Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Ömer Alpdoğan

Adana bir ustasını daha yitirdi: Ali Özgentürk

Sanatla yoğrulmuş, emeğiyle biçimlenmiş bir yaşam daha sonsuzluğa uğurlanıyor. Adana’nın bağrından kopup gelen, sinema dünyamızda derin izler bırakan, yazar, senarist ve yönetmen Ali Özgentürk’ü yitirmenin derin üzüntüsünü yaşıyoruz.

Adana’nın verimli toprakları yalnızca pamuk değil, sanatçılar da yetiştirir. Ali Özgentürk, işte o bereketli toprakların ruhuyla büyüyen, şehre sevdalı bir evlattı. Sanat yolculuğuna 1960’lı yıllarda Adana Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nda başlayan Özgentürk, yeteneği ve çalışkanlığıyla kısa sürede dikkatleri üzerine çekti. Her adımında kendisini geliştirdi, sinemanın farklı alanlarında üretmeye devam etti. Hayatı boyunca yalnızca kendi yolunu çizmekle kalmadı; pek çok sanatçıya da ilham verdi.

Adana’nın gururu, Türkiye’nin değerli sanatçılarından biri olarak hafızalara kazındı. Kardeşi Nebil Özgentürk ile birlikte Adana’yı ekranlarda, beyazperdede, yazılarda onurla temsil ettiler. Ali Özgentürk’ün kadrajında her zaman insan vardı; öykülerinde toplumun sesi, vicdanı, yarası, umudu vardı. Sanatı halkla buluşturan, yüreğini her sahneye, her satıra koyan bir ustaydı o.

Şimdi sessizliğin içinde yankılanan bir çınar gibi, ardından kalan anılarla, filmlerle, sözcüklerle yaşıyor. Onu tanıyan herkesin yüreğinde koca bir boşluk, ama bir o kadar da büyük bir minnet hissi var.

Ali Özgentürk’e Tanrı’dan erinç, başta ailesi ve yakınları olmak üzere tüm Adana’ya ve sanat camiasına başsağlığı diliyoruz.

Adana, seni unutmayacak Ali Özgentürk. emekle ördüğün sanat yolculuğu nice nesillere ışık olacak.

 

Yeniden Refah’ın “sert” çıkışı

Yeniden Refah Partisi (YRP), 81 ilde eş zamanlı düzenlediği basın toplantılarıyla hükümete sert eleştiriler yöneltti. Kulağa iddialı geliyor değil mi? Ancak kamuoyunun büyük bir bölümü için bu çıkış, “sert olsan ne yazar, mülayim” dedirten türden bir siyasi manevra olarak görülüyor.

Dün Cumhur İttifakı’nın bir parçası olarak, iktidarın desteğiyle Meclis’e adım atan bir partinin, bugün aynı hükümete sert söylemlerle çıkışması, siyasetin çelişkilerle dolu doğasına iyi bir örnek. Zira halk, bu sertliğin sınırlarını da, samimiyetini de sorguluyor. Çünkü vatandaş biliyor ki, YRP’nin hükümetin birçok temel politikasıyla örtüşen görüşleri var.

Vergi politikalarından eğitim sistemine, sosyal meselelere kadar birçok konuda YRP ile AK Parti arasında kayda değer bir farklılık görmek güç. Hal böyleyken, bu “sert” açıklamaların ne kadar gerçek muhalefet içerdiği, ne kadarının sadece “siyaseten pozisyon alma” çabası olduğu sorusu gündeme geliyor.

Yarın Meclis’e hükümet tarafından getirilecek pek çok yasa teklifine “evet” oyu vereceklerinden kimsenin şüphesi yok. Bu yüzden dünkü toplantılar, daha çok seçmene “biz de varız” deme, gündemde kalma ve parti ismini diri tutma girişimi olarak okunuyor.

Elbette siyasette eleştiri haktır. Ancak bu hakkın değeri, kimin tarafından, nerede ve ne zaman kullanıldığıyla doğrudan ilgilidir. Dün sırtınızı dayadığınız güce bugün yüksek perdeden seslenirken, kamuoyunun hafızasını küçümsemek siyasi bir strateji olamaz.

YRP’nin sert söylemleriyle yaratmak istediği algı ile fiili duruşu arasındaki fark, gözlerden kaçmıyor. Sözde muhalefet, eylemde ittifak. Siyaset, tutarlılık ister. Aksi halde seçmenin güveni bir kez kırıldığında, o güveni yeniden inşa etmek pek de kolay olmaz.

 

Mevlüt Abi’nin Not Defteri

Din tacirliği

Dün akşam kahvede otururken, televizyonda biri çıkmış anlatıyor: “Ben peygamberin bilmemkaçıncı göbekten torunuyum, Mina’da onunla görüştüm.” Evet, görüştüm diyor! Yetmedi, “15 Temmuz’da da beraberdik” dedi. Allah’ım sen akıl fikir ver, bize de biraz Wi-Fi çekişi… Çünkü belli ki bazılarına gökten sürekli güncelleme geliyor.

Bu arkadaş ne yapıyor? Tabii ki medrese kurmak için para topluyor. Modern zamanın bağış usulü Ponzi sistemi. Kimi bakkalın veresiye defteri, bunlarınkisi “manevi yatırım defteri.” Sen ver, onlar duayla geri ödesin. Faizsiz, vergisiz, belgeli-belgesiz her türlü kazanç.

Başka biri çıkıyor, “İmam Şafi, Ebu Hanife’ye o kadar saygılıydı ki, dört yıl anasının karnında yattı” diyor. Valla ben daha üç dakika bekletsen çayı, içemiyorum. Dört yıl nedir kardeşim? Bu nasıl bir dini övgü yarışıdır, anlamadım. Biri de çıkıp “İmam Gazali ışınlandı, çay demleyip geri geldi” dese şaşırmayacağım. Maksat cemaati etkilemek, araya biraz fantastik öğe sıkıştırmak.

Eskiden cemaatler mütevazı olurdu, şimdi holding. Önce mahalle camisinin minaresini yükselttiler, sonra göz diktiler TOKİ kulelerine. Şimdi şeyh efendilerin arabaları jiple karışık yat. Halktan toplanan paralarla yaşam tarzları “Arap Prensi ile Günlük Hayat” belgeseli. Bir farkla: Arap Prensleri bu kadar dua satmıyor.

Kaynak nereden mi geliyor? Vatandaştan. Teyzenin bilezikleri, amcanın emekli ikramiyesi, gencin burs parası… Şimdi bir de ihale gelirleriyle destekli. Eskiden “ahirete yatırım yap” denirdi, şimdi “hem ahirete hem müteahhite yatırım yap” diyorlar. Mübarek ikili kullanım.

Bazı kaynaklar diyor ki, bu arkadaşlar Suriyeli “manevi ithalatçılar”la ortaklık kurmuş. Hem dua hem dolar akıyor. Dualar Mina’dan, paralar Halkbank’a. Suriye’deki teröristlere milyonlar, bizim millete vaaz diye kuru laf.

Bu nasıl iştir? Adamların CV’sinde “Peygamberle tanışıklık – referans olarak gösterilebilir” yazıyor. Biz hâlâ KPSS’ye girip iş arıyoruz. Demek ki yanlış kapıya dayanmışız.

Mevlüt Abi olarak yazdım buraya:
Din, Allah’la kul arasındadır. Araya girmeye çalışanlara ne güven olur, ne dua… Hele göbekten gelen torunlukla iş yapanlara hiç!

 

Cumartesi Öyküleri

Bizim Mülayim

Mahallede herkes onu böyle tanır: Bizim Mülayim. Adı üstünde, kendi yumuşak, sesi kısık, bakışı müşfik. O kadar sessizdir ki yanına yaklaşınca önce “hayatta mı” diye tereddüt edersin, sonra tebessümünü görünce anlarsın: Mülayim, yine kendi hâlinde.

Ama işte, her insanın içinde bir kıvılcım gizlidir ya… Mülayim’in de arada bir tutuyor o meşhur hallerinden. Ne oluyorsa oluyor, birden göğsünü gere gere meydanlara çıkıyor, diline ne gelirse söylüyor. Mahalle kahvesine girip “Bu millet uyuyor kardeşim!” diye başlıyor, ardından hükümetten muhtara, babasından büyük abisine kadar herkese çatıyor.

Bir keresinde, babasının balkonuna tül yerine stor perde takmasına bile veryansın etti.
“Modernlik değil bu, kişiliksizlik!” dedi.
Abisi ona “Ne diyorsun sen be?” deyince, Mülayim önce biraz daha kasıldı, ama sonra sesi inceldi:
“Yani demek istiyorum ki, eskiler güzeldi, hani…”

Ama dedik ya, sonuçta bizim Mülayim bu. Sertleşse de fazla sürmüyor. O alevli çıkıştan bir dakika sonra yumuşayıp, kahveci Mehmet’e dönüp “Abi bir çay verir misin, içim daraldı” diyebiliyor. Az önce devrimci laflar eden adam, beş dakika sonra soba başında tavla oynayıp, rakibine zar tutma imasıyla göz kırpıyor.

Mahalleli artık alıştı. Mülayim’in sert çıkışlarını “hava değişimi” gibi görüyorlar. Nasıl ki ilkbaharda bir gün güneş açar, ertesi gün dolu yağar; Mülayim de öyle işte. Gelir, bağırır, eleştirir, yer yer kırar… Ama sonra yumuşar, özür diler, bazen çiçek bile bırakır kapıya.

Çünkü herkes bilir: Ne derse desin, içinde kötü niyet yoktur Mülayim’in. Onun dili bazen sert olsa da, kalbi pamuk gibidir. Yani diyeceğimiz o ki; sert olsan ne yazar, Mülayim’sin sen Mülayim…

 

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER