Habip Hamza ERDEM
Benim yazılarım çok tıklanmıyor diye zerre üzülüyor değilim.
Kimler kimi çok daha fazla tıklıyorsa tıklamaya devam etsinler.
Ancak yazılarıma makas atılırsa çok canım sıkılıyor.
Çünkü adamın zaten kafası boştur, hoş bulduğunu tıklayabilir.
Ama adam makas atıyorsa, onun beyni bir yere takılı kalmıştır.
Görür ve yazının çokça görünmesine engel olmaya çalışır.
Ya da zaten korkaktır, kendisinin görüneceğinden korkar.
Örneğin gayri meşru cumhurbaşkanı denilmesinin kendi başına iş açacağından korkar.
Peki ama, bu adamın şeddeli gayri meşru olduğunu, en yetkin hukukçularımız da söylemiyorlar mı?
Bense, ‘
AKP’li Cumhurbaşkanı’ denilmesine en başından buyana ben karşı çıkmıştım.
Adam ‘
AKP’li Cumhurbaşkanı’ değil, kendi söz ve tutumuyla ‘
AKP’nin Cumhurbaşkanı’dır diyegeldim, anlatamadım.
Yalan, yanlış ve sahtekârlıkla % 50+1 oy almış görünse de, Balkon’dan pencereden ya da kürsüden yaptığı tüm konuşmalar ‘biz ve onlar’ diye başlayıp, ‘biz ve onlar’ diye bitmiyor mu?
İşte ben ‘
onlar’dan biri olarak, sen de ‘
benim cumhurbaşkanım değilsin’ dedim, diyorum ve diyeceğim.
Bir ara ‘aynı gemideyiz’ demeye kalktılar; hayır ben sahtekârın kayığına binmem diye karşı çıktım.
‘Benim bakanım’, ‘benim valim’ diyordu; o bakanın ve o valin senin olsun ama benim için ancak ‘o makamları işgal eden makatlar’ olabilirler diyegeldim.
‘Onlar’ grubunda olup, ‘makama saygı’ falan diyen kıtipiyozlar (yani değeri kendinden menkul ya da görüşleri önemsiz kişi demek) ise, ‘makam’ ile ‘makat’ı karıştırıyorlardı.
Önemli olan koltuk değil ama koltuğa yerleşen makattır.
Bakınız, Devlet tanımlarından en geçerli olanlarından biri ‘kurum’a gönderme yapan tanımdır.
Yani ‘Devlet’, kurumlar var oldukça var olabilir, ya da kurumlaşmayı başardığı oranda ‘Devlet’ niteliği kazanabilir.
O nedenle, zaman zaman burası bir ‘
çadır devleti’ değil diye böbürlenilir.
Yani ‘kurum’lar ve o kurumların başında (makam) Devlet adamları var denilmek istenir.
Cumhurbaşkanlığından söz etmeye gerek yok, çünkü adamlar ‘başkanlık’ ya da ‘riyaset’ demeyi yeğliyorlar.
Diğer kurumlara bakılacak olursa; şöyle gelişigüzel seçerek ilerleyelim:
Genelkurmay Başkanlığı’nın başında bileğinin hakkıyla, yani bilgi, görgü ve deneyimleriyle kanıtlanmış biri mi oturmaktadır?
TÜİK’in başında, en sıradan ahlâk ve namus kurallarını bilen biri mi vardır?
RTÜK’ün başında, Merkez Bankası’nın başında, TRT’nin başında, Anadolu Ajansı’nın başında oturan, makatlarını oraya yerleştirenlerden hangisinde ‘ar ve namus’un zerresi vardır?
Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay’ın başındakilerin ‘adamlık’la ilgileri ne kadardır?
Sayıştay’ın başındakinin ‘makam’ ya da ‘makat’ı ne kadar ‘
hakkını vermektedir’?
Bakanları Dış İşleri ya da İç İşleri diye sıralamanın anlamı yok; çünkü bir teki bile olsun, ‘Devlet ahlâkı’ diye bir şey varsa, ondan zerre nasiplenmemiş kişilerden oluşmaktadır.
İçlerinden bir teki olsun, ‘özgüven sahibi’, ‘alanında ehil’ yani ‘liyakat sahibi’ değildir.
Bir teki olsun, ‘inisiyatif’ kullanamamaktadır ya da böyle bir ‘yetisi’ yoktur.
Zaten ‘yetkisi’ baştan kısıtlanıp, bir tek kişiye bağlanmış bulunmaktadır.
Savcı ve yargıçlara gelince; şimdi şu CHP’nin DEM’si Esenyurt Belediye Başkanı’nı tutuklamaya sevk eden savcı ile onu tutuklayacak yargıcın, ‘makam’ ya da aynı anlama gelmek üzere ‘makat’larının nereye bağlı olduğu bilinmiyor mu?
Van Belediye Başkanı için, görüşlerine katılmam ama, mademki seçimle gelmiştir seçimle gitsin diye haykırmıştım.
Konuyu inceleyen savcı ve yargıçlar, zoru görünce, makatlarına ayar vermek zorunda kalmışlardı.
Ahmet Özer’i ise, çok daha iyi tanıyoruz.
Eğer DEM’li milletvekili ve belediye başkanları Ahmet Özer kadar, samimi ve bilgili olsalar, DEM bir Türkiye Partisi olmuş demektir.
Ancak DEM’li siyasetçilerin, Ahmet Özer’in tırnağı olamayacak düzeyde ‘bilgi ve bilinç’ sahibi olduklarını görüyor ve üzülüyorum.
‘Samimi’ olmadıkları da, konuşmalarından belli oluyor zaten.
Ancak ve ne var ki, eşeğe gücü yetmeyen palana saldırır misali, AKP’nin cumhurbaşkanı ya da onların ‘REYİZ’leri, DEM’e göz kırparken CHP’nin Esenyurt Belediye Başkanına saldırmıştır.
Hakim, savcı, mahkeme ‘REYİZ’in kışkışladığı, yani kışkışlanmış mahlukatlardır.
Zerre-i miskal, ‘Devlet’, ‘Hukuk’ ve ‘Adalet’ten yana değildirler.
Kışkışlanabilecek yaratıklar olup kışkışlanmışlardır.
Varın ‘Devlet’in diğer kurumlarını siz tahmin edin.
Ki gerçekten bir ‘Devlet’ kalmış mı kalmamış mı anlayabilesiniz.
Yani, o öyle söylüyor bu böyle yorumluyor diye ‘demokrasi gevezeliği’ yapanları izleyerek zerre ‘kanı’ sahibi olamayacağınızı bilin isterim.
‘Devlet’in yıkılmış olduğunun bir başka göstergesi de bu ‘gevezelik’lerin bol ve çeşitliliğidir.
Mahkeme kapısına dayanıp, haksız ve hukuksuz karar veren savcı ve yargıçların, pılı pırtılarını toplayarak, bir daha dönmemek üzere, ‘Adliye’den ayrılmaları sağlanmadıkça, Adalet sağlanmaz.
TRT, TÜİK, TRÜK, DİYANET ve aklınıza gelebilecek hangi ‘kurum’ varsa, onlara ‘kurum’ niteliği kazandırmak, makama kuvvetli birini atayarak değil, ama oraya oturan makatı ‘Halk zoruyla’ indirmekten geçer diyelim.
Benim bildiğim ‘Devrim’ bundan başkası değildir ve Türkiye’yi seçim değil ama bir ‘Devrim’ yerli yerine oturtabilir diyerek noktalayalım.
Yani, makamları işgal eden makatları kışkışlamak ile halkı kışkırtmak iki ayrı eylem biçimi olup, bu ikincisi dağılan Devlet’i yeniden kurmak amacı taşımaktadır.
Kaldı ki, Tarih, ‘işgalci şahsım devleti’nin önünde sonunda bir Devrim’le yıkılacağını yazacaktır.
Oysa, ben daha önceden yazdığım için tıkı az ama makası bol olmaktadır.