Hayatı Hakikiye Sahneleri-17

  BU İŞ ÇOKTAN BİTMİŞ! Kapatılan Harp Okullarının yerine Millî Savunma Üniversitesi kurulmuş.  Başına da Osmanlı tarihçisi ve yakına kadar cemaat yayın organlarında yazarlık yapan Erhan Afyoncu rektör olarak atanmış. 15 Temmuz darbe girişiminin iktidar için yarattığı paha biçilmez fırsatlar sonucu, kaşla göz arasında alan almış, satan satmış. Bize de “Hayırlı olsun” demek düşer! Önemli olan bu okullardan yetişecek subaylarımızın bundan sonra nasıl bir ideolojiye sahip olacağı. Tarih boyunca fark ettirici bir kimlik olarak ilerici mi olacaklar, yoksa gerici mi? Başka bir ifadeyle söylersek hâkim sınıflardan mı yana olacaklar, yoksa içlerinden geldikleri halktan yana mı? 15 Temmuz darbe girişimi, ortalıkta Erdoğancı ve Fetullahçı olmak üzere iki tür subay olduğunu gösterdi. Hâlâ orduda bir miktar Atatürkçü subay olduğunu söyleyen de var. Bu gelişmeler bana 17 yıl önce karşılaştığım bir durumu hatırlattı: Kaynak Yayınlarının Atatürk’ün Bütün Eserleri adlı 30 ciltlik bir külliyat yayımladığını duymuşsunuzdur. Ben de bu yayının “Danışma Kurulu üyesi” idim. Araştırmacı arkadaşlar, Atatürk’ün yazı ve konuşmalarını araştırıp tarıyorlar, bunlar gerekliyse bugünkü yazıya ve dile aktarılıyor, basılmadan önce danışma kurulu üyelerine gönderiliyordu. Biz de satır satır okuyarak metinler hakkındaki görüşlerimizi yayınevine iletiyorduk. Yayınevi, bir araştırmacının kaymak taraması için TBMM’nin karşısında bulunan, Genelkurmay’a bağlı Harp Tarihi ve Stratejik Etütler Başkanlığının belgeliğinde çalışma izni almak istedi. Ben eski adı Harp Tarihi Dairesi olan bu kurumun kütüphanesinde Kurtuluş Savaşı ile kitaplarımı yazarken haftalarca çalışmıştım. Oranın görevlisi Yücel Albay ve kütüphane memuru Meral Hanım bana ne kadar da kolaylık göstermişti. Kaynak’ta görevli İki arkadaş, bu izin isteme işinde benim de yanlarında bulunmamı istediler. Üçümüz 25 Mart 1999 Perşembe günü buranın sorumlusu olan tuğgeneralle görüşerek meramımızı anlatmaya çalıştık. Fakat artık burada araştırma yapmak zorlaşmış olduğunu öğrendik. Bir takım formalite gerekiyormuş. “VAHDETTİN’E HAKSIZLIK YAPTILAR!” Tuğgeneral, bize belgelerin tasnifte olduğunu, gene de yazı ile başvurulursa MİT’e soracaklarını, MİT soruşturmasına göre izin verilip verilmeyeceğini kararlaştıracaklarını söyledi! Mide bulandırıcı bir durumdu!  MİT’in istediğine uygun bir tarih yazmaya zorlanmaktı bu! Resmi tarih böyle bir şeydi demek? Fakat artık bunları aşmak gerekmez miydi? Fakat daha vahim bir şeyle karşılaştık: Dairenin başındaki Tuğgeneralle tarih konusunda biraz sohbet etme imkânı oldu. Bize 1924’te Halifeliğin kaldırılmasıyla Osmanlı ailesinin boşu boşuna yurt dışıma gönderildiğini, Vahdettin’in haksız yere vatan haini ilan edildiğini söyledi. Biz bu sözler karşısında birbirimize bakıştık… Generalle bir tartışmaya girmek yersizdi. Aksi halde işimizin olacağı varsa bile olmayabilirdi… Oradan hayal kırıklığı ile ayrıldık. Bu sözleri Necip Fazıl’dan, Kadir Mısırlıoğlu’ndan duysak –ki zaten duyuyorduk- hayret etmezdik. Fakat bir subaydan, hem de devrim tarihimizin askerî belgeleri üzerinde oturan bir subaydan duymak şaşırtıcıydı. Ben arkadaşlara yalnızca: “İşte bir NATO subayı!” dedim. Anlaşılan bu iş daha o tarihlerde bitmişti! Erhan Afyoncu’nun yetiştireceği subaylar böyle olmaz inşallah… (9 Ekim 2016)
Benzer Videolar