Zeki SARIHAN
Geçtiğimiz günlerde 110 yaşında hayata veda eden Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ hakkında eskiçağ tarihine yaptığı katkılar hakkında olumlu şeyler yazılıyordu ki, 12 Eylül döneminde Amerika’da kurulan bir şirketin marifetleri de orta çıktı ve Çığ hakkında olumlu izlenimleri nerdeyse sildi süpürdü. Kardeşi ile birlikte kurdukları şirketin yönetim kurulu başkanlığını Muazzez Hanım yapmış. Şirket, komünizmi bir hastalık olarak kabul edip bunun beynin hangi bölgesinde ne gibi hareketlerden kaynaklandığını öğrenmek amacıyla bir ilaç geliştirmiş. Bunu tutuklular üzerinde denemiş. İlaçları tutukluları götürüp zorla bedene şırınga ettiklerini anlatan paylaşımlar yanında deneklere para verildiğini ima eden bir paylaşım da yapıldı.
Böyle bir eylemin hoş görülecek bir yanı olmasa da Muazzez İlmiye Çığ’ın Sümer tabletlerini okuyarak yaptıkları katkıyı inkâr etmeyi de gerektirmez.
Bu gelişmeler beni, Muazzez Hanım’ın hangi etkiler altında kişilik edindiği konusunda birkaç şey söylemeye özendirdi. Asıl üzerinde durulması gereken onun ideolojik kimliği idi.
SÜMEROLOG KİMLİĞİ
Muazzez Hanım öncelikle Sümer tabletlerini okuma uzmanı olarak tanındı. Onu bu mesleğe yönelten hiç kuşkusuz 1930’lu yılların resmî tarih görüşüdür. Türk Tarih Tezi ve onu destekleyen Güneş Dil Teorisi, 1930’lu yılların başında ortaya atıldı. Çığ, 1931 yılında öğretmen okulundan mezun olmuştu. Türk Tarih Tezi’ne göre, uygarlığın beşiği Orta Asya’dır. Uygarlık Türk göçleri nedeniyle dünyanın dört bir tarafına yayılmış, o coğrafyalarda yeni medeniyetler fışkırmasını tetiklemiştir. Türk Tarihinin Ana Hatlarında bu tez işlenmiş, 1931-1941 yılları arasında liselerde okutulan dört ciltlik Tarih kitabında da bu tezler işlenmiştir. İleri sürüldüğüne göre Sümerler, Türklerin yarattığı medeniyetlerden biridir. Yani Sümerler Türk kökenlidir. Dönemin hükümeti, Selçuk ve Osmanlı devletleri tarihini atlayıp İlk Çağ Türk tarihinin araştırılmasına koyulmuştur. 1935’te kurulan Etibank ve Sümerbank, Eti ve Sümer uygarlıklarının Türklüklerinin ne kadar içselleştirdiklerini gösteriyor.
Güneş Dil Teorisi ise bütün dillerin anasının Türkçe olduğunu ileri sürmüştür. Türk Dil Kurultaylarının da konusu olan bu teze göre Amerika yerlilerinden tutun da Yunanca, Latince ve diğer Hint Avrupa dillerinin kökeni de Türkçedir. Bu tezler, Atatürk’ün ölümüyle resmi söylemden kalkmıştır fakat günümüzde az da olsa takipçileri vardır. (Bunlardan biri Kaan Aslanoğlu’dur ve Oda TV’de tezi kanıtlamaya çalışıyor)
İKİNCİ DALGA: İSLAMİYET’İN KÖKENİ
Muazzez Hanım 1930’lu yıllarda Sümeroloji Kürsüsünde okurken muhtemelen gündeminde olmayan başka bir konu ile 1980’lerde karşılaşmış ve bu konuda tezler ileri sürme görevini üstlenmiştir: İslam’ın kaynakları.
Türkiye aydınları, 1960’larde yükselen ve 1970’lerde eğrisi biraz düşmekle birlikte devam eden devrim mücadelesi, 1980’lerde sert bir baskıyla karşılaşınca gündemini değiştirmek zorunda kaldı. Yeni mücadelenin konusu İslam’dı. Toplumun geniş kesimleri dindardı ve halkın düze çıkmasında en büyük engel Sünni İslam sayıldı. Halkı bu konuda aydınlatmaya yönelik faaliyetler arttı. Şeytan Ayetleri konusu bu dönemde ortaya çıktı. Turan Dursun’un İslam dini ile ilgili yazılarından ötürü parlaması bu dönemdedir. Şeytan Ayetleri, 2 Temmuz 1993’te Madımak Faciası ile sonuçlandı. Turan Dursun ise tezlerinin bedelini canıyla ödedi ama bu konuda yayınlar devam etti. Hatta, Turan Dursun anısına bir araştırma inceleme ödülü konuldu. Bu ödül için yarışmaya gönderilen çalışmalar içinde dişi dokunur olanı pek azdı. Biri Erdoğan Aydın’ın Nasıl Müslüman Olduk, diğeri Erol Sever’in Çok Tanrıcılık, Hıristiyanlık ve Kâbe adlı çalışmalarıdır. Kitap olarak da basılmışlardır. Hemen hepsi Kaynak yayınlarından basılan eserleriyle Muazzez İlmiye Çığ’ın parlaması de bu döneme denk gelmektedir. Çığ, İslam’ın kökeninin Sümerlere dayandığını kanıtlamaya çalışıyordu.
HALKI İKTİDARA GÖTÜRECEK OLAN İSLAM’LA SAVAŞ DEĞİLDİR
Ben de Turan Dursun yarışması seçici kurulunun beş üyesinden biri idim. Yanlış olan şeyin ne olduğunun farkına vardım ve 29 Eylül 2004’te İstanbul’da yapılan ödül töreninde bir konuşma yaptım. “Aydınlar İslam’la Barışmalıdır” başlığını koyduğum konuşma davetlileri şaşırttı. Bir kısmı bu görüşleri dinlemekten rahatladığını hissettim diğer yarısı görüşlerimi yanlış buldu. Konuşmam İşçi Partisi’nin yayın organında yayımlanmakla birlikte parti genel başkanı bana cevap vermesi için iki arkadaşını görevlendirdi ve bunların yazıları da peş peşe dergiye konuldu. “Zeki Sarıhan’la Mücadele” ilan edildiği halde bunun arkası gelmedi.
Bütün dinlerin bir sonraki inanç sistemlerini etkilemiş ve kendinden önceki inanç ve kültür hareketlerinden etkilemiş olması gayet doğaldır. Ne var ki Hikmet Kıvılcımlı gibi din araştırmalarında tarihsel maddecilik yöntemini kullanan sosyalistler artık piyasada görünmüyordu. Piyasa Amerika’da yaşayan İlhan Arsel (Şeriat ve Kadın, Şeriattan Kıssalar) ve Arif Tekin (Kur’anın Kökeni) gibi yazarların elindeydi.
Dinlerin ve inançların kökeninin her zaman felsefeciler, kültür tarihçileri tarafından araştırılması doğaldır. İslam dininin özgün bir yanı olmadığı ve kökeninin Sümerler olduğunu açıklamak herhalde Türkiye’de dine inanmayanların sayısını artırmamıştır. Başörtüsünün Tapınak Fahişelerinden kalma bir giyim tarzı olduğu konusundaki yayın da İslam kadınlarının başörtülerini çıkarmasına sebep olmuş değildir. Felsefenin yapacağı şeyi bir siyasi partinin üstlenmesi, onun halk kitleleri arasında yayılmasını kolaylaştırmaz. Nitekim öyle de olmuştur. İnsanların inanma ihtiyacını göz ardı etmemek, bundaki yumuşama ve değişimin başka koşullara bağlı olduğunu ve uzun zaman alacağını anlamak gerekir. Dinlerle mücadele halkçıların programı olmaz. Muazzez Hanım’a Lions ve Rotari Kulüpleri tarafından desteklenmesi (Wikipedia) de anlamlıdır.
MÜSLÜMANLARLA BİRLİKTE
Eğer ülkemiz bir antiemperyalist, halkçı veya sosyalist bir devrim yapılacaksa bunun Müslüman halkla birlikte yapılacağı açıktır. İslam’la mücadeleyi esas alan bir anlayış, aynı zamanda Müslümanlara da kılıç çekmiş olacaktır. Bu, aslına bakılırsa Tanzimat’tan beri Türkiye aydınlarının esas zihin yapısını oluşturmaktadır. 1789 Fransız İhtilali’nin etkisindedirler ancak Paris Komünü ve 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde bütün dünyayı sarsan devrimler anlaşılan onlara bir şey anlatmamaktadır.
Türk ırkçılığı ve İslam karşıtlığı, Muazzez İlmiye Çığ’ın misyonu haline gelmiştir. Bu onun öğrenim gördüğü 1930’lu yılların devlet ideolojisi idi ve 1980’lerde yeniden gündeme getirildi. Laikliği korumak için askerlerin yayınladığı 28 Şubat 1997 muhtırası da bu eğilimi pekiştirmiş olmalıdır.
İnanç, gelenek ve kültür değişiminin bu tip yayınlarla değil, sanayileşmeyle, yaşam formlarının değişimiyle mümkün olacağı bunun da uzun bir zamana bağlı olduğu anlaşılmamıştır.
Sonuç olarak Muazzez İlmiye Çığ, 1930’ların uygarlığın ve dillerin Orta Asya’dan Türkler tarafından yayıldığını esas alan Türk milliyetçiliği ile 1980’lerde bir kısım aydında yükselen İslam karşıtı akımın bir bileşkesidir. Kitap ve makalelerinin konusu kadar, bunları basıp yaymayı görev edinmiş örgütlerin siyasi duruşları da bunu doğrulamaktadır.
YAZARLAR
2 saat önceYAZARLAR
4 saat önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önce