AKP eski Milletvekili Aydın Ünal’ın “Yeni duruma alışacaksınız, Anadolu ihtilalini kabulleneceksiniz, milletin ve milli iradenin önünde diz çökeceksiniz” sözleri açıkça bir baskı/ dayatma dilini yansıtıyor. Ünal’ın söylemi, farklı görüşleri ya da yaşam tarzlarını benimseyen katmanlara, kendi tanımladığı bir çerçeveye zorla uymaları gerektiği iletisini veriyor. Bu, uzlaşmacı bir diyalogdan ziyade, tek taraflı bir tahakküm arzusunu ortaya koyuyor.
“Anadolu ihtilali” kavramı, romantize edilmiş bir halk hareketi gibi sunulsa da, eleştirel bir gözle bakıldığında, kimin Anadolu’yu temsil ettiği, bu “ihtilalin” sınırlarının kim tarafından çizildiği sorusu belirsiz kalıyor. Ünal, sanki Anadolu’nun tek bir homojen kimlikten ibaret olduğunu, bu kimliğin yalnızca kendi dünya görüşüyle örtüştüğünü varsayıyor. Oysa Anadolu, tarih boyunca farklı kültürlerin, inançların, siyasi eğilimlerin bir arada bulunduğu bir coğrafya. Bu söylem, çoğulculuğu yok sayarak, belirli bir ideolojik kalıbı “milletin iradesi (istenci)” adı altında mutlaklaştırıyor.
“Diz çökeceksiniz” sözü ise özellikle rahatsız edici. Bu, bir tartışma ya da “ikna” çabasından çok, bir güç gösterisi ve boyun eğdirme tehdidi içeriyor. Halkın istencine vurgu yapılırken, bu istencin yalnızca Ünal’ın savunduğu katmanı kapsadığı göze batıyor; muhalifler ya da farklı düşünenler ise istencin dışında bırakılarak sanki “milletsizleştiriliyor.” Bu, demokratik bir toplumda herkesin istencine saygı duyulması gerektiği ilkesine ters düşüyor. Ünal’ın sözleri, “ya bizim gibi olursunuz ya da yok sayılırsınız” gibi bir ültimatomu andırıyor.
“Alışacaksınız”, “kabulleneceksiniz” gibi sözler de bireysel özgürlükleri, özerkliği hiçe sayan bir ton taşıyor. İnsanların kendi değerlerini, beğenilerini ya da dirençlerini koruma hakkı göz ardı edilerek, herkesin tek bir “yeni duruma” zorla entegre edilmesi gerektiği savunuluyor. Bu, bir yerde toplumsal mühendislik önerisi; farklılıkların törpülenip, tek tip bir kalıba dökülmesi istemi. Ünal’ın eleştirdiği “eski elitler” ya da “mirasyediler” kimlerse, onların yerine kendi elitlerini, kendi “doğru”sunu dayatma çabası ironik bir şekilde görülüyor.
Eleştirel bir perspektiften, Ünal’ın bu sözleri, Türkiye’deki kutuplaşmayı derinleştiren, otoriter bir yapıyı yücelten bir söylem olarak değerlendirilebilir. “Milli irade” gibi kutsal sayılan bir kavram, burada bir sopa gibi kullanılarak muhalifleri sindirme aracı haline getiriliyor. Bu yaklaşım, özgür düşünceye, demokratik tartışmaya alan bırakmıyor; aksine, bir tarafın zaferini diğer tarafın teslimiyetiyle tamamlamayı hedefliyor. Sonuçta, Ünal’ın mesajı, değişimi bir ilerleme olarak değil, bir baskı ve zorlama rejimi olarak resmediyor.
cpt