Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Oktay Erol

Çıkmazın nedeni

 

Yaşanan halkoylaması için yapılan ‘iptal’ başvurusu YSK tarafından bir kabul, on ret oyuyla sonuçlandı!

Yapılan açıklamada ‘halkoylamasının tam kanunsuzluk nedeniyle iptaline ilişkin talepler, bugün 10.30’da başlayan YSK toplantısında görüşülmüş, yapılan değerlendirmeler neticesinde her 3 talebin de ayrı ayrı oylanması sonucunda oy çokluğuyla reddine saat 17.30 itibarıyla karar verilmiştir’ denildi.

YSK Başkanı Sadi Güven, kararın açıklanmasının ardından gazetecilerin sorularına yanıt vermedi.

Neler oluyor böyle, demeyen; yağmurdan mal kaçırır gibi soruların yanıtsız bırakılması karşısında hiçbir şey denmemeli mi, sorulmamalı mı, konuşmamalı mı?

İşin en düşündürücü olanı muhalefetin tutumundan çok; iktidarın-iktidar ortağının, YSK’nın bu tutarsızlığını yerinde bulması,  ‘hüküm verildi, bu bahis kapatıldı’ denmesi düşünülmeli!

YSK’nın kendini yasa koyucunun üstünde sayması, tarafsızlık ilkesini yadsıması daha ‘acı’ verici yaraların açılmasına da olanak sağlayacaktır.

Bugün halkoylamasını, sonuçlarını, getireceği değişiklikleri konuşmak yerine; seçimin ‘yasal’ olup-olmadığını konuşuyor olmak; ülkenin tüm seçmenlerine yapılan bir saygısızlık değil mi?

Bir yanda ülkenin yarısı ‘kazandık’ diyemiyor,

Diğer yanda ülkenin yarısı ‘kaybettik’ demiyor…

Bu çıkmazın nedeni ‘kendini’ biliyor olmalı…

 

Sıfır!  

Oturmuş söyleşiyoruz.  Söyleşmeyelim mi? Konu her ne olursa olsun…

Yok, efendim o konuyu konuşmamalıymışık!

Üzülecek, kırılacak, gocunacaklar olurmuş, ‘nüfuzlarına’ gölge düşecek, bilmem neler olurmuş. O her ‘daim’ haklı çıkacak bir yol bulurmuş, bizi bitirir, Hint ‘fukarasına’ döndürüverirmiş…

Hep, ama hep ‘onun’ övülesi yanları bire bin katılarak konuşulmalı, söyleşilmeliymiş ancak! Yanlışları, eksikleri neler neler olmuş olursa olsun ‘kral çıplak’ denilmemeliymiş! Etrafını saran lekeler, lekelerin tanımsız ‘ekonomik’ büyümesi görülmezlikten gelinivermeliymiş! Halk aç, halk susuz, halk işsiz, halk perişan, halk aldatılan, halk karanlıkta, halk aval aval sokaklarda gezinirken de arkalar dönülüvermeliymiş!

Hem ‘bal tutan parmağını yalarmış’!

Her kim, ‘ballı parmağı’ yalamak istiyorsa, dokunacak ‘bal’ bulmalıymış! Başkasının ‘ballı’ parmağını yalamasını ‘çok’ görmemeliymiş!

Biz, birkaç kişi oturmuş söyleşiyoruz ya… ‘Zaten sizler hep laf üretirsiniz’ dedi. ‘Ya sonuç’ diye de sordu. Yanıtını da kendisi verdi: sıfır!

 

Cep telefonlarını temizleyin!

Gazetede bir haber:

Cep telefonlarınızın üzerinde sağlığa zararlı yüz binlerce bakteri bulunduğunu biliyor musunuz?

Sözde, uzman mikrobiyologların kliniklerde yaptıkları test sonucu böyleymiş!

Cep telefonları, genel tuvaletlerde bulunan klozet kapaklarından dörtyüz kat fazla bakteri barındırıyormuş!

Bunun tek çaresi, sattıkları ‘temizleme setini’ alarak, kullanmak gerekiyormuş!

Yalancının…

İnsanoğlunun yüz yılı aşkın bir zamandır kullandığı ‘sabit telefonda’ görülemeyen ‘sağlığa zararlı bakteriler’ nasıl oluyorsa, yirmi yıllık geçmişiyle ‘cep telefonlarını’ tehdit edebiliyor!

Cep telefonlarının yaydığı ‘dalgalar’ mı, neden?

Televizyon, radyo, bilgisayar dalgaları ya…

Ne aklıma geldi biliyor musunuz?

Küresel ısınmayla ilgili olarak, geçenlerde bilim adamlarına ‘rüşvet’ önermiş, doğayı kirletenler. Sözde, ‘doğa kirlenmiyor, ozon delinmiyor’ demeleri için! Ama bilim adamlara kabul etmemiş.

Acaba, diyorum. Cep telefon üreticileriyle bilim adamlarının bir sorunu mu var yoksa?

Başka bir şey aklıma gelmiyor da şu anda!

 

İşte nisan budur  

Yolda yürürken hafiften ‘yaz terlemesi’ olmuyor mu; bir de hafiften bir ekşi koku yaymıyor mu, ‘işte budur’ demişti köşe yazarı; yaz mevsiminin geldiğini kanıtlamak için…

Kış mevsiminde terin kokmaması konusunu duymayan duydu böylece.

Nisan ayı hem kalleş, hem de candan mıdır nedir?

Hiç beklenmeyen bir yağmurun ardından, kara bulutları yararak fırlayan güneş kime coşku vermiyor ki? Kapalı kapılar ardında, pencerelerini sıkıca kapatan kim varsa ‘havalanma’ gereğini düşünüyor. Önce perdeyi, ardından camları aralatıyor. Güneşin doyumsuz, özlemle beklenen güzelliği emiliyor… Ya sonra? Bu böyle sürüyor mu? Hayır! Nisan ayında bitebiliyor; yarım kalabiliyor sevinçler! Birden gökyüzü kararıveriyor Çukurova’nın güneyinden beri. Yağmur bastırıyor. Yağmur tez zamanda doluya dönüşebiliyor. Dolu, çiftçinin bu günlerde ‘can düşmanı’. Ama nisan ayını yalnız bırakmıyor… Dün gece bir, bu gün gündüz iki…

Yazı güzelleştiren portakal çiçekleri dibini dolduruyor.

Dizi aşmış ekin boynunu büküyor.

Kimdi gelen, şimdiden unuttum bakın. ‘Güneş çıkmadan tarlaya gitmem’ dedi.

Yusuf mu, İsmet mi, Ahmet mi, Mehmet mi?

‘İşte yaz budur’ değil, ‘işte nisan budur’!

200417

 

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Reklamı Geç