, turuncu nereden bulurum ki?
Adana’da turunç bahçesi yok! Turunç, belediyece kaldırımlara dikiliyor. Kaldırımdaki ağaçlardan meyve toplamak da bir-iki tane tamam da…
Falan, filan…
Bunlara benzer düşüncelerimi anlattım. Yine de bulmaya çalışacağım, dedim.
Dedim, demesine de iki koli turuncu kaldırımdan yararlanmayınca zor bulmuştum…
***
Bir başka anı…
İzmir-Seferihisar’da askerdim.
Çarşıda olduğumuz bir gün… Birlikte olduğum arkadaşlardan biri manavdaki iri-kımızı yazıyı gösterdi. ‘Kozan Portakalı geldi’ yazıyordu. Yanımdakiler ‘bu ne anlama geliyor’ diye sormuştu. ‘Tadına bakın görürsünüz’ demiştim.
Manavdan almak bana düşmüştü, ama değmişti. İzmir’in portakalının, mandalinasının tadını bildiklerinden, günlerce Adana’yı konuşmuşlardı…
Toprağı bir başka, havası bir başka, turunçgillerin tadı bir başka…
Bu tür anılar hep yaşamışızdır.
***
Bölgemizde birçok ürün yetişir de; turunçgiller bir başka önemlidir.
Tarlası sulak olan (sulanmaya elverişli tarla) etrafını çitleyip portakal, limon, mandalina ya da başka cinsini ekip, yetiştirir. Bundan başka… Başkası yok, hepsi bu…
Adana’da, ilçelerinde ıvır-zıvır bir sürü dernek var da; Turunçgil Yetiştiricilerini Koruma-Destekleme Derneği (olması gerekmiyor mu da, gerçi olanlar ne yapıyor da) yok! Turunçgillerin adam akıllı pazarlanacağı bir yer (Kozan’da pardon kale kapısı denen yer vardı değil mi?) yok! Ürünü tanıtıp üreticiyi sevindirecek bir şenlik de (gerçi yaptık, yapıyoruz diyen çok da, üreticiye yansıyanını gören yok! Şenlik yapanlar; üreticinin önünü biraz daha açmak, ürünün değerini sağlamak yerine koltuklarının ayaklarını biraz daha sağlamlaştırmak için harcama yapıyor.) yok. Tarımsal hastalıklara karşılık toplu ‘mücadele’ de yok! İşi beceren ayakta kalıyor, ötekiler beceriliyor güçsüzlüklerinden…
***
Öyle ya, ağaç diplerine dökülen ürünü değerlendirebilecek bir fabrika, Adanalı milletvekillerinin, Belediye Başkanlarının vaatlerinin arasında bulunmasına karşın, bir türlü gerçekleşmedi nedense.
Seçilenlerin duyarsızlığından mı, seçmenin anlaşılmazlığından mı; her nedense…
Fısss… Şııış… Iıııssss… Yalnız Turunçgil ağaçlarından çıkan sesi duyuyoruz.
Ha bir de kokusunu alıyoruz… Turunçgillerin zevkini, şenliğini işin taşeronları yapıyor…
Telefonun iki ucunda iki cambaz; üreticiden elli kuruşa aldığı ürünü ‘beş tane elli’ kuruşa satıyor.
İyi değil mi?
İyi, deyin hadi!
SOĞUK HER TÜR MİKROBU DA, TAŞIYICIYI DA OLUŞTURUR
Günler öncesinden üşüyen bölgelerimize karşın; dün bir, bugün iki Adana’da üşümeye başladı ya…
Biz de hep ‘yağmur’ bir belirtidir kış için. Yağmurun yağdığını, asfalt yolun ıslandığını, şemsiyelerin açıldığını, dolmuşlara inip-binerken ayakların suya banıp ıslanmasını görmek zorundayız!
İşte öyle başladı…
Bir kentte, yerel yönetimin çalışıp çalışmadığını yağmur ele verir hep!
Yol yaparlar, köprü yaparlar, kaldırım yaparlar, alt yapı çalışmaları ile uğraşırlar ya; eğer on dakkalık bir yağmurun ardından özel aracına ya da dolmuşa binerken ayakları suya batıyorsa insanların, karşıya geçmek için topuğa değin ıslanıyorsa…
Yol, köprü, kaldırım ne anlama gelir ki?
Siz hiç paltosunu giyen birinin, bunun üzerine fanila giydiğini gördünüz mü? (Sakının ha, biri akıl edip de yapmasın böyle bir şey; sonra adım modacıya çıkar, istemem!’
Fanila daha başta giyilmelidir, alt yapı çalışmaları gibi, kanalizasyon gibi…
Sözümona, acımasızca imara açılan alanlar daha ilk günlerinde alt yapı sorunları olmamalı ki; yağmurlu havalarda suya banıp çıkmasın yurttaş, sağlık sorunları yaşamasın, grip olmasın, burnunu çekmek zorunda kalmasın…
İşin bir acı yanı da…
Narenciyenin yetiştiği topraklarda yaşamamıza karşın; vitamin deposu portakal suyunu da içmiyoruz, her şeyin olduğu gibi ‘portakal suyunun’ sunumunu yapmıyoruz ya…
Yağmur yağmasa da, soğuk her tür mikrobu da, taşıyıcıyı da oluşturuyor; biliyoruz değil mi?
011117
YORUMLAR