Kabineye ilişkin en dikkat çeken şeylerden biri de ilk kez Türkiye kökenli birinin federal hükümette bakan olması oldu.
Aslında kendisi yeni bir yüz değil. Hem Türkiye hem Almanya siyasetinde bilinen biri Cem Özdemir. Kimi zaman Erdoğan kimi zaman Putin karşıtı söylemleri kimi zaman da sağcılarla mücadele konusunda dikkat çekmeyi becerebilen, pragmatik bir siyasetçi. Yeşillerin ise “realos“ kanadından. Realpolitik kavramından geliyor; kabaca “gerektiğinde gerekeni yaparız“ kanadı.
İlk Türkiye kökenli bakan olmasında şaşırılacak bir şey yok aslında. Kendisi 1994 yılında da Federal Meclis´e giren ilk Türkiye kökenli milletvekili olmuştu. O günden beri de göçmen kimliğini bir zırh gibi taşıdı üstünde. 60´lı yıllardan beri Almanya´nın bir parçası olan Türkiyelilerin, Almanya´da doğup, eğitim gören insanların hala kökenlerinden dolayı “çeşitlilik“ kapsamına alınmasının oldukça tuhaf olduğunu düşünüyorum. Ama bir taraftan bu durum sistemin eşitlik denklemini nereden kurduğunu da gösteriyor. Ama Özdemir zaten bundan şikayetçi görünmüyor, kendisi “schwäbische Türke*“ olarak isimlendiriliyor. 10 gün önce verdiği röportajda da bir bakıma zırhını gururla taşıdığını yineliyor, babasının unutamadığı nasihatinden bahsediyor: “Senin hataların her zaman tüm göçmenlerin de hatalarıdır.“
Uçuş milleri ve kredi…
Özdemir siyasete 1981 yılında partiye üye olarak başladı. 1965 doğumlu olan Özdemir henüz 29 yaşındayken Federal Meclis´e girdi. Siyasi kariyerinde asıl ivmeyi, tam da bir bitiş esnasında 2002´den sonra kaydetti. Bitiş dedim, çünkü 2002´de istifa etti. Nedeni ise Lufthansa´nın Federal Meclis milletvekillerinin iş amaçlı kullanmak üzere verdiği uçuş millerini kendi ve üçüncü şahısların özel işlerinde kullandığının ve PR danışmanı Moritz Hunzinger´den çok düşük bir faizle 80 bin mark kredi aldığının ortaya çıkmasıydı. Bunun ardından önce partideki görevinden, ardından da meclis milletvekilliğinden çekildi.
Hatalarını kabul etti, kredisini geri ödedi, işkence mağdurları merkezine 5 bin 200 avro bağış yaptı ve kısa bir süre ortadan kayboldu.
Ortadan kayboluş uzun sürmedi, 2004 yılında Avrupa Parlamentosu´na seçildi, partisinin dış politikalar sözcüsü ve Dışilişkiler Komisyon üyesi oldu. Bu süreçte özellikle Türkiye´nin AB´ye girmesi için çalışmalar yürüttü.
2009 yılında Federal Meclis seçimlerinde kaybetti, 2013 yılında ise yeniden meclisin bir üyesi oldu.
2017 yılında yapılan genel seçimler sonrası CSU, FDP ve Yeşiller arasında yürütülen koalisyon görüşmeleri liberallerin çekilmesiyle sonlanmış oldu, böylelikle Özdemir´in Dışişleri Bakanı ve başbakan yardımcısı olma hedefi de ortadan kalkmış oldu. 2018´de parti genel başkanlığına seçilmedi. Sonuç olarak parti içi rekabette bir kazandı, bir kaybetti. Tam arka plana mı itiliyor denilirken, kendini hatırlatmayı hep bildi.
Öyle ki genel başkan seçilmediği yıl yaptığı bir konuşma, Tübingen Üniversitesi tarafından yılın en iyi konuşması seçildi.
Hatırlarsınız 2018 yılında Deniz Yücel gündemdeydi. O yıl Almanya´da AfD Deniz Yücel´in 2011 ve 2012 yıllarında bir gazetede yer alan iki köşe yazısının içeriğini “Anti-Alman“ bulduğu gerekçesiyle meclise Yücel´in metinlerini alanen onaylamama başvurusunda bulunmuştu. Bunun üzerine Özdemir 9 dakikalık bir konuşma yaparak Almanya´daki basın özgürlüğünden, demokratik değerlerden bahsetti ve AfD´nin Türkiye´deki eşdeğerinin AKP olduğunu söyledi.
Bu ödülü daha önce Joscha Fischer ve Papa Benedikt almıştı.
2021 yılında yapılan federal seçimlerde aday olduğu Baden-Württemberg Eyaleti başkenti Stuttgart´tan yüzde 40 oy aldı. Eyalette ilk kez doğrudan bir Yeşiller adayı bu kadar yüksek oy almıştı.
Koltuk sol kanattan bir isme gidecek derken Özdemir oturdu
Zaman zaman Almanya´nın en popüler siyasetçisi ünvanını da taşıyor. Son günlerde de en çok konuşulan isimlerden oldu. Bunun bir nedeni Gıda ve Tarım Bakanlığı koltuğuna parti desteğinin çoğunu alan ve sol kanadı temsil eden Anton Hofreiter´in oturması beklenirken, günün sonunda koltuğa Cem Özdemir´in oturması, diğer nedeni ise salı günü atamasının yapılması için gittiği Bellevue Sarayı´na öteki bakanların aksine limuzinlerle değil de bisikletle gitmiş, Cumhurbaşkanı Steinmeier´in verdiği atama belgesini bisiklet arkasına sıkıştırarak saraydan ayrılmasıydı.
Onca mücadeleden sonra, atama belgesini öylece bir yere sıkıştırmak eminim kendisini çok iyi hissettirmiştir.
Siyasi arenaya hızlı dönüş
Dedik ya tam da siyasi kariyerinin sonunda görünürken bir anda ivmelendi diye… Nasıl olduğunu anlamak için 2002 ile 2004 yılları arasına bakmak gerekiyor. Yalnızca Özdemir´in kişisel kariyerinden ziyade Yeşillerin yönelimiyle ilgili de açık ipuçları verdiği için.
2001 yılında Amerika´nın genç lider programına dahildi. Kendisi aynı zamanda Transatlantik üyesi ve Alman Marshall Vakfı sözcüsüydü. İstifasıyla birlikte ABD´ye gitti. Kısa süre sonra siyasete Avrupa Parlamentosu milletvekili olarak döndüğünden bahsettik. Gerçi bu süre içinde Brüksel´de bazı çalışmalarına devam etti. Dönmekten ziyade görünür olmak diyebiliriz. Dış ilişkiler konusunda aldığı tutum, ABD´ye minnet borcunu ödüyormuş gibi görünüyor.
Özdemir baştan aşağı Yeşilleri temsil eden bir profil. Bu yıl genel seçimlerden önce sık sık Sol Parti ile bir koalisyon kurulma olasılığından bahsediliyordu. Özdemir ise her fırsatta Sol Parti eleştirisi üzerinden Yeşillerin ne kadar Amerikancı ne kadar NATO´cu olduklarını söyledi durdu.
Her fırsatta solun ne kadar romantik olduğundan bahseden, bir o kadar insan hakları savunucusu misyonu üstlenmiş bir antikomünist kendisi.
Ekoloji maskesi altına gizlenmiş, Stuttgart´ta bugün maliyeti 15 milyon avroyu bulmuş tren garı mezarının suçlularından biridir.
Elektrikli araç sayısının arttırılması yalnızca çevre için önemli değil, ayrıca Alman sermayesinin sektörde öncülüğünü koruması için de önemli. Klasik Nokia örneği; geçmişte Nokia akıllı bir telefon geliştirdi üretti, sonra “bu telefonu kim alır, bir günde şarjı bitiyor, kırılıyor“ deyip telefonu rafa kaldırıp en uygun fiyatlı telefonu yapıp satma stratejisiyle Motorola ile rekabete döndü. Alman otomotiv sektörünün başına bu gelmemeli…
Afganistan´a üzülüyormuş, Batı Suriye´ye müdahale etmeli derken savaş çığırtkanlığı yapılmıyor muydu?
Silahlanmaya karşı ama ABD tarafından Kuzey Irak´a silah yollandığında “yoga matıyla islamcılarla savaşamazsınız“ deyip destek vermişti.
Basın özgürlüğü konusuna gelince, Avrupa´nın en büyük, dünyanın beşinci büyük abone sayısına sahip Bild Gazetesi´nin şef redaktörü Julian Reichelt 2017 yılında Yeşillere oy vereceğini ve Cem Özdemir´in onu ikna ettiğini açıklamıştı. Bu arada Reichelt kısa süre önce gazeteden, gücünü kötüye kullanma gerekçesiyle kovuldu.
Kendisinin deyimiyle Erdoğan, Putin hoş insanlar değil. Peki, ama iddia edildiği gibi Macron, Scholz, Biden çok mu hoş?
kaynak: soL haber
YEREL HABER
Az önceEKONOMİ
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önce