Abdülhamid sevdası/ 1

ABONE OL
23 Mayıs 2022 17:18
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Habip Hamza ERDEM

Abdülaziz (1861-1876) ve sonrası

“Anadolu’da Türkler” yazı dizimizi Kırım Savaşı ve Abdülaziz (1861-1876) dönemiyle sonlandırmış, Meşrutiyet’in ilanından (1876) günümüze ve hatta önümüzdeki on yıllara yönelik bir öngörüyle bitirmiştik (1).

Kısaca anımsatacak olursak; 12 Mart 1854’te, Türkiye, Fransa ve İngiltere arasında, İmparatorluğun silahla savunulmasını içeren bir antlaşma imzalanacak; karşılığında Saray’dan tüm hristiyan uyrukluların her türlü işe girebilmeleri ve ‘haraç’tan (cizye) alıkonulmaları istenecekti.

Yine bu andlaşmaya dayanarak, Kırım Savaşı sırasında, Türk-Fransız ve İngiliz deniz birlikleri Varna’dan hareket edecek ve Sıvastopol yakınlarına çıkarma yapacaklardı (14 Eylül 1855). Avusturya ve Sardunya’nın da Osmanlılar yanında yer almasıyla, Rusya, Viyana’da yapılacak barış görüşmelerini kabul etmek zorunda kalacaktı.

Taraflar arasında antlaşma henüz ‘parafe’ edilmişti ki (1 Şubat), 18 Şubat 1856’da Islahat Hatt-ı Hümayunu ilan edilecektir.

Islâhat Fermânı’yla gayrimüslimlere kendi meclislerini oluşturarak yönetimsel ve dinsel sorunlarını kendilerinin çözmeleri hakkı verilecekti. Böylece 1862’de Rum Patrikliği Nizâmâtı, 1863’te Ermeni Patrikliği Nizâmâtı ve 1865 yılında da Hahamhâne Nizâmâtı yayımlanacaktır.

30 Mart 1856’da, Paris’te, Fransa, İngiltere, Prusya, Rusya, Sardunya ve Türkiye arasında, Avusturya’nın gözlemciliğinde Kırım Savaşı’nı sonlandıran ve Osmanlı İmparatorluğu’nun ‘bütünlüğü’ ve ‘bağımsızlığı’nı kabul eden bir andlaşma imzalanır.

Bu bir bakıma, Fransa’nın 1815 Viyana Antlaşması’nın ‘rövanş’ını alması anlamına geliyordu. Bir başka bakımdan da, Osmanlı İmparatorluğu içindeki Hristiyanların güvencesinin Rusya’dan çok Avrupa’ya geçmesi anlamına geliyordu.

O arada, 1864 yılında ‘Vilayet Kanunu’ çıkarılacak ve İmparatorluğun ‘yönetsel bölümlenmesi’ yapılacaktı.

1837 yılında kurulan Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye’nin Danıştay (Şûra-i Devlet) ve Yargıtay (Meclis-i Ahkâm-ı Adliye) (1868) olarak biçimlenmesine ve ‘yürütme’nin yargı denetimine alınmasına yönelinecekti.

İşte bu tür gelişmeler, 1876 yılında ‘Kanun-i Esasi’nin ilanını izleyerek Osmanlı İmparatorluğu’nun ‘Mutlak monarşi’den ‘Meşrutî Monarşi’ye geçişiyle hızlanacaktı.

Avrupa’da Almanya ve İtalya’nın ‘ulusal birliği’ni sağladığı, tarihin bu ‘özgül’ döneminde, tahta çıkması dahil, otuz yıldan fazla süren hükümdarlığı boyunca yaptıklarıyla IInci Abdulhamid de Osmanlı İmparatorluğu tarihinde ‘özgül’ bir yer tutacaktır.

Öyle ki, sadece tahta çıkması değil, ama tüm padişahlık döneminin ‘gayri meşru’ olduğu bile ileri sürülecektir (2).

Abdulhamid dönemini, göklere çıkaranların yanısıra, Fransa’da 18 yy başındaki Bastille hapishanesi (Masque de fer) ya da İtalyanlar için Avusturya hapishaneleri (Carcere duro) ile eş tutanlar da az değildir.

Vnci Murad (1840-1904)

Mehmet Murad, IInci Abdulhamid’in iki yaş büyüğü ve geleneklere göre tahta çıkmaya aday ‘veliaht prens’tir.

Abdülaziz (1861-1876)’in bir ‘darbe’yle düşürülmesinin ardından, 30 Mayıs 1876 Salı sabahı 101 pare top atışıyla Sultan Murad tahta çıkacaktır (3).

Darbe’ olmuştur ama İstanbul halkı, bir bayram havasında sokakta biribirlerini kutlamakta; müslüman, hristiyan, yahudi ayrımı gözetmeksizin tüm kesimlerin mutluluğu gözlerinden okunmaktadır.

Abdulaziz ki, sadece karagöz, horoz döğüşü ve güreş karşılaşmalarını izlemekle yetinen, içki ve kadına düşkünklüğüyle tanınan bir padişah olmuş; Abdülmecid tarafından ilan edilmiş olan ‘Tanzimat Fermanı’nın gereklerini yeterince uygulamamış o arada Balkanlar’daki huzursuzluk da dinmek yerine artarak büyümüştür.

Şimdi veliaht Murad’ın tahta oturması ve onun kişiliği ve bilgeliğine olan güven, halkı ve o arada Mithat Paşa’yı heyecanlandırmıştır.

Yeni padişahın iki gün sonra Topkapı sarayını ziyaret etmesi ve sonra Ayasofya’da ilk selamlığa çıkması, halkın ‘kendiliğinden’ ve ‘olağanüstü’ ilgisini çekmiştir.

Ancak Murad duygusaldır. Nitekim, tahta geçtiğinin dördüncü günü, bir görevlinin aniden sofaya gelerek amcası eski Sultan Abdulaziz’in bileklerini keserek intihar ettiğini haber verdiği zaman, bayılmıştır. Dahası, günlerce iştahının kesildiği ve yediklerini çıkardığı söylenmektedir.

Abdulhamid olmasın!

Sultan Vnci Murad’ın tahta oturmasından tam üç ay sonra, İstanbul’da yeniden 101 pare top atışı yapılmakta ve bu kez IInci Abdulhamid’in sultanlığı kutlanmaktadır.

Polisiye romanlarında, bu tür ilginç durumlar için, önce ‘kadına bakın’ diye bir deyim vardır. Bu yeni ‘Darbe’de ise belki ‘sarayın kadınları’na da bakılabilir ama, burada ‘Abdülhamid’e bakın’ da denilebilir. Ancak Rusya büyükelçisi ‘General Ignatieff’e de bakılabilir.

Değil mi ki, Abdülaziz döneminden buyana Rus büyükelçisinin ‘etkileyebileceği’ herkesi etkilemekten kaçınmadığı bilinmektedir. Ne ki, Abdulhamid’in de boş durmadığı gözlenmekte ve hatta Sir Layard’dan kendisini korumasını isteyebilmektedir.

Tahta çıkarsa ‘Kanun-i Esasi’ ilan edeceğini söylemektedir.

Sultan Vnci Murad’ın sağlığı ise Saray için bir sorun olmuştur. Padişah iyileşecek mi yoksa iyileşmeyecek durumda mıdır? Doktorların bir gün söyledikleri ikinci gün söylediklerini tutmamaktadır.

Abdulhamid ise ‘naiplik’i (régence) kabul etmemektedir. Ya da öyle görünmektedir. Çünkü, ‘naip’ olarak atanır ve Sultan Murad iyileşecek olursa, tahtı ona devretmek zorunda kalacaktır.

O arada, akıllarına Luis Napolyon gelir. O da ‘Anayasa’ üzerine yemin etmemiş midir? Ardından da kendi ‘18 Brümer’ini yapmamış mıdır? Yeter ki, bir kez ‘iktidar’ ele geçirilmiş ve yeterli güç elde edilmiş olsun (4).

Ve IInci Abdulhamid, Eyüp Cammi’inde Konya Mevlevi Şeyhi’nin onayıyla ‘tahta oturmaya’ razı (!) olacaktır.

Baştan sona gayri meşru

Abdulhamid tahta çıkar çıkmaz, kendi doktoru Mavroyeni’yi Sultan Vnci Murad’ın sağlık durumu ile görevlendirir. Amacı, tüm dünyaya Sultan’ın deli olmadığı ve bir gün iyileşeceği izlenimi vermek ve o arada kendisinin ne yaparsa yapsın ‘sorumlu’ olmadığı ama ‘zorunlu’ kaldığını göstermektir.

Oysa Sultan Vnci Murad, doktorlar odasına girdiği andan itibaren kendisinin ‘tahttan inmiş’ olarak değelendirilmesini isteyecektir. Her şey bir yana, bir tek bu davranışı bile Vnci Murad’ın ‘deli’ olmadığı, tersine çok aklı başında bir ‘Devlet adamı’ olduğunu kanıtlamaya yeter.

O arada başta Mithat Paşa ve diğer asker-sivil ‘Paşa’lar, Vnci Murad’ı tahta çıkaran Hüseyin Avni Paşa’nın ‘naiplik’ durumunda, iktidarı tümden ele geçireceğinden çekinmektedirler.

O nedenle 19 Aralık 1876’da Mithat Paşa Sadrazam olarak atanıp dört gün sonra da (23 Aralık) Kanun-u Esasi ilan edilir. Böylece Abdulhamid hem resmen Sultan olacak ve hem de ‘Anayasal’ (loi constitutionnelle) sınırlar içine çekilmiş olacaktır.

Ancak Abdulhamid’te ‘oyun’ çoktur.

Madde 6

Yürürlüğe konan Kanun-u Esasi İmparatorluk içinde herkese ‘dokulmaz’ (inviolable) ‘özgürlükler’ getiriyordu ama; 6. Maddesi “Osmanlı hanedanı üyelerine, özel taşınır ve taşınmaz malları ile hizmetlilerine ‘millet garantisi’ (la garantie de tous)” de getiriyordu.

Oysa, tahta çıktığının hemen ertesinde, Abdulhamid, Vnci Murad’ın büyük oğlunu Harbiye’den çekip babasının yanında kalmaya zorladığı gibi, aile üyeleri ve hizmetlilere ‘Çırağan Sarayı’na giriş-çıkışlarını da yasaklamış; çoğu hizmetliyi ya görevden almış ya da sürgüne göndermiştir.

Dolayısıyla, başka bir dizi nedenin yanısıra, Kanu-u Esasi’nin bu 6. Maddesi, Abdulhamid için ‘sürekli bir başağrısı’ olacaktı.

Kaldı ki, Kanun-u Esasi yürürlükte olduğu sürece, yapmayı tasarladığı işleri Avrupa’dan gizlemek ya da savunamamak durumunda kalabilecekti.

Tam bu sırada, kuşkusuz Rusya’nın özendirmesiyle Bulgaristan sorunu patladı.

Abdulhamid, kazansa da kaybetse de Rusya’ya savaş açmanın, en azından Kanun-u Esasi’nin ‘rafa kaldırılması’ için önemli bir ‘neden’ olabileceğini gördü (5). Bu ‘olanağı’ değerlendirmeye çalıştı da denilebilir.

Kıssadan hisse

Osmanlı değil ama tüm Türk ulusu (Türk, Kürt, Çerkez, Rum, Ermeni, Pomak ve ilah halklar dahil) için 93 Harbi işte bu koşullarda ve ‘bu kafa’yla başladı.

Ve hâla ‘izleri’nin silindiği söylenemez.

İçine ‘sürüklendiğimiz’, ‘sürüklenildiğimiz’ ve ya da ‘sürüklediğimiz’ savaşın ancak bir ‘Abdulhamid sevdası’yla olabileceğini söylersek abartmış olmayız.

Ve bu ‘kafa’dan korkulmalıdır.

Çünkü üstesinden gelinebileceğine güveniliyorsa, ‘korku’ bir ‘meziyet’ttir.

Diğerine ise ‘pısıklık’ denir.

Dur bakalım n’olacak diye bekleyenlere ‘hisse’ olsun.

Notlar:

(1)http://www.dunya48.com/habip-hamza-erdem/28193-habip-hamza-erdem-anadoluda-turkler-24

(2) Albert Fua, Abdul-Hamid II et Mourad V, masque de fer : pages d’histoire / Bibliothèque nationale de France. İstanbul’da yayımlanan L’Indépendat gazetesi yayım yönetmeni Albert Fua, Meşveret gazetesine de danışmanlık yapmakta olup, Genç-Türkler ile yakın ilişki içindedir.

(3) Aslında ‘Darbe’ 31 Mayıs günü için planlanmış olmasına karşın, sezilmesi kuşkusuyla 30 Mayıs’a çekilmiş ama Murad’a haber verilememiştir. O nedenle, 30 Mayıs gecesi veliaht Murad derin uykuda iken, Genelkurmay başkanı diyelim, Hüseyin Avni Paşa onu sabahın üçünde uyardığı zaman, yarı uyanık, amcası Sultan Abdulaziz’in kendisini öldürtmeye geldiklerini sanmıştır. Kimi yazarlar, bu ‘Darbe’nin öncekilerden farklı olarak, saray içinden değil ama dışından, yani asker-sivil bürokratlarca yapılmasının bir ‘ilk’ olduğuna ve yüzyılın başından buyana yeni bir ‘politik sınıf’ın doğmuş olduğuna kanıt olarak ileri sürmektedirler. Allan Kaval, « Abdülhamid II, Sultan Ottoman (1876-1909) », Les Clées du Moyent-Orient, 27 Aralık 2011

(4) Benzetme değil ama tarihin ‘ilahi tekerrürü’ denilebilir. Hem 82 Anayası’sı üzerine yemin ederek göreve gelip, hem de o anayasayı tanımamak gibi bir durum. Sonra da ‘Başkanlık rejimi’. Bütün bunlar Abdulhamid’in torunları tarafından, onun nasıl tıpa tıp örnek alındığını göstermeye yeter. Günümüzdeki ‘Abdulhamid sevdası’, demek ki, sözde değil özde bir ‘aşk’ın dışavurumudur.

(5) Tarih’in böylesine ‘komplo’larla yürümediğini biliyoruz. Ancak yüzyıllar boyunca buna benzer ‘olay’ların olmadığını da yadısyamayız. Günümüz Türkiye-Suriye çekişmesinde ‘akıl ve mantık’ aramak ya da ‘ulusal çıkar’ gözetildiğini ileri sürebilmek için ancak ya ‘saf’ olmak ya da işte bu tür ‘tarihsel olaylar’ı hiç duymamış olmak gerekir.

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP