İlhan KARAÇAY
Bugüne kadar gittiğim her etkinlikte ve fuar açılışlarında sık sık gördğüm ve haberlerde sitayişle söz ettiğim Ebru sanatçıları, meğerse ne büyük değerlermiş be arkadaş?
Çok çok özür dileyerek ifade edeyim ki, gerçekten çok beğendiğim ve her zaman da sitayişle söz ettiğim Ebru sanatı ve sanatçıları, bir yandan ne yazık kı, diğer yandan da ne mutlu ki Avrupa’da ancak şimdi keşfedildiler.
Hollanda’nın De Volkskrant gazetesinde Aybala Carlak imzasıyla yayınlanan bir haber, bu işle ilgilenen herkesi, bir tokatta sağa sola savurdu.
Aybala’nın haberine göre, şimdi çeşitli moda zinciri firmalar, ebru desenlerini giysilerine nakşediyorlar ve bunun için de Türk ebru sanatçılarını kadrolarına katıyorlar.
İsterseniz Hollanda’daki gelişmeleri az sonraya bırakalım, ebru sanatının tarihine bir göz gezdirelim.
Ebru, Özbekistan sınırları içinde olan Semerkand ve Buhara şehirlerinde doğmuştur. İlk yapılma yılı kesin olarak bilinmemekle birlikte kağıdın bulunduğu yıllara rastladığı düşünülmektedir. Bu da 7’nci yüzyıl ile 8’inci yuzyıl arasını işaret eder. Ebru göçler kanalıyla Anadolu’ya gelmiş, özellikle Osmanlı döneminde büyük bir gelişme göstermiştir. Batılı ülkelerin ebruyla tanışması ancak 16’ncı yüzyılın başında İstanbul’a gelen seyyah, diplomat ve tacirler vasıtasıyla gerçekleşiyor. Ebru tekniği bu şekliyle Batı’da “Türk Kağıdı” ya da “mermer kâğıt” olarak adlandırılıyor.
Ebru, geven otunun özsuyundan elde edilen kitre veya deniz kadayıfı bitkisi (kerajin) ile kıvamı arttırılmış suyun üzerine, içine öd katılarak, suyun dibine çökmeyecek hale getirilen boyaların serpilmesi ve su yüzeyinde meydana gelen şekillerin olduğu gibi ya da metal uçlu bir aletle müdahale edilerek bir kağıda geçirilmesi yoluyla yapılır.
Ebru’nun Çin ve Japonya’da doğduğu da söylenir ama, oralardaki teknik ile bizim uyguladığımız teknik arasında dağlar kadar fark olduğu da bilinmektedir. Bizim sanatçıların yaptıkları Ebru tekniğinde, renkli topraklardan alınan boyalar ile, kvamlı sular kullanılır. Çin ve Japonya’dakiler ise başka bir teknik ile normal su ile mürekep kullanırlar. 12’inci asırdan itibaren Japonya’da suminagaşi ve beninagaşi isimleriyle yapılan bir takım çalışmalardan, çok renksiz, hemen hemen siyah-beyaz desenler çıkar.
Ebru konusunda en önemli uzman kaynak olan Prof. Uğur Derman Hoca ebrunun Farsça “bulut, bulutumsu” anlamına gelen “ebri” sözcüğünden türediğini en kuvvetli ihtimal olarak savunmaktadır. Osmanlı ülkesinde de revaç bulan aynı isim, telaffuz zorluğundan son yüzyılda Türkçede ‘Ebru’ya dönüşmüştür.
İstanbul’dan Avrupalı seyyahlar tarafından kendi memleketlerine götürülen ebru kâğıtları, önce Almanya’da, sonra da Fransa ve İtalya’da ‘mermer kağıdı’ veya ‘Türk mermer kağıdı’, hatta sadece ‘Türk kağıdı’ adıyla tanınıp benimsenmiş ve buralarda da da yapılmaya başlanmıştır. Zaman içinde İngiltere ve Amerika’ya da yayılan ebru kağıdı, her ülkenin sanat anlayışına göre bir başkalık gösterir. Bunda, kullanılan değişik malzemenin de rolü olmalıdır. Belgelenen en eski ebru örneği 16. yüzyıla aittir. Kağıdın süslenmesinde, kıt’a ve levhaların iç ve dış pervazlarında, yazma ciltlerinde yan kağıdı olarak sıkça kullanılmıştır.
Osmanlı döneminde başlıbaşına bir sanat ve iş kolu olan ebruculuk, 20. yüzyıl başlarına gelindiğinde, unutulma noktasına gelmiştir. Bu sanatın tekrar hayat kazanması, ebru sanatına ‘çiçekli ebru‘yu geliştiren büyük sanatçı Necmeddin Okyay sayesinde olmuştur. Okyay’dan sonraki büyük merhale Mustafa Düzgünman’dır.
Ebru Sanatı, 27 Kasım 2014 tarihinde Atilla Can’ın girişimleriyle UNESCO tarafından somut olmayan kültürel miras olarak tanımlanmıştır.
Mustafa Düzgünman’dan (1920-1990) sonra gelen ebru sanatçıları arasında, (tarih sırasına göre) Sacit Okyay, Sami Okyay,Fuat Başar, Alparslan Babaoğlu, Sabri Mandıracı, Sadreddin Özçimi, Sedat Altınöz, Hikmet Barutçugil, İsmail Dündar, Yılmaz Eneş, Atilla Can, Firdevs Çalkanoğlu, Mahmut Peşteli, Erol Çağlar yer almaktadır.
1000 YIL SONRA AVRUPA’DA MODA OLDU
Hollanda’da ‘Mermerleme’ olarak anılan ‘Ebru’yu De Volkskrant gazetesinde anlatan Aybala Carlak, su üzerinde yapılan bu sanatın, artık print edilerek giysilere nakşedildiğini ve hatta valizlere bile işlendiğini yazıyor.
Ünlü firmalar H&M Home, Astier de Villatte, Fendi ve Balmain’in, ebru printli giysi ve eşyaları ile girdikleri piyasada çok başarılı olduklarını yazan Carlak, Hermes firmasının da ebruyu erkek giysilerine nakşederek Fashion Haftası’nda sergilediğini belirtiyor.
Ebru’yu tam 12 yıldır giysi kutularına nakşeden Matches Fashion firması da durumdan çok memnun. Firmanın satış müdürü Jess Christie bu konuda şunları söylüyor: ‘Ebru bizim kimliğimiz ile kaynaştı. Pek çok Ebru sanatçısı ile çalışıyoruz. Böylece müşterilerimizin, kutularımızı saklamalarını teşvik ediyoruz.’
Aynı firma 2,5 yıl önce, Globe-Trotter adlı valizlerin imalatçı firması ile bir anlaşma yapmış. Bu anlaşmaya göre, sırf kendileri için Ebru motifli valizler üretmeye başladı. Satışlar da çok iyi gidiyor.
Ünlü modacı Jan Taminiau da birkaç yıldır Ebru kullanıyor. Eski kitap kapaklarında gördüğü Ebru baskılarından ilham aldığını söyleyen Taminiau, derin bir araştırma yaptıktan sonra özel olarak Ebru atelyesi kurduğunu ve ürettiği giysi ve ev eşyalarına Ebru nakşettiğini belirtti.
Ebru’ya ilginin nereden doğduğu sorusuna Taminiau’nun cevabı şöyle: ‘Bu tekniği çekici yapan şey, damlattığın veya bir metal deydirdiğin suda ne göreceğini bilememendir.Bu sanatı icra edenlerin harcadıkları enerji, birbirlerini kamçılamaktadır. İşte böylesi bir meşgale sonunda çıkan eserler de beğenilmektedir.’
Rotterdam’da ‘Ebruze’ markalı giysi üreten Ebru Durmaz şöyle diyor: ‘Dışarıdan bakanlar, konuya sanatsal değer yerine ticari değer olarak bakıyorlar. İnstagram sayesinde Ebru sanatı popüler oldu. İmal edilen prodüksiyonları öne çıkarmak için arka plana Ebru nakşediliyor.
Eskiden belli bir kesim bu sanatla ilgileniyordu. Ama şimdi herkes.’
Ebru sanatını öğrenmenin çok zor olmaması nedeniyle, bu sanatı öğrenmek isteyenlerin sayısı da günden güne artıyor. Jan Taminiau’nun atelyesinde kurs veren Türk sanatçı Yusuf Akkaya, ‘Burada işler çok iyi gidiyor. Ülkenin pek çok yerinde yeni doçentler ve kursiyerler görüyorum. Benim kursiyerlerim çok heyecanlılar. Suya damlattıkları boyaların aldıkları şekiller karşısında büyüleniyorlar’ diyor. Akkaya, Ebru’yu hem eski Japon sistemi suminagaşi ve paste paper tekniğini hem de modern Ebru tekniğini kullanıyor.
Her yıl yapılan ‘Sanat ve Görüntü Festivali’nin organizatörü Wendy van Wilgenburg, festivale Ebru sanatını kattıktan sonra bilet satışlarının yükseldiğini belirtirken, Ebru’nun çok renkli bir sanat dalı olduğunu ve ilgi çektiğini belirtti.
Yusuf Akkaya ise, Ebru ile ilgilenen Hollandalılar’ın, konuya sanat (Zanaat) olarak baktıklarını, ama bunun güzel sanatlar olduğunu yavaş yavaş öğreneceklerini belirtiyor.
HOLLANDA’DAKİ EBRU DUAYENİMİZ: OKAN AKIN
Ebru Güzel Sanatlar mucizesinin Hollanda’da modanın trentleri arasına girdiğini sevinerek yazıyorum ama, burada kendisini yıllardır izlediğim bir Ebru duayenimizden de söz etmek istiyorum. Ebru dışında daha pek çok güzelliğe ve etkinliğe imza atmış olan bu duayen, Okan Akın’dan başkası değil.
Bakınız, ‘Ebru ile nasıl tanıştın’ şeklindeki soruma Okan Akın ne cevap verdi?
‘Ebru sanatıyla tanışmam aslında 1980’lerde TRT’de çocukluk dönemimde izlediğim bir belgeselle oldu. Tesadüfen rastladığım o belgeselde yaşlı bir ebrucu –daha sonradan O’nun büyük üstad Mustafa Düzgünman olduğunu öğrendim- tekne içindeki suya boyalar damlatıp inanılmaz güzellikte resimler yapıyordu. Çok büyüleyici bir şeydi. Bir türlü aklımdan çıkmıyordu. Zamanla tabi o heyecan soğudu. Daha sonra Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Güzelsanatlar Eğitimi Bölümü, Tekstil Tasarım Ana Sanat Dalı’ında okurken ebru tekniğinin kumaşa da uygulanabildiğini öğrendim ama o dönemde uygulama yapacak ne bir atölye vardı, ne de bir imkan.
Okuldan mezun oldum ve beş yıl kadar Erzincan ve İzmir’de tekstil tasarım öğretmenliği yaptım. Evlilik dolayısıyla istifa edip, Hollanda’ya yerleştim. Amacım Hollanda’da bir sanat atölyesi açarak vitray, tekstil ve resim üzerine sanat faaliyetlerimi sürdürmekti. Üniversiteden hocam Rauf Tuncer bana bir gün Türkiye’den telefon açtı ve bir sergi için Hollanda’ya geleceğini söyledi. Kendisiyle sergi hazırlığı dolayısıyla bir iki gün beraber olduk ve bu arada Hollanda’daki planlarım hakkında konuşma fırsatı bulduk. Rauf Hocam bana aynen şunu dedi: “ Okan, tereciye tere satmana gerek yok. Burası Avrupa, modern sanatın beşiği. Sen modern sanat eğitimi almış birisin ve doğulu bir sanatçısın. İşte senin üstünlüğün burada. Çünkü ayrıca sende Doğu sanat disiplini var. Bu yüzden bizim geleneksel sanatlarımızdan birini çok iyi öğren ve bu sanatı burada modern bir anlayışla uygula. Hem Batılılara öğret, hem de burdaki Türkler’e kendi sanatlarını tanıt.”
Ne olduysa işte o zaman oldu. Akşam eve döndüğümde aklımda hep Rauf Hocam’ın dedikleri vardı ve hiç tereddütsüz ebru tekniği üzerinde yoğunlaşmaya karar verdim. Ondan sonrası çorap söküğü gibi geldi.’’
Okan Akın, Ebrua’ya bakış açısını ise şöyle anlatıyor:
‘Ebrunun gelenekli ruhunun korunması biz Türk sanatçılarının birinci görevidir diye düşünüyorum. Diğer taraftan modern sanat eğitimi almış biri olarak, sanat felsefesinin temelinin değişime, gelişime ve farklılığa sonuna kadar açık olmak olduğunu biliyorum. Bu yüzden ebrunun yeni denemelere sonuna kadar açık olması elzemdir. Bunu biz yapmazsak ebruyu öğrenen Batılı sanatçılar zaten yapacaklardır, hatta yapmaktadırlar. Bu durumda “peki, gelenekli ebrumuzu nasıl koruyacağız?” diye sorabilirsiniz. Bu hiç de zor değildir. Zira ebru sanatının çok iyi bir şekilde kategorize edilip, ekollere ayrılması ve bu şekilde gelenekli ile çağdaş denemelerin ayrıştırılması bu sorunu kökünden çözecektir. Gelenekli ebru ruhunun korunması için birinci derecede gereken şey budur. Bunun için bilimsel ve akademik çalışmalara ihtiyaç vardır. Bu da tabi devletin ilgili kurumlarının Başta Kültür Bakanlığı olmak üzere, Güzel sanatlar Fakülteleri, müze ve arşiv müdürlüklerinin sorumluluğunda olan şeylerdir. Biz sanatçılara düşen bu kurumları yönlendirici mesajlar verip, görev verildiği takdirde göreve icabet etmektir.’
Ebru’nun, geçmişte daha çok bir süsleme sanatı olarak kitapların yan kağıtlarında kullanıldığını şimdilerde ise modada baştacı edilemeye başlandığını hatırttığım Akın şöyle konuştu:
‘Ebru günümüze kadar bir kağıt süsleme sanatı anlayışında yardımcı bir sanat unsuru olarak kullanılmış. Bu yüzden hüsnü hat sanatına arka fon olmanın ve cilt yapımında kullanılmanın ötesine pek gidememiş. Özellikle merhum Necmeddin Okyay Üstad’ın 1900’lü yılların ikinci çeğreğinde çiçekli ebru çığırını açmasıyla birlikte, ebru müstakil bir sanat olma kapısını aralamış oldu. Şu anda birbiri ardına yetişen yetenekli ebrucular, yeni yeni arayışların peşinde inanılması güç başarıların altına imza atıyorlar. Artık şunu büyük bir gururla söyleyebiliriz ki, bir ebru eser çerçevelenip, mekanların müstesna köşelerine bir sanat eseri olarak asılabildiği gibi, önemli galerilerde sergilenebiliyor. Bu da ebrunun müstakil bir sanat olma evresini tamamladığını bize ispatlıyor. Bence en önenemlisi de budur. Yani ebrunun bir kağıt süslemenin ötesinde, tam bir sanat eseri özelliğinde kullanılmasıdır. Bunun yanında ebru özellikle dekoratif eşyalarda ve tekstil eşyalarında da kullanılmakta. Bu da çok normaldir. Çünkü sanat, estetik bir kaygının sonucudur ve sanat eserleri insanların yaşam alanlarına ve kullandıkları şeylere ilham kaynağı olma görevini üstlenir. Bunda hiçbir beis yoktur.’
YAZARLAR
6 saat önceEKONOMİ
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önce