Efsane başkan, onu kimse yazdı mı bilmem ama yazmak gerçekten cesaret isteyen bir şey. Ayrıca ne yazsam eksik kalacak biliyorum. O kadar çok şey var ki ona dair. Hayatı, duruşu ve yaptıkları ile hem İzmir’i büyüttü hem CHP’yi. 2001 yılında tanıdım. Herkesin dilden dile konuştuğu, İzmir’in akil ve efsane örgütçü başkanını. Gençlik kollarında başladığı siyasi hayatı, meclis üyelikleri, il başkanlığı, milletvekilliği ve Genel Başkan Yardımcılığı ile taçlandırmıştır. 2000 yılında CHP’yi iktidara taşıyan, gerçek anlamda solcu ve sol ötesi bir isimdir. Hayranlığım vardır kendisine. Çünkü İzmir’in en güçlü iş adamı olup bu kadar halkçı olmak başka bir kültür gerektirir. Onun mütevazi iş insanı kimliğimi siyasete yansıdı yoksa siyasetteki dünya görüşümü iş dünyasına yansıdı bilmem. Bu tavuk ve yumurta hikayesi gibi bir şey.
1 liraya yapılan pikniklerle CHP’yi ayağa kaldıran hem halkın katılımını sağlayıp hem de partiye para kazandıran sosyal ekonomist bir lider. Parti adına verilen uygun biletli yemekler ile sınıf farkını ortadan kaldırmış bir yönetici. Aslında halkçı partide olması gerekende tamda buydu.
Priştine’yi CHP’ye ikna eden, Priştine’nin vefatından sonra Aziz Kocaoğlu’nu koltuğa taşıyan, 11 de 11 milletvekilini meclise yollayan, sonrada Deniz Baykal’a karşı Livaneli’yi destekleyen asi devrimciydi o. Bir gecede görevden alınması İzmir’i ayağa kaldırdı. Oysa ben Başkanla daha yeni çalışmaya başlamıştım ve çok üzülmüştüm.
İl kadın kolları olarak başkanı çok severdik, çok eleştirirdik ama örgütçülüğünden dolayı inanılmaz severdik. Hatta kimi zaman kıskançlıklarımız olurdu. Başkan onu destekledi bizi desteklemedi, onu milletvekili yaptı bizi yapmadı gibi. Ancak Bu Alaattin Yüksel’di ve bir bildiği vardı diye düşünmüşlüğümüz olurdu.
Alaattin Yüksel; patrondu ama asla patronum demedi, siyasetçiydi ama asla siyaseti en iyi ben yaptım, ben şuyum, ben buyum demedi. O sadece yaptıkları ve duruşu ile vardı. Kendi emeği ile patron olmuş, kendi örgütçü mücadelesi ile siyasette var olmuştu. İçine sinmeyen hiçbir siyasi olaya onay vermemiş yeri gelmiş istifa etmekten, itiraz etmekten, karşı koymaktan korkmamıştı. Siyaseti ticarete, ticareti siyasetten hep uzak tutmuştu. Partinin temiz siyaseti için insanlara özen gösterir, eş, dost akrabacı değil sadece emeğe bakardı. Hiçbirimiz onun babasının oğlu ya da kızı değildik ama bilirdik ki bizim ailemizin başında o vardı. Kan bağı olmayan kocaman bir aileyi yaratmıştı.
İzmir’in bugün sahip olduğu CHP’li İzmir duruşunun mimarıdır o. Kendinden sonrası için büyük bir miras bıraktı.
Eğer İzmir’de CHP’yi yazacak olsam Alaattin Yüksel dönemi ve sonrası diye bir tarih kronolojisi yapabilirdim.
Mesela sonrasında manşetlerde ‘İzmir’in patronu” diye kendisine manşet attıran il başkanları türedi. Bizim öğretimize o kadar tersti ki… Bir gün kendi kendime söylendim, Alaattin Yüksel gerçek bir patrondu ama asla bu kelimeyi ne siyasette nede çalışma hayatında kullanmadı. Onun için bu kelime ayıptı. Yüksek bir halk kültürünü içinde taşıyordu. Devrimci bir geleneği içselleştirmiş olması ona bu mütevaziliği veriyordu.
Yıllar içinde kıskanç ben başkana tavır alsam da içten içe en çok önemsediğim ve siyasetten örnek aldığım adamdı.
İyi ki tanıdım. Hayatımıza yegâne siyasi aktörü kazandıran, bugün siyasette belki de birçok yerde yer alan isimlerin birçoğunda emeği olan yegane isimdir. Gençleri siyasete hazırlayan ve kazandırandır.
Örgütçü, halkçı ve devrimci aynı zamanda sermaye grubunun güçlü örgütçüsüdür. İzmir’in efsane başkanı Alaattin Yüksel bunları söylemek ve yazmak benim size borcumdu. En kalbi saygım ve sevgimle.