Yaşanan olayların arasında ‘anlamını’ bulamadığımız da çığlıklar atmayı sürdürüyoruz.
Hangi olayın ‘nasıl’ geliştiğini, ‘nasıl’ etkiler yaşattığını kanıksama zorluğu yaşıyoruz.
Bu, böyle mi olmalıydı?
Hep böyle geçilecek, bir gün sonra unutulup gidecek miydi her şey? Bakınıp ‘neler oluyor’ diyemeden, bir başka olayın çemberine girecek miyiz hep?
Anlamıyorum; anlayamıyorum…
Sudaki iz gibi!
* * *
O denli uzun günler öncesine gitmeyelim…
İki gün önce, dün, bugün gündemi karalayan, karalarken konuşuldukça ‘anlamından’ uzaklaşılan, ağız dolusu konuşuluyor olsa bile ‘yaralar’ bırakan ‘dört artı, dört artı, dört’ işleminin sonucunu, çözümünü ‘anlaşılır’ bir dille anlatan oldu mu?
Nasıl olacak bu iş?
Politikacıların ağzında ‘ayrı ayrı’ dolaştıkça, futbol takımının oyun biçimine dek indirgendi…
Televizyonda, gazete köşelerinde ayrı telden çalan çalana…
Bir sonuca varılacak mı, tanımında birleşilecek mi, izleyenler ‘iyi ya da değil’ diyebilecek mi, diye beklememize karşın salt donup kalıyoruz…
* * *
‘Dört artı, dört artı, dört’ her şeyden önce geleceğimizi büsbütün ilgilendiren bir konu…
Bu tamam…
Peki, denilmek istenen ne?
Hükümeti dinlersek, daha çağdaş bir kuşak yetiştirmek için…
Muhalefeti dinlersek, karanlık bir kuşak yetiştirmek için…
Tabandan karşıt iki tez!
* * *
Seksenli yılların kuşağı bu gibi durumlarda nelerin yapıldığını çok iyi bilir.
Biraz daha ‘iyi niyetli’ denilmek gerekirse; bundan on yıl öncesine değin izlenen yolları anımsayanlarda iyi bilir…
‘Karşıt tezlerin’ mimarları bir araya getirilir;
Eteklerindeki taşları birer birer televizyon karşısında masaya bırakır.
Birbirlerinin tezlerini çürütmeye çalışırlar.
İzleyici, neler olduğun böylece anlamaya çalışır.
Bununla da kalınmaz, kamuoyu tartışmaya başlar.
Çağdaşlaşma da budur…
* * *
Olanları anlamaya çalışanlar, ayrı platformlarda söylenenleri izliyor.
Mahalle dedikodularını andıran söylevler, izleyenleri bambaşka kulvarlara taşıyor.
Demiş ki, denilerek arkalarından denilmedik ‘söz’ bırakmıyorlar.
Bunun adı çağdaşlaşma mı?
Sokaktaki insan liderinin ağzından çıkanları öykünür…
Öyle de oluyor!
Bunun adı nedir?
Suya taşı atan neden, niçin bu eylemi yaptığını açıklamalı.
‘Dört artı, dört artı, dört’ denen bilmecenin gerekçelerini, getireceklerini ‘iyice’ anlatmalı.
Muhalefetle ‘aynı platformda’ tartışmalı.
İki-üç yılda bir değiştirilen, iki-üç yılda yapılandan cayılan, iki-üç yılda başka yöntem arayışına kapılan iktidar, ellerinden tutarak bıraktığımız çocuklarımızı denek olarak kullanmaktan vazgeçmeli…
‘Ben istediğimi yaparım’ saplantısından da uzak durmalı.
***
***
‘Dört artı, dört artı, dört’ ilk gündeme geldiğinde yazmıştım bu yazıyı; kaç yıl oldu ki, o zamandan bu güne kimler geldi kimler geçti de ‘yaz-boz’ tahtasına döndürülen eğitim ‘müfredat değişikliği’ denilerek yeniden ‘tasarı’ adı altında halka sunuldu?
İktidar değişmemesine karşın onbeşyılda altı bakan değişirken, her biri yaptıkları ‘yanlışın’ düzeltilmesi için çaba harcamak yerine; eğitimi daha da düşürmüş, daha da bilimden uzaklaştırmış, daha da yaşamın koşullarından koparmış…
Bakan ‘düşüncelerinizi belirtin’ diyor ya yeni ‘müfredat için; bizde inandık değil mi?
‘Eğitimcilerden, düşünürlerden, bilim adamlarından’ bir kurul oluşturup tartışın denmiyor. ‘Düşüncenizi belirtin’ deniyor! Sanki ‘önemsenecek’ gibi, ‘dinlenecek’ gibi…
Yeni bir ‘dört artı, dört artı, dört’ çıkmazı daha işte!
160117
YORUMLAR