Ömer ALPDOĞAN
Tarihsel gerçekleri saptırarak ve arkeolojik bulguları yok sayarak popüler olmak isteyen sözde bir bilim insanının ortaya attığı bir yalan vardı:
Hitit Kraliçesi Puduhepa Adanalı…
20 yıla yaklaşan bir süreçte, bir tane bile arkeolojik kanıt bulamamasına karşın, kendi yalanını gerçekmiş gibi kabul ettirip kazılarını sürdüren kişi, yalanını bu sütunlarda seri yazıyla ve kanıtlarıyla ortaya koyunca birazcık çark etmişti..
Adanalı dediği Puduhepa’nın bu kez “Çukurovalı” olduğunu iddia etmeye başlamıştı..
Artık Adanalı Puduhepa yalanının söyleyemiyorlar ama, Çukurovalı Puduhepa yalanını hala sürdürüyorlar..
Puduhepa’nın Adanalılığını da, Çukurovalılığını da, o dönemde Adana’nın da içinde bulunduğu Anamur’dan Urfa ve Malatya’ya değin uzanan bir coğrafyada hüküm süren Kizzuwatna Krallığına bağlıyorlardı..
Oysa, Puduhepa, Kizzuwatna Krallığının başkenti Lawazantiye’nin rahibinin kızı, sonrasında Hitit Kralı Üçüncü Hattuşili’nin karısı olan ve Hitit Kraliçesi (Tavananna) olarak Hattuşa’da yaşamıştı..
Tarihsel gerçekleri saptıran sözde bilim insanına göre Adanalı ve Çukurovalı olan Puduhepa’nın doğduğu ve evlenene dek yaşadığı Lawazantiya’nın, evlendikten sonra yaşamaya başladığı Hattuşa’nıhn da Adana ve Çukurova ile bir ilgisi yoktu.
Hattuşa’nın Çorum’da yer aldığını herkes biliyor..
Popülist bir arkeoloğun Tatarlı Höyük’de olduğunu iddia etmesine karşın bir tane bile kanıt bulamadığı Lawazantiya’nın ise Hitik kaynakları değerlendirdiğinde Kahramanmaraş'ın Elbistan veya Gaziantep’in İslahiye ilçesinde olduğu olasılığı ortaya çıkıyor..
Henüz Elbistan’da mı yoksa İslahiye civarlarında mı olduğu kesin olarak bilinmese de Adana sınırları içinde bulunmadığı kesin olan Lawazantiya’lı Puduhepa’nın Adanalı olduğunu da, Çukurovalı olduğunu söylemek koca bir yalandan başka bir şey değil..
Bir yalan üzerine tarih yaratmak ya da etkinlikler düzenlemek ise tarih ve kazıbilimi açısından kabul edilebilir bir şey değil.
Bu nedenle, sanatçı Azize Atasoy Ekli’nin yönetiminde Seyhan Belediyesi Seyhan Çırçır Sanat Merkezinde açılacak “Çukurova’da bir Puduhepa Sergisi” adlı etkinliğin de kültürel anlamda hiç bir hükmü yoktur..
Bir yalanı gerçekmiş gibi sunmaya çalışan sergi, ciddiye alınacak ve izlenecek bir sergi değildir.
Tarihsel ve arkeolojik gerçekler, Adanalı Puduhepa yalanını sonlandırması gibi Çukurovalı Puduhepa yalanını da mutlaka bitirecektir.
Yalan tarih yapmaya çalışanlar da gelecekte Adana tarihinde hiç de iyi anılmayacaklardır..
Unutmadan, birileri Çukurovalı Puduhepa ya da Çukurova’da Puduhepa dedikçe, her adımlarında gerçekleri anlatmaktan, yazmaktan geri kalmayacağım..
İnanarak mı söylüyorlar?..
BBP’den İyi Parti’ye savrulan Yavuz Ağıralioğlu’nun 28 Mart 2023’te İyi Parti’den ayrıldıktan sonra kurmak için girişimlere başladığı partisi 28 Ekim 2024’de, yaklaşık bir buçuk yıllık bir hazırlık çalışmasından sonra nihayet vücut buldu.
Ağıralioğlu’nun Anahtar Partisi’nin kuruluş evraklarını İçişleri Bakanlığı’na , yine MHP’den İyi Parti’ye geçip x üzerinden yayınladığı mesajla partisinden ayrılan Ayhan Erel teslim etti..
Ayhan Erel, evrakların tesliminden sonra yaptığı açıklamada, partisini “çok büyük dip dalga” olarak tanımladı..
Erel’e göre, “Bu dip dalga 1983’teki Anavatan, 2001’deki AK Parti dip dalgasını da geride bırakacak şekilde gerçekten şiddetli bir şekilde” geliyor!..
Şu dip dalgası ne menem bir şey ise, sık sık birileri geldiğini söyler ama, bir türlü gelmez..
Üstelik bir buçuk yılda kurulan bir partinin şiddetli bir dip dalgası olduğunu söylemek hayal dünyasında yaşamaktır.
Geçmişte dip dalgasıyla geldiklerinin iddia edenlerin istatistiklere girecek binde bir dek oy alamadan siyaset sahnesinden silinmişlerdi..
Ayhan Erel, büyük olasılıkla, MHP’den ayrılıp İyi Parti’ye giderken de, yeni partisini dip dalgası geliyor diye nitelemişti..
Merak ettiğim, Ayhan Erel’in partisinin şiddetli bir dalgası olarak geldiğini söylerken gerçekten inanarak mı söylediğidir..
Siyasette gerçekler bilinse de, bazen abartılı açıklamaların, olunduğundan daha büyük görünme, yandaşlarına moral vermek adına yapıldığına zaman zaman tanık oluyoruz..
Kendi çapımda yıllardır siyasetle ilgilenirim..
ANAP’ın da, DYP’nin, AK Parti’nin iktidara geleceklerini sahada çok net gözlemliyorduk..
Ancak, şimdilerde Yavuz Ağıralioğlu’nun Anahtar Partisi de dahil dip dalga etkisi yaratan bir tane bir parti görünmüyor..
Yurttaşları heyecanlandıran bir partinin varlığına henüz rastlanmıyor..
Kurulan tüm partiler yüzde iki üç civarında bile oy alamayacak partiler..
Kimi daha kurulur kurulmaz tabela partisine dönüşüyor, kimisi de olası bir seçimde büyük partilerden biriyle ittifak yaparken bir kaç kişiye Meclis’e taşımanın hesabıyla kuruluyor..
Ermenistanlı siyasiler sonunda gerçeği gördü
Ermenistan’daki hükümetlerin ve tüm siyasal partileri; Ermeni arasınındaki sürekli gündemde tutmaya çalıştığı bir “soykırım” olayı vardı..
Her türlü görüşmede, ön koşul olarak soykırımı ortaya koyuyorlardı..
Türk tarafı ise sürekli, konunu tarihçilere bırakılmasının, tarihçilerin konuyu incelemesi gerektiğini ifade ediyordu..
Ermenistan yönetimi yıllarca hayal peşinde koştuktan sonra nihayet gerçeği gördü ve Türkiye ile Azerbaycan’ın savunduğu çizgiye geldi.
Ermenistan Dışişleri Bakanı Ararat Mirzoyan, soykırım konusunun öncelikleri olmadığının, konunun tarihçilere bırakılması gerektiğini söyledi.
Konuyla ilgili yazacak çok şey vardı ama, Demet Ergin’in bir yazısı konuyu tam anlamıyla anlatıyordu.
Şunları yazıyordu Demet Ergin:
“Ermenistan Dışişleri Bakanı Ararat Mirzoyan, düzenlediği basın toplantısında ‘soykırım’ iddialarının Ermenistan’ın öncelikli gündemi olmadığını, bu konunun tarihçilere bırakılması gerektiğini söyledi.
Oysa bizler bunu yıllardır söylüyoruz... Ermenistan’ın bu çizgiye gelebilmesi için Azerbaycan karşısında ağır yenilgiler alması ve büyük sıkıntılar içine girmesi gerekmemeliydi. İlk baştan bu politika izlenseydi, Türkiye ve Azerbaycan’a düşmanca tavırlar sergilemek yerine bu yapıcı tutum benimsenseydi, bugün bölge ülkeleri olarak hepimiz daha güvende ve refah olacaktık.
Üzgünüm ama soykırım gibi iddialar sadece Batı emperyalizminin çıkarlarına hizmet ediyor. Ermenilerin bunu fark etmesi zaman aldı ama olsun, bunlar yapıcı adımlar ve ümit verici.
Her zaman şunu söylüyorum;
Kafkasya ve Balkanlar’da, bölge ülkeleri olarak birlik halinde ve uyum içinde olmalıyız. Sürtüşmelerimizi bir kenara bırakıp bölge olarak dayanışmaya ve kalkınmaya öncelik vermeliyiz. Batı emperyalizminin yıkıcı politikalarından ancak bu şekilde korunabiliriz. Ya bölge ülkeleri olarak yüzlerce yıllık komşuluğumuzu geliştireceğiz ve birlikte güçleneceğiz, ya da her birimiz Batı emperyalizminin oyunlarına figüran olacağız.
Bence burada Türkiye’nin önemi yeniden gündeme geliyor... Türkiye bölgedeki barışın anahtarı. Güçlü, seküler ve bağımsız bir Türkiye Balkanlar ve Kafkasya’nın güvenliği için çok önemli.
Dolayısıyla Türkiye’nin güvenliğine, bütünlüğüne ve bağımsızlığına karşı atılan her adım, aslında bir bütün olarak bölgenin güvenliğine yöneltilmiş bir tehdit oluyor. Türkiye güçlü ve bağımsızsa bu bölgede huzur ve refah var, aksi halde Batı emperyalizmi ve yıkım var tüm bölge sakinleri için.
Batı emperyalizminden medet umulmaz, bu sömürücü, yok edici kafadan kimseye bir fayda gelmemiştir, gelmeyecektir de. Ermeniler bunu biraz geç de olsa anladılar...+
Batı'nın bağımsızlık masallarına kendini kaptırıp bölücü tavırlar takınan ülkem azınlıkları da bu gerçekliği en kısa sürede anlayabilirler umarım!”