İlhan KARAÇAY
Gazetecilik yaşamım boyunca pek çok yazar çizer ile tanıştım ve eserlerini dikkatle okudum.
İçlerinde muhteşem olanlar olduğu gibi, sıfır olanlar da vardı. Eserleri ile okurlarını hipnotize edecek kadar muhteşem yazar ve çizerlerimize sonsuz şükranlarımı bildirirken, şimdi sizlere bir eserini sunacağım Sanatçı, Akademisyen ve yazar Ümran Özbalcı Aria’yı da ‘muhteşemler’ arasına koyuyorum.
İzmir doğumlu olan Özbalcı Aria, 1985’te Dokuz Eylül Üniversitesi Resim Bölümü’nde Lisans,1992’de Marmara Üniversitesi Resim Bölümü’nde Yüksek Lisans,
1999’da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Bölümünde Doktorasını aldı.
Daha sonra yaptığı eserleri ile Türkiye’de ve dünyanın dört bir yanında sergiler açan Özbalcı’nın kariyerini, haberimin sonunda sizlere sunacağım.
Özbalcı Aria’nın ‘en başarılı’ diyebileceğim çalışması, Hollanda’yı ve Hollanda sanatçılarını tanıtan kitap oldu diyebilirim. Hollanda’yı çok iyi irdelemiş olan yazarı ben de kutluyorum.
17’nci yüzyılın, Hollanda için sadece sanat açısından değil, aynı zamanda ekonomik ve sosyal gelişme açısından da çok önemli olduğu belirtilen kitapta, diğer ülkelerin sanatçılarından da söz ediliyor.
Bir uyarım var: Hollandalı sanatçılar arasında, en büyüklerden biri olan, kendi kulağını kesecek kadar da deli olan ‘Vincent Van Gogh neden yok’ diye sorarsanız cevabım şu olur: Kitapta sadece 17’nci yüzyıl sanatçıları ele alınmış. Van Gogh 18’inci yüzyılda yaşadı.
Başlangıçta, sanatı, 17’nci yüzyıldaki Hollanda’yı ve o dönemdeki Hollandalı ressamları daha iyi öğrenmek için isterseniz, ‘17.YÜZYIL HOLLANDA RESMİNDE PORTRE’ adlı kitaba önsöz yazan Sanatçı, Akademisyen Prof.Kemal İskender’in ne dediklerine bakalım:
“İngilizce söylenişiyle ‘The Golden Age Of Painting’ Hollandaca söylenişi ile ‘De Golden Eeuw’, Türkçe söylenişi ile ‘Resmin Altın Çağı’ dendiği zaman, bundan yalnız ve sadece 17.yy.Hollanda resmi anlaşılır. Biraz olsun Sanat Tarihi ya da Sanat dünyasına aşina olan herkes bilir bu deyişi.
Sadece sanat açısından değil, ama aynı zamanda ekonomik ve sosyal gelişme açısından 17.yy Hollanda’sı benzersiz bir yapı sergiler. Bu dönem Hollandası, denizlerde İngiltere ile boy ölçüşebilir hale gelmiş, sömürge kaynaklarından akan gelirler aracılığıyla alabildiğine zenginleşmiş ve yoğun bir kültürel birikim düzeyine ulaşmıştır. Ayrıca, aynı Hollanda Avrupa’daki tüm devlet ve kuruluşlara oranla en ‘liberal’ yapıyı temsil eder.
Merkezi bir otoriteye bağlı olmaksızın gelişen belediye v.b gibi sivil kuruluşların yönetimindeki kent devletleri bu ‘liberal’ ortamın doğmasında etkili bir rol oynamıştır.Ve işte bu sayededir ki, ‘Resmin Altın Çağı’nda, her beş evden birinde mutlaka bir resim vardır. Gene bu sayede ‘dinsel ve tarihi konular’ ve ‘portre’nin yanı sıra, peyzaj enteriyor ve janr gibi resim türleri, birbirinden iyice ayrılan bağımsız ifade araçlarına dönüşmüştür.
Bu gelişmelere koşut olarak portre ve özelliklede grup portreciliğinin yaygın bir uygulama haline gelmesi, tümüyle Hollanda sanatına ‘özgü’ yeni bir yönelişi temsil eder. Rembrandt ve Frans Hals gibi ressamlar, diğer ülkelerde örnekleri pek görülmeyen grup portreciliğinin en yetkin ustalarıdır.
Öte yandan, Holanda’nın kültürel ve sanatsal değerleri, her şeyin üstünde tutan anlayış ve geleneği, Hollanda’nın, Hitler Almanyası tarafından işgal edileceği anlaşılacağı zaman, Hollandalıların para, mücevher ve altın gibi maddi değerleri değil de, (bir örnek olsun diye veriyorum) Rembrandt’ın ‘Gece Nöbeti’ gibi grup portreciliğinin doruk noktasını temsil eden başyapıtını saklamalarıyla sonuçlanmıştır.
Aria’nın (o zamanki adıyla Mimar Sinan Üniversitesi’nde) benim yönlendirmemle gerçekleştirdiği ‘17. yy Hollanda Resminde Portre’ başlıklı tez çalışması, yukarıda sözünü ettiğim gelişmeleri, derinlemesine araştıran bu gelişmelerin, biçimsel karşılıklarını analitik bir yaklaşımla çözümleyen ve değerlendiren ’benzersiz’ bir girişimdir ve bu çalışmanın ne Türk sanatında ne de Türk Sanat tarihinde bir benzeri daha vardır.”
HOLLANDA GEZİSİ BU KİTABI YARATTI
Şimdi de kitabın Giriş Bölümü’nde neler olduğuna bakalım.
Şöyle yazıyor Ümran Özavcı Aria:
“Kitap konusu seçimimde, Hollanda’ya yaptığım gezinin şüpheniz katkısı büyük oldu. Bir ülke resmini, özgün yapıtları kendi topraklarında, müzelerinde yoğun olarak gözlemlemek önemliydi. Tüm çalışmam boyunca, labirentler içinde gezindim. Her yol bana muhteşem sanatçı ve portreler sundu.
Hollanda öyle bir ülke ki, Delft’in dar sokaklarında gezerken her an Vermeer’le,Amsterdam’da Rembrandt’la karşılaşacağınızı hissedersiniz. 17.yy dokusunu oluşturan muhteşem mimarideki evleri arasında bunları duyumsamak hiç de güç değil. “Rembrandt House”u gezerken onunla o havayı solur, ‘Night Watch’ı, otoportrelerinin yapılışına şahit olursunuz. Resim sanatı yüzlerce yıllık zengin anlatımlarıyla muhteşem sanatçı ve yapıtlarıyla karşımızda…
Tarih öncesi dönemlerdeki duvar resimlerinden günümüz resim sanatına kadar gelen uzun bir gelişme içinde küçük bir ülkenin ama resim sanatı büyük bir dönem olan XVII. yüzyıldaki “portre” resim türünü inceleme nedenim; Rembrandt’ın deyimiyle, “Yüz”ün unutulmasına içerliyor olmamdır belki de…
İnsanı, insanları, insanlığı tanımak, tanımlamak için bundan daha güzel ifade aracı olabilir mi?…
Descartes ve Spinoza; XVII. yüzyıl felsefesini oluşturan iki portre; Hollandalı Spinoza’nın ‘gerçekte özgür olduğum tek ülke’ diye tanımladığı Hollanda’da 20 yıl yaşamını sürdüren Fransız Descartes; bize XVII. yüzyıl Hollanda gerçeğini sembolleştiren isimlerden biridir. Hollanda’nın tarihi ve Hollanda’da hayat, çok özel koşullar altında ve tamamiyle kendi psikolojilerine özgü bir yolla gelişmiştir. Bu gelişme her yönüyle onların yaratıcılıklarına da özel bir anlam katmıştır. “Portre” resim sanatının gelişimi, her ne kadar Rönesans dönemine rastlasa da, sanat tarihinin hiç bir döneminde “Portre Resmi XVII. yüzyıl Hollandası” kadar parlak göz alıcı eserler sunmamıştır.
Birçok varlıklı tüccar, birçok saygın kentsoylu seçkin belediye başkanları veya belediye meclis üyeleri, taşıdıkları ünvanlarıyla belirtilerek, imgelerini sonraki kuşaklara ulaştırmak istiyordu. Hollanda’da seçkin birçok kişinin geldiği salonlarda asılmak üzere, toplu portre yaptırmak gibi bir gelenek de vardı. Günümüze kadar gelen Hollanda portrelerinin, geniş bir sosyal katmana yayıldığını gösteriyor. Bu resimler, modellerin asaletini gösterdiği gibi, son derece farklı ve özelleştirilmiş ifade tarzları, zeka, mütevazılık ve aşk evliliğinin yürütülmesi gibi, iç özellikleri de belirtir.
Rembrandt Hals Vermeer
XVII. yüzyıl Hollanda resim sanatında, ülkenin kendi adıyla özdeşleşen bazı isimlerin öne çıkması da çok doğaldı. Rembrandt, Frans Hals ve Vermeer, hemen diğerleri arasından sıyrılırlar. Rembrandt kendine özgü ışık-gölge doku ya da fırça işçiliği kullanımıyla, iç dünyasını yansıtmak için en uygun atmosferi yarattı. Frans Hals’ın portreleri ise çok ender olarak, büyük, sosyal ve dini ihtirasları yansıtır. Onun portrelerinde sıcak ve dostça yansıtma biçimi ön plandadır. Grup portreleri, tek portreler, portrelerin kompozisyon, ışık-gölge ve renk, ifade özellikleriyle ele aldığımız bir çalışmada, yine Rembrandt’ın olağanüstü yetenek ve belleğinin sonucu olan yapıtlarında, psikolojik yorumlamalarıyla portrelerine yansıdığını gördük.
Picasso’nun da belirttiği gibi; ‘Sanatta geçmiş ya da gelecek diye bir şey yoktur. Bir sanat yapıtı sürekli olarak şimdi de yaşamıyorsa onu hiç dikkate almamak gerekir’.
Hollanda portre resmi özgün anlatım türleri ve hepsi “ekol” sayılabilecek sanatçılarıyla resim sanatının tarihi içinde ayrıcalıklı yerini almış gözüküyor. Ve belki de bugün hiç olmadıkları ölçüde canlılık ve dirilikte durmaktadırlar…”
HOLLANDALI RESSAMLARIN ÖZELLİKLERİNE BAKALIM:
JOHAN VERMEER
The Milk Maid A Girl with a Pearl De Lace Maker
Johannes Vermeer, sanat tarihinde görüntü anını kusursuz bir ustalıkla tuale aktaran, desen, renk ve şimdilik durgunluk diyebileceğimiz tinsel veya metafiziksel niteliği kendinden birleştirmiş bir sanatçıdır. Desen sözüyle bir resmin kompozisyonundan ve düzeninden daha fazla bir şey anlatmak istiyoruz. Konular tek figürler veya gruplar halinde, bir manzaradaki şekiler veya bir manzaradaki çizgiler olarak seçilir ve gerçekleştirilir. Fakat bir resme desen çizmek bundan çok daha fazladır. Her şeyden önce güvenilebilir bir boşluğa konuyu yerleştirmek ve kompozisyondaki çeşitli unsurlara değişmeyen bir yapı vermek, izleyicinin gözünü doğrudan manzaraya veya tasvir edilen cisme düşündürerek çekebilmektir. En basit bir biçimde (ama en kolay değil) bu etki sadece ışıkla elde edilir. Soyutlanan formun üstüne ışık ve gölge düşürünce bu aynı görüntü alanında bulunan diğer cisimlerden destek olmaksızın, hayali bir yer kaplar.
Vermeer‘in eserlerinde buna en iyi örnek ‘Türbanlı Kız’ portresidir. Onun resimlerinde resim boşluğunun ‘geometrik bölünüşü’nün, özellikle yansıtıldığı görülür. Geometri estetik bir amaca hizmet etmiyorsa, ilginç değildir.
‘Voman with a water jug’da, içeri ışık veren bir pencerenin altında, bir kız gösterilmiştir.
Resimde kadın düzenlemenin tam ortasındadır. Figur düzenli bir bakış içinde pencerenin kenarında duruyor. Kumaş yapısındaki güçlü hissediş ve hemen hemen dinsel ciddiyetteki göstergeler tipik bir Vermeer resmi özelliğini gösterir. Resimde Vermeer’e özgü mimari boşluk içinde kadın rüyalara dalmıştır. Resimdeki harita ve açık pencere badanalı duvarların arkasında var olanlar -örneğin bu gösterişli masa örtüsünun geldiği yeri bildirmeyi amaçlar, bu eserin içeriği Vermeer’in başlangıçta anlatmayı amaçladığı form olmuştur.
Vermeer’in belki de hiçbir resmi, ‘A Girl a sleep’ masası başında uyuyakalmış olan genç kadın kadar, eserlerine hakim olan sükûn havasını belirtemez. Kadının günlük yorgunluğundan yükselen huzur havası, odanın havasına yansımaktadır. Ressam, bu sakin ruh havasını yaşatırken, mekan üzerindeki araştırmalarına da devam ediyor. Aynı tabloda, büyük masa ile yandan görülen sandalye, derinlik izlenimi uyandırmaktadır.
Vermeer, halılar, sandalyeler, battaniyeler, aynalar, delft testileri haritalar, sedefler, küpeler, kolyelerle sessiz bir yumuşaklık elde etmeyi başardı.
O’nun eserlerinde iç huzuruna kavuşmuş rahat bir hayatın ışıklı gölgelerde sezilen sessiz adımların şiiri titrer. Bu eserlerde hayatın karanlık, dramlı inişli ve çıkışlı tarafları yoktur. Her şey rahat bir akış, bir dinleniş, bir fısıltıdır.
Vermeer anlaşılmaz benliği ve gizli dünyasıyla ülkesinin ve zamanın en önemli sembollerindendir.
GERARD DOU
Gerard Dou‘nun “Old woman Reading” tablosunda yalın bir kompozisyon vardır. Figür profil, duruş biçimindedir. Resmin sol üst kösesinden (çaprazlama) alt sağ köseye doğru kompozisyon inmektedir. Bu da tüm dikkat yüze kitaba yönlendirmekte ve ellerde yoğunlaştırmaktadır.
Boy Reading Bray Family
Aynı etkiyi biraz farklı bir duruşla Franz Hals’ın Boy Reading tablosunda görürüz. Jan De Bray’ın Bray Family resmindeki kompozisyonunun 3 mekandan oluştuğu görülür. Önde köpeğin de yer aldığı duvarın önü, duvarın arkasında kalan figürlerin bulunduğu mekan, daha arkada karanlık bir dış mekan, Duvarın üzerine o dönem en çok kullanılan objelerden halı konulmuş.
MİCHELANGELO MERİSİ DA CARAVAGGİO
Aynı yüzyılda, biri güneyin diğeri kuzeyin ışık-gölge bütünlüğüyle resimlerine özgün, şiirsel anlatım kazandıran 2 büyük sanatçısıdır. Caravaggio’da ışık-gölge arasındaki kontrast formların statik karakterini, hatta figürler hareket halinde tasvir edilmiş olsalar bile, sınırlandırmıştır. Caravaggio’nın realizmi sanattır. Çünkü bir ışık-gölge ideali ile sarılmış ve figürler plastik bir ideale göre bireyselleştirilmiştir. Sanatçı ışık-gölge ile lumunistik üslûbun temellerini attı ve Caravaggioizm (Tenebrizm) anlayışını kazandırdı.
HARMENSOONZ VAN RİJN REMBRANDT
The Night Wacht Doctor Nicolaes Tulp
Rembrandt’ın resimlerinde de etkili olan unsur ışıktır. Rembrandt genel olarak ışığı tek kaynaktan almayı tercih ediyordu. Bunun bir sebebi, özellikle yaşlı ve fakir günlerinde, mum ışığında çalışmak zorunda olduğuysa da, sonuçta bu çok basit bir sebeptir. Çünkü aynı şartlar altında isteseydi aydınlık her yandan ışık alan resimler de yapabilirdi. Rembrandt’ta Caravaggio’da olan sert bir ışık gölge zıtlığı yoktur. Çehreleri aydınlattıktan sonra üst yanını sayısız derecede değişen yarı aydınlık tonlar içinde eritmenin en büyük ustası şüphesiz odur.
Tıpkı Leonardo’da olduğu gibi, onda da alaca karanlığın değerlendirildiğini, karanlık kısımlara aydınlık kısımlardan fazla yer verilmek şartıyla görüyoruz. Bu karanlık kısımları Rembrandt sadece karanlık bir boşluktan ibaret bırakmıyor. Aksine çeşitli tonlar ve renklerle o kısımlara hava tabakasının dalgalanışlarını veriyor. Adeta figürlerin iç hayatı, mekan boşluklarında ve resmin karanlıkta bırakılmış yerlerinde bir tül gibi dalgalanıyor. Buna karşılık o koyuluklar üzerinde kalan figür kısımlarına düşürdüğü bir ışık parçası, bir kemer tokası, aydınlıkta bırakılmış bir parmak, ayni kaynaktan ışık almaması gerektiği halde, bu değerlendirilişi, eşyayı maddi ağırlıktan kurtarır ve onları gerçeğin kendisi değil, resmi haline koyar. Rembrandt’ın büyüklüğü de bu noktadadır. Sade görüleni değil, görülmeyeni de resmedebildiği içindir ki, birçok gerçekçi ressamdan çok daha kuvvetle, dış gerçeği bize yansıtabilmiştir.
Rembrandt’ın ‘Chirst at Emmaus’ tablosunda ışık sol taraftan, tablonun dışında kalan bir kaynaktan gelmekte, oturan figürlerin önündeki masaya çarparak odaya yayılmaktadır. Tabloda ikinci derecede bir ışık kaynağı da, ışık saçan başıyla İsa’dır. Bununla birlikte resimde en aydınlık yer, masanın örtüsüdür. Yani bu tabloda en şiddetli ışık, tablonun asıl merkezini oluşturan İsa’yla birleşmemektedir.
Fransız Sanat eleştirmeni Eugene Fromentin, Rembrandt‘daki ışık gölge oluşumunu söyle açıklar: “Biraz sonra banyosundan çıkararak daha uzak, daha gösterişli bir hale getirmek için; koyu hale ışıklı bir merkez etrafında döndürmek, onları buğulamak, eritmek, yoğun bir hale getirmek ya da şeffaf karanlıklar elde etmek, özümsenmesi kolay alacakaranlıklar meydana getirmek için: nihayet en koyu renklere bile, onları siyah olmaktan kurtaracak bir şeffaflık verebilmek için, her şeyi bir gölge ile sarıyor ve her şeyi, hatta ışığı bile bir gölge banyosuna daldırıyor.”
Rembrandt‘ın, ışık gölgesinde Caravaggio‘nun sertliği yoktur. Rembrandt’ın resmindeki ana etken, ışık gölge kontrastları değildir, buğulamadır renk değil alacakaranlıktır. Onun fantezisi kendini nüanslara kaptırmıştır. Bu nüanslar yoluyla eşyanın detayını oluşturmaktadır. Fakat bu detayın miktarı ne olursa olsun form daima bir genel karanlık içindedir. Bir burun, bir parmak, kendi maddi formları içinde görülmezler; gölge tarafından emilmiş kaçıcı ışıkların belirgin hale getirdiği şeyler gibidir.
Rembrandt’ın resimlerinde gölge unsurunun güçlü bir şekilde yer alması, gerçekte zayıf bölgeleri gizleme ya da güçlüklerden kaçma aracı yerine konamaz. Hele hele bir tür hayratlık izini taşıyan bir kaçamak da sayılmamalıdır Rembrandt’ın ışık gölge etkisi, Caravaggio’da ve çöküş dönemine özgü bazı İtalyan resim ustalarında rastlandığı üzere, donuk ve siyah bulutlara da dönüşmez. Gölgeler aksine saydam ve parlaktır. Eylemi tamamlamaya veya sahneyi açıklamaya yarayabilen bütün ikinci derece ayrıntılar, arada fark edilebilir. Bunlar el çabukluğu ile atlanılmayıp yerinde bırakılmışlar, şekillerini ve boyutlarını muhafaza etmektedirler, ama ışık-gölge sayesinde tam gerekli önemlerine kavuşmuşlardır. Hollandalı ustaların yaşam öykülerini kaleme alan Arnold Houbraken‘a göre, Rembrandt akademik geleneğin öngördüğü ustalık yolunu yermiş ve sanatçının yalnızca doğaya öykünmesi gerektiğinde direnmiştir.
Rembrandt‘ın portrelerinin bu ruh bağlantısını çok kolaylıkla sezebiliriz. Rembrandt‘ın görkemli üretimini derinlemesine incelemek isteyen kişi çok değişik etkiler altında kalacaktır. Veronese‘nin, Ribera’nın, Rubens ya da Frans Hals‘ın tersine, Resim tarihinde figürlerin bir ruhu olduğu, ruhlarıyla birlikte, hatta biçimlerin yardımıyla yalnız ruhlarının resmedilmiş olduğu meselesi, Rembrandt’la ortaya çıkmış bir şeydir.
FRANS HALS
İtalyan ressamlarının uğraşı olan birçok noktalar, güzellik, perspektif gibi onun için önemli değildir. Onun için önemli olan manevi boyuttur. Din konulu resimlerinde, portreleri ve diğer kompozisyonlarında tüm eserlerinde ağırlık noktasını oluşturan manevi boyut’tur. Sanat tarihinde dikkati çeken hemen hemen bütün çağlarda, insanı gülerken gösteren pozlara pek az rastlanmış olması ve hatta; bazı çağlarda hiç rastlanmaması durumudur. İkinci bir özellik ise; resimde, gülen insanlara, belki ilk kez Hollanda ressamlarında rastlanmasıdır.
Frans Hals bu özelliğiyle hemen bilinen bir sanatçıdır.
Sanatçının 1624 yılında yaptığı “Gülümseyen Kavalye” resminde ve diğer birçok resminde bu gülümsemeyi görürüz. Bu resim aynı zamanda Miereveld‘in portreciliğinin şekilciliğinden çok uzak, Haarlem’deki erken realismin içinde yer alır.
Frans Hals‘ın son yaşlılık dönemi resimleri dışındaki hemen hemen tüm portrelerinde görülen neşeli canlılığı ile başkalarına ruhsuz görünen şeylere bile elbiseler, sofra takımlarına cazibe ve ilgi uyandırmayı başarmıştır. Çehreleri canlıdır. Haarlem müzesindeki portre koleksiyonları, sanatçıyı tüm hayatıyla biraz fazla sakin başlangıcından, son günlerinin ölçüsüz cüretlerine kadar sıra ile izlememizi sağlar. Bunların hepsi birer sanat dersidir. O’nun resimlerinde ne bir ilerleme ne de gerileme vardır. İlk yaptığı resimlerde bile dikkati çeken kendini gösteren mükemmelliktir. Kusursuz çok ince işlenmiş resimleri, detaylar, ifadeler. Onda mükemmellik yalnız üstün bir teknikle değil, eşine az rastlanır bir renk ve ışık duygusuyla da kendini gösterir.
Hollanda ressamlarının çoğu gravürle de uğraşmışlardır. Ama şimdiye kadar Vermeer‘in olduğu sanılan tek bir gravüre rastlanmaz, bu onun çizgiden çok renge tutkun bir ressam olduğunu gösterir.
JOHANNES VERSPRONCK
Verspronck’ın, kadın ve çocuk portrelerinde ve diğerlerinde Hals‘ın etkilerine rastlarız, ancak özgünlüğünü göremeyiz. Özellikle çift portreleriyle karşımıza çıkan sanatçının anlatımında, güzel gösterme çabasına rastlanmaz. Modelleri daha bizdendir, aristokrat kesimde bile olsalar, daha mütevazi görünürler, duygularını duruşlarından ve gözlerinden anlamamız çok zor olmaz.
Bu bilgiler Işığında 17’nci yüzyıl Hollanda portrelerine baktığımızda, sanatçının anlam yüklemesi, çağının verileri, alıcının beklentileri dikkate alınarak yorumlamak gerekir. Böyle bakıldığı zaman çok zengin anlatımlarla karşılaşırız. Her sanatçıda her portrede ayrı ayrı karşımıza çıkan zengin anlatımlarla.
Belki de Alain ifadesiyle “Güzel bir portre de geçici öfkeleri ve anlık parlamaları ortadan kaldırır, yalnızca sürekli olanı koruyarak model düşüncesini arıtır.”
Sonunda ‘PORTRE’ modele değil, Model ‘PORTRE’ye benzer.
17.YY HOLLANDA RESMİNDE PORTRE, DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Değerli okurlarım, yukarıda 17’nci yüzyılda sanatseverlere portreler çizmiş olan Hollandalı ressamların özelliklerini okudunuz.
Şimdi de sizlere, 17.YY HOLLANDA RESMİNDE PORTRE’nin değerlendirmesini ve sonucu sunuyorum. Özellikle sanatsever ve tarihe ilgi duyan okurlarım alttaki yazıyı zevkle okuyacaklardır.
17.YY HOLLANDA RESMİNDE PORTRE, DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Modern dünya zihinsel bakımdan XVII. yüzyılla başlar. Bilimin ortaya attığı yeni kavramlar modern felsefeyi etkisi altına alır. XVII. yüzyıl Rönesans’ın elde ettiği kazanımları derleyip düzenleyen bunlarla bir birliğe bir dünya görüşüne varmayı amaçlayan bir yüzyıldır.
XVII. yüzyıl felsefesi, kendisine matematik ve fiziği bilgi örneği olarak seçmesi nedeniyle “RATIONALIST“dir. “RATIONALISM” deyince akla Descartes gelir. Descartes‘in uzun yıllar (20 yıl) Hollanda’nın Utrecht, Deventer, Leiden, Santpoort, Haarlem, Amsterdam’da yaşadığını ve bir çok (Frans Hals dahil), Hollandalı ressam tarafından portresinin yapıldığını anımsayalım.
XVII. yüzyıla damgasını vurmuş araştırmacı bilim ve düşünce adamı kimliğiyle tanıdığımız Fransız filozofu Descartes‘in Hollanda’da yaşaması basit bir tesadüf değildir elbette.Descartes gibi, bir dehanın Hollandalı filozof Benoit Spinoza‘yı etkilediğini ve onun da Rembrandt‘ın yakın arkadaşı olduğunu söylediğimizde ise bazı şeyler daha da netleşiyor.Hollanda XVII. yüzyıl başlarında, 1609 barışının ardından bağımsızlığını kazandı. Bu ulus Avrupa’nın diğer ülkelerinden demokratik anayasası ve Kalvenist diniyle ayrılmaktaydı. Bu, tablo sanatını da etkiledi. Hollandalı ressamlar Flâmanların etkisinden kurtuluyorlardı. XVII. yüzyıldan sonra Hollanda’nın geçirdiği toplumsal ve siyasi değişiklikler her anlamda bu iki ülkeyi birbirinden ayırdı.
Yeni kurulan bu Cumhuriyet pek çok açıdan büyük bir hızla Avrupa’nın en ileri ülkesi haline geldi. Yeni bir tüccar sınıfı doğuyor siyasal ve dinsel hoşgörü yerleşiyordu. Rönesans etkisi altındaki aristokrat toplumlarda ortaya çıkan entellektüel yaklaşımın tersine, lonca sistemi, sanatın geleneksel zanaatçılıkla birleşmesini zamanla toplumun çok geniş bir kesiminde resmin yaygınlaşmasını destekledi.
Aslında, XVII. yüzyılda Avrupa’ya bakıldığında çok farklı özellikler görürüz. Güneyde İtalya, Katolik etki de yoğunlaşan bir “BAROK” anlayış, Fransa’da XIV. Louis etkisindeki “KLASİSİM” Kuzeyde gelişen Flâman resmi ve kendine özgü üslubuyla Hollanda resim sanatı, Hollanda portreciliği.Şüphesiz sanat ve sanatçılar bütün insanlığın ortak malıdır. (Dali her yerde Dali‘dir, Picasso her yerde ayni Picasso’dur). Bununla birlikte ayrıntılarda çeşitli uluslara ve bölgelere göre bazı değişiklikler görülebilir. İşte bunlardan biridir XVII. yüzyıl Hollanda’sı. Bu yüzyılda Hollanda diğer ülkelerden ayrılır kendi kaynaklarına döner Protestan kilisesinin artık kilisenin zaferi, kralın yüceltilmesi, ermişlerin din uğruna ruhunu teslim etmesi konulu resimlere gereksinimi yoktur. Böyle bir durumda kendi içine dönük bir sanat oluşacaktır, insanı önemseyen insani bir “gerçek değer” olarak öne çıkaran bir resim anlayışı.XVII. yüzyıldan önce resim sanatında görülen Peyzaj sadece anlatılan öykünün bir elemanı olarak yer alır, Hollanda resminde kendisi tek başına muhteşem varlığıyla sunulur. Jacop Van Ruysdael, Jan Van Goyen, Hobbema’nın resimleriyle Hollanda’nın doğasını gözlemleriz. Romantiklere ve Emprestyonistlere yaptıkları katkıları hissederiz.Doğa sanata yansıyınca her zaman sanatçının usunu beğenilerini, ruh durumunu yansıtır. Natürmort, özellikle JANR türünün en önemli temsilcisi Vermeer‘in tüm resimlerinde birer portre niteliğinde düzenlenmiş görülür. Resimlerinde yer alan objeler (Ekmek, mektup, örtü, harita, pencere) adeta portreleştirilmişlerdir.
Sanatçının resimleri hemen bizi kendine çeker adeta orada resimlerin yapılışına şahit oluruz. Onun resimlerinde yankılarda ölen müziğin, bir aşk mesajına dalan zihnin, dantel ipliğin, terazilerde tartılan küçük incinin ebedi durgunluğunu sezeriz. Hepsinde aynı etkiyi görürüz, ne daha az ne daha fazla…
Jan Steen’in 40 yaşındaki portresi İstiridye yiyen kız
Jan Steen‘in tuvale yansıyan, güler yüzlü hayat dolu, karışık, düzensiz sahneli resimlerindeki “ironik” anlatımlarıyla halkını, tüm gerçekçiliği ile yansıttığını gözlemleriz.Gerard Terborch‘la Hollanda’nın kültürlü burjuva yaşamı, gösterişli kıyafetleri içinde kadın, atlaslarıyla kumaş adeta yüceleşir. Pieter De Hooch‘un sakin sessiz ev görünümlerinde hep arka planda görülen açık kapı bize yaşamın başka bir boyutu olduğunu mu simgeler!… Paulus Potter‘in “Boğa”sıyla, Boğa’nın ilk olarak bu kadar görkemli sunulmasındaki anlamı çözmeye çalışırız. Gerrit Dou‘nun “Sahtekar Doktor”unda ve diğerlerinde Hollanda’nın bir başka yaşam gerçeğine rastlarız.Joachim Wtewael‘in “Mars and Venus Discovered by the Gods” bu mitolojik öykülü resimde tanrıların zaaflarını esprili bir biçimde yansıdığını, Rembrandt‘ın “Ganymade’in Kaçırılması” resminde dindar biri olarak bu olaya tepki gösterdiğini, duyumsarız.
Jan van Eyck ve eseri Memling ve eseri
Ortaçağ resminde portre sipariş veren kişi çoğu kez diz çöker dua eder, pozda ve genel kompozisyon içinde Aziz Meryem ya da İsa’nın alışılmış tasvirleri yanında, ikinci derecede önemli olacak biçimde gösterilirken, Rönesans’a geçişte belki de en kolaylıkla ayırt edilebilen fark, kişinin dindarlığını göstermekten çıkıp onu dini olmayan bir konunun başlıca kişisi olarak göstermesidir. Ancak, yine de Rönesans’ın ilk dönem portrelerinde özellikle kuzey de “Jan Van Eyck’in ve Memling’in” portrelerinde hala ortaçağ havasını, atmosferini koruduğunu, insan fikirlerinin ve davranışlarının din karşısında ezilmesini, ifadeden yoksun sert görünümlü portrelerde, hem modeli hem de ressamı resmin oluşumunda sanki isteksizlermiş gibi yansıtıldıklarını hissederiz.
Sınıfı, kan bağları, meslek, geldiği yer gibi unsurları kişisel kimlik özelliklerini, portreler belgeler. O dönemde portreler ısmarlandı. Çünkü fiziki dünyada yok olan sevdiğiniz kişileri varmış gibi göstermek istediler ve bu portreler onların hatıralarını ölümden sonra koruma geleneğini sürdürür. Evlilik, portrelerinde de bir çiftin birleşmesini kendileri ve aileleri ve ziyaretçileri için ölümsüzleştirir. Portrelerin birçoğu az çok kamuya sergilenmek üzere yapılmıştır. Bu nedenle modellerin çoğu özel vatandaşlar, subaylar iş adamları sosyal rollerine uygun niteliklerde yansıtılmışlardır. Ancak bu durumda bir sakınca da vardı. Çünkü sokak serserileri kendilerini örnek aile babası gibi resimletmiş olabilirdi.
Resim sanatının standardı çok yüksek XVII. yüzyıl Hollanda Portreciliğinde Frans Hals’ın resimleri portresini yaptığı figürün canlılığı, fırçasının şaşmaz bir çırpıda acele fakat yerinde isabetli kullanımı onun en belirgin özelliği şüphesiz. Son derece hızlı enerjisiyle ülkesinin insanlarına adeta hayat verir, kişisel ihtirasları bize çok az yansıtır. Onun tablolarının önünde duran kişi tablonun o anda yeniden gözlerinin önünde şimşek hızıyla yapıldığını hisseder. Özellikle tek kişilik portrelerinde yoğun olarak gözlemlenen bu özellik hemen hemen tüm portrelerinde görülür. O, kişilerin yüzlerinde beliren psikolojik en küçük yansımayı bile saniye de saptayabilen üstün bir başar göstermiştir.
Judith Leyster “Self Portrait” Michiel Sweerts “Jeronimus Deuts”
Gülme, gülen yüzler onun resimlerinde belirginleşmiştir. Cüretkâr realism etkisiyle çağında alışılmışın dışına çıkmıştır. Frans Hals‘ın her zaman çok fazla taşıyan özel resim üslubu onun son portrelerinde belirgin olarak ortaya çıkar.1890 yılında Emprestyonistlerin fırça vuruşları nedeniyle öncü ilan ettikleri Hals, 19 yüzyıl resim anlayışında böyle anılacağını tahmin edemezdi herhalde.Vermeer‘in Kuzeyin “La Jakond”u unvanını alan tablosundaki kızın bakışı, gülümseyişi portreyi bir başyapıt düzeyine çıkartır. Judith Leyster‘de ressam kimliğini “Self Portrait” tablosuyla ortaya çıkarmış ve bu resimle kez daha ressamların kendilerini resim yaparken tablolaştırmayı sevdiklerini göstermiştir.
Jan Steen resimlerinde sık sık rastlanan kendi görüntüsüyle halktan farklı biri değilim ben dediğini duyarız. Michiel Sweerts’in “Jeronimus Deuts” portresindeki melankolik bakışlı gencin özelliklerini hemen tanırız.
Maes‘in “Dua eden yaşlı kadın” resminde Tanrıya yakarışın yüceselleştiğini görür. Gerard Dou‘nun “Old Woman Reading” resmiyle Rembrandt‘ın “Rembrandt‘s Mother as the Biblical Hannah” tablosundaki benzerliği fark ederiz.Grup portrelerinde amaç: grubun yapısını doğasını ve birbirleriyle ilişkileri konusunda bir şeyler anlatmasıydı. Hals‘ın “Banquet of the officers of the St.George Militia”sında tüm doğallığıyla sunulmuş portrelerinde Hollanda devletinin başarısının sembolleştiğini, “Isaac Massa and Beatrix Van der Laen” tablosunda bir çiftin bağlılığını görür. Keyser‘in “Constantin Huygens ve Sekreteri” tablosundaki yetkin anlatıma hayran kalırız.
Jan Miens Molenaer’in “Family Making Music” tablosu – Rembrandt “selfportrait”
Jan De Bray‘ın “The Bray Family” resmindeki kendi ailesini Romalı General ve Mısırlı Kraliçe görüntüsü biçimindeki yansıtmasıyla farklı bir anlatım biçimi yakalarız. Verspronck‘un eş portrelerinde yüzyılın ilk üç çeyreğinde sürüp giden bir geleneği “PENTANT”ı daha net kavrar, Jan Miens Molenaer’in “Family Making Music” tablosuyla Grup portreciliğinin anlamını netleştiririz.Portre tutkusunun yeryüzüne suretini kazımanın masum göstergelerinden biri olduğu bir gerçek; sanat tarihinde bu tanıma en uygun kişi şüphesiz Rembrandt’dır. Kendini en iyi okuyan ressamlardan biridir onun “selfportrait”lerinde tüm yaşamını yaşanmışlıkların acılarını, hüzünlerini, sevinçlerini, yaşama bıraktığı tüm izleri hem fiziksel, hem ruhsal hem sanatsal yapısını, tümünü görürüz bu portrelerde.
Şüphesiz, Rembrandt’ın kendine tanıma temeli üzerine oturtulmuş bir sanat anlayışı, çevresinden arınmış bir yansıtma biçimi vardı. Onun resimleri dış etkenlerden çok adeta ruhsal bir dünyanın yorumu gibidir. Onun karakter yorumunda sosyal statü çok az rol oynar. 2. sınıf ressamların çok belirgin sivrilmiş özellikleri kendilerine özgü yaratma biçimleri olmadığı için; dini çevreleri ve sosyal atmosferi yansıtan daha güvenilir kaynaklar olarak değerlendirilebilir.
Kendilerine özgü çok fazla bir şey katmamışlar. Ülkeye özgü gelenekselliği yansıtma eğilimi göstermişlerdir. Rembrandt‘ın devrimci, radikal kimliğiyle birçok geleneksel kurallara uymadığını görürüz. Örneğin “Pentant” geleneğiyle hiç uğraşmamıştır. Onun sevgi, aşkı tanımlayan çift resimleri diğerlerinden farklıdır. O kendine özgü yazısıyla kendine ait bir çok özelliği samimi dille tüm bir ayrıntılarıyla anlatır. Bu anlatıma karşın onun bir “hikayeci” olduğu da söylenemez.Arnold Houser “The Philosophy of Art History” adlı kitabındaki belirttiği gibi “Rembrandt’ın Hollanda resminden çıkarsanız bu resmin karakteristik özellikleri değişmez çünkü; bu karakteristik özellikleri 2. sınıf sanatçılar oluşturur” ifadesi doğru bir tespittir.
Rembrandt’ın sanatı kendine özgü bir kişilik içinde sihirli bir şekilde birleşmiş olan çelişkilerle doludur. Onun bu içsel bölünmüşlüğünü yaşadığı yüzyılla açıklamaya imkân olup olmadığını kendimize sorabiliriz. İtalyan ustalarının uğraşı olan güzellik ve perspektif gibi özellikler de onun için önemli değildi, onun için önemli olan “manevi boyut”tu. Bulduğu yüksek plastik değerlerle resim diliyle okuruz onda her şeyi. Soru sorar gibi bakışlarda görürüz portrelerini. Sanki bize şöyle seslenir, Vücudum hem görendir hem de görünürdür. O ki her şeye bakmaktadır, kendine de bakabilir ve o zaman gördüğünde kendi görme gücünün “öbür yanını” tanıyabilir. Kendini gören olarak görmektedir, kendine dokunan olarak dokunmaktadır, kendisi için görünür ve hissedilirdir. Rodin’in vasiyetnamesindeki şu sözler de Rembrandt‘ı çok iyi tanımlar.
“Sanatçı için her şey güzeldir zira keskin bakışlarıyla varlıklarda karakteri yani formun altında görünen iç gerçeği keşfeder ve bu gerçek güzelliğin ta kendisidir. Dindarane inceleyiniz. Güzeli bulamamazlık edemeyeceksiniz, çünkü gerçeğe rastlayacaksınız.”Sanatçının son dönem yaptığı “Self portrait”lerde onu olgun bir filozof olarak görürüz. Yaşamdan tüm dersini almış, sanatıyla konuşan bir düşünür… “Beyaz Takkeli Portresi”nde kendisiyle hesaplaşmasının ödünsüz sunuluş biçimini görür, ihtiyarlığını böyle içten sunmasıyla onun narsist değil son derece sağlam ve namuslu bir karaktere sahip olduğuna şahit oluruz. Ancak sanatçının tümel yapıtı bakımından değil, yaratıcı ruhu bakımından özsel olan yanı daha geç fark edilmiştir.
Rembrandt’ın kompozisyonları kesinlikle bozulamayacak bir kuruluşta tasarlandığı hemen fark edilir, resimlerinde her hangi bir figürü çıkartıp atamayız. Çünkü onlar ışık gölge esasına göre kurgulanmışlardır. O titiz ve ölçülü kompozisyonlarıyla da diğer sanatçılardan ayrılmaktadır.Işık gölge konusunda Rembrandt’la Caravaggio‘yu karşı karşıya getirdiğimizde; Caravaggio daha sert ışık gölge kontrastını yansıttığını görürüz.
Bedri Rahmi Eyüboğlu‘nun,”Boğazına kadar gölgelere gömülü bir sanatçı” diye tanımladığı Rembrandt tek kaynaktan gelen ışıkla yarı aydınlık tonlar içinde yüzü eritmede en büyük başarıyı göstermiştir. Matisse‘in deyimiyle o; Işıktan, tam tersine belki: “Karanlıktan yontan adam”dır.Her eser onu yazanın (ya da çizenin yapanın vs.) otobiyografisidir, dikkatle incelendiğinde büyük sanatçılar çizgilerinde, boyalarında kağıda, tuvale yaşamın en derin felsefesini aktardıklarını görürüz. Resim sanatında figürlerin bir ruhu olduğu, biçimlerin yardımıyla ruhların resmedilmiş olduğu meselesi de Rembrandt’la ortaya çıkmıştır.
Anlatılanlara göre, Descartes, Anatomi üzerine çalışmalarını sürdürmek amacıyla gittiği mezbaha ziyaretlerinden birinde derisi yüzülmüş bir öküzün eskizini çizen iri yapılı bir genç görür ve ona neden böyle bir konu seçtiğini sorar. “Sizin felsefeniz ruhlarımızı alıyor, resimlerimde onları geri vereceğim, ölü hayvanlara bile” yanıtını verir, sanatçı. Bu sanatçının “Rembrandt” olduğu söylenir.Hollanda portre resmini birçok şeyle de tanımlayabiliriz ancak o temel kuramını Spinoza‘nın görüşünden almıştır. Spinoza‘nın “Törebilim” çevirisinin sunuş bölümünde de belirtildiği gibi, Geriot, Eliot, Coleridge,James Joyce gibi sanatçılar Spinoza’nın görüşünden etkilenmişlerdir. Bu sanatçılar: sanatsal duyarlığın kendisinin felsefeden gerçeklik arayışından uzakta serpilemeyeceğini düşünsel incelik ve kavrayış gücü olmaksızın sanatçı “tin”inin boş görüngüde dönüp duracağını biliyor, sanatlarını gerçekliğe duyarlık boyutunda özgürce anlatım verme çabası olarak görüyorlardı.
Ruhuna özgürlüğü en tam koşulsuzluk içinde tanıyan gerçek sanatçının Spinoza ile karşılaşmasını en iyi dile getiren kişinin “Goethe” olduğu tanımlanır. Resim sanatında “Rembrandt” olduğunu hiç düşünmeden söyleyebiliriz. Goethe‘nin Ateist olduğu ileri sürülen bu insanla birlikte (Spinoza) “Tanrıya tapınmaya giderek daha çok sarılıyorum ve din adını verdiğiniz ve vermeniz gereken her şeyi memnuniyetle size ve dostlarınıza bırakıyorum” sözü XVII. yüzyıl Hollanda’sının Protestan anlayışının resminin, Güneyin Katolik anlayışı ve resmine seslenişi gibidir.
“Bizler Tanrıyı ve dini tanımlamak için İsa, Meryem. Aziz figürlerine ihtiyaç duymuyoruz. Tanrının görüntüsünün tüm evrene yansıdığını bilerek bu konulara gereksinmeden onun varlığını, peyzaj, natürmort, janr ve portrede insanı tanımlayan her şeyde görüyor ve gösterebiliyoruz. Yıldızlar, ağaçlar, çiçekler dağlar, denizler, bulutlar hep Tanrı’nın parçasıdır”. İşte Spinoza‘nın bu “Panteist” anlayışını, Hollanda resim sanatında rahatlıkla okuyabiliriz.
Schelling, Spinoza’cılığın derinliklerine dalmamış hiç kimsenin felsefede tam ve gerçek bilgiye erişemeyeceğini söylüyordu. XVII. yüzyıl Hollanda ressamlarında onun derinliklerine daldıklarını hissederiz ve görürüz.Rembrandt‘ın “Portrait of Titus”, Cornelis Claes and his wife Anslo, Molenaer’in “Family Making Music”, Vermeer’in “Milk Maid”, Hals’ın “Civic Guard, Joly Toper, Malle Babbe, Miereveld’in “Prince Maurits” Dou‘nun “Old Woman Reading” Judith Leyster‘in “Self Portrait” hepsi portreleri hepsi ama Spinoza’yı tanımlayan şu sözlerle özdeşleşirler.“Tanrı, burada şimdi, yanımızda O’nu şu sisin içinde, şu toprağın üstünde, şu giysilerin, şu ayakkabıların içinde görebiliriz. Tanrıyı bulmamız için çevremize bakmamız yeterlidir.”
“Ben siz sapanın başındaki köylü, fabrikadaki işçi, tablosu önündeki ressam, masasında oturan şair, viranedeki serseri, bu ebediyetin değişmeyen mektebinde birbirimize bağlı talebeleriz. Halihazır, sınıf ve durumumuz ne olursa olsun hepimiz ebedi saadete ermeğe lâyıkız? İşte gerçek demokrasi ruhu budur.”“Resimde her fırça darbesi ister resmin üzerinde kalsın veya isterse silinsin, ressamın fikri gelişmesi için kendine düşen vazifeyi yapmıştır. Her yaratılan çizgi ve renk boşuna değildir. Bunun gibi her kısa ve bedbaht insan hayati bile boşuna değildir.”
Bu bölümü “Alain”in dizeleriyle sonuçlandırmak istiyorum. “Bırakalım öleni çürüsün, toz olsun” deriz. Ama tarih her şeyi bozar. Onun karşısına ben, ölümsüz portreler sanatını ileri sürüyorum. İyi ve yalın bir yüzün kendine özgü bir ölümsüzlüğü vardır. Böylece bir insanın gerçek benzeri gerçek ölümsüzlüğü elde edilmiş olur. Zaten bir insandan geriye kalan nedir? İnsanca bir varoluş biçimi… Çektiği küçük üzgüler değil yaptığı büyük işler, ölüler için değil gelecek için bir portre… İnsandan daha güzel, insandan daha insan olan bir şey yani…
YAZAR ÜMRAN ÖZBALCI ARİA’YI TANIYALIM
Sanatcı İzmir’de doğdu. Daha sonraki yaşam serüveni şöyle gelişti:
Eğitim:
*1985,Dokuz Eylül Üniversitesi,Resim Bölümü,Lisans
*1992,Marmara Üniversitesi,Resim Bölümü,Yüksek Lisans
*1999, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Resim Böl.Doktora) Sanatta Yeterlilik
Katıldığı bazı sergiler:
2000.Aynı’lık-Ayrı’lık Konulu Sergi,İst.Güzel San. Galerisi,2000
2008.Tüyap,18.Sanat Fuarı(Artist)İstanbul,2008
2008.Büyük Buluşma,Ankara Resim Heykel Müzesi,2008
2010.Resmin Resmi,Harbiye Askeri Müze,2010
2010.Kunstenhuıs Galery,Dutch Dream’Amsterdam,2010
2011.Tüyap 1.Sanat Fuarı,(Artist)İstanbul,2011
2011.İzmir Uluslararası Sanat Bienali-İzmir,2011
2012.Art Suites Gallery,Bodrum,IV.Workshop Sergi,2012
2016.İstanbul Tasarım Bienali,2016
2020.Coıncıdence,Tadzıo Gallery,Kıev,Ukrayna,2020
2020.Ethica-Boris Georgiev Art Galler-Varna(Küratör),2020
2021.Past,Present-Future,Artist’s Society-Burgas,Bulgaria-2021
2021.Revival Group Paper WorksExibition,Tadzio gallery Kyiv – Ukraine
2021.Art Antakya Çağdaş Sanat Fuarı
2021,Internatıonal Paper Works Exhibition
2021.Mail Earth-Bahariye Art Gallery
2021.Avrasya Unıversıty-Inter. Mıxed Exhıbıtıon-99 Artıst Works,
2021.Mıamı-International works on paper Exhibition
2022.De Las Flores Sergisi, Peru,Eser Adı:Women’s Mystery
2022.Mail Art .Exhibit,Eser Adı: Spontaneous Inspıratıon,Abstract Forms”
2022.TPao (Transformative Power of Art Journal), A Tribute to Yoko *Ono sergisi,
2022.Pakistan Uluslararası Çağdaş *Sanat Festivali,
2022.Niğde Art Gallery,Yunus Emre Loves Journey
2022.Sanatta Eleştiri,Cap Gallery
2022.Moulin Rouge,Signature Art Gallery
2022.Mujeres Artistas Creativas,Peru
2022.Beyond the Borders-Fantapia Museum-Kore
2022.Solo Exhibition-Online-Peru
2022.International Mail Art Exhibition-İzmir Resim Heykel Müzesi
Çeşitli Sanat Dergilerinde yazısı bulunmakta, Hiperlink Yayınlarından, 2017 yılında,17.yy Hollanda Resminde Portre, 2018 yılında Caravaggio Yaşamı-Dönemi-Eserleri ve 2019 yılında Görsel Anlatılar ve Ötekiler kitapları yayımlandı.
Çeşitli Sanat Dergilerinde yazısı bulunmakta, Hiperlink Yayınlarından, 2017 yılında,17.yy Hollanda Resminde Portre, 2018 yılında Caravaggİo Yaşamı-Dönemi-Eserleri ve 2019 yılında Görsel Anlatılar ve Ötekiler kitapları yayımlandı.
Hollanda, İtalya, Fransa, İspanya, Belçika gibi ülkelerde sanatsal araştırmalarda bulundu. Uzun yıllar farklı Üniversitelerde teorik ve uygulamalı sanat dersleri verdi. Dekan Yrd. ve Bölüm Başkanlığı gibi idari görevlerde bulundu.
İnstagram:umranaria/uoa_art/uoaamsterdam/
YAZARLAR
8 saat önceEKONOMİ
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önce