Habip Hamza ERDEM
Geçen yazıda sözünü ettiğimiz Prof Dr İbrahim Ortaş’ın Ömer Hayyam’dan alıntıladığı “
Bir hayır var sana kötü demelerinde.” sözünden hareketle, Türkiye’de kötülenen Marx, Marksizm, Tarihsel ve Diyalektik Maddecilik konusuna girerek bir hayır işlemeye çalışalım.
Çünkü, bu konularda eğer çarpıtılmamış bir şeyler söylenip-yazıla bilinirse, gerçekten bir ‘
hayır’ işlenmiş olacaktır.
Marx’tan başlanacak olursa; İlber Ortaylı gibi anne ve babası ya da teyzesinin oğlunu saymak yerine, Epikür ve Demokritos üzerine felsefe doktorası yapmış olduğunu anarak başlamak yeterlidir diyelim.
‘
Materyalizm’ öyküsü de buradan başlamaktadır.
Ki bu filozoflar madde ve mana arasındaki aşkınlık ya da düalizmi reddetmekte ve dünyanın anlaşılması dünyanın kendisinden başlayarak anlaşılabilir demekteydiler.
Yani fizik anlamda ‘
materyal’den söz ediyorlardı.
18nci yüzyıl Fransız filozofları, örneğin
Diderot bu geleneği yeniden canlandırdılar denilebilir.
Bu kanı Marx’a içkindir ama o daha çok tarihin konusu olan ‘
sosyal olayları’ materyalleştirmekle onlardan ayrılır. Bu da ‘
üretim tarzı’ kavramıdır.
Böylece üretim tarzı sadece ekonomik değil ama, toplumların üretim ve maddi varlıklarını sürdürmek için yeniden-üretimlerini de kapsayacak biçimde ele alınabilecektir.
Buna ‘
toplumsal ilişkiler’in konfigürasyonu denilebilir, ki alt ve üst yapıların ‘
bütünselliği’ni öngörmektedir.
Burada temel hipotez (
Araştırma hipotezi de denilebilir) olarak, tarihsel gelişme ya da dönüşümleri anlamanın üretim tarzı içinde yer alacağı varsayılmaktadır.
Gerçi burada kalınmayacaktır ama bir anlamda ‘
temel’ ya da başlangıç noktası bu ‘üretim tarzı’ kavramı olmaktadır: anahtar.
Bununla birlikte, bu yaklaşım tarafsız (
nötr) bir bilimsel yaklaşım değil ama
angaje, yani sınıf savaşında bir taraftan yana olmayı da gerektirmektedir.
Nitekim, ‘bilim adamı’nın tarafsız olamayacağına geçen sayılarda değinmiştik.
Ve üniversitelerde dillendirilen ‘
tarafsızlığın’, kimseyi olmasa bile kendi kendilerini aldatmak demek olduğunu anımsatmakta yarar var diyelim.
Bu ‘angaje’ olmayı Platon’un Site içinde muhalif olmasına benzetebiliriz.
Çünkü Platon olağanüstü ‘
politik’ bir filozof olup, Atina demokrasisini eleştirmektedir.
Bu arada, nasılsa Platon bugüne kadar gelmiş olmasına karşın, diğer materyalistlerin eserlerinin Hristiyanlar tarafından yok edildiği için elimize ulaşmadığının altını çizelim.
Yani ‘taraf tutmak’ her iki taraf için de geçerli bir durumdur.
Böylece Tarihsel meteryalizmin ‘
bilimselliği’nin bir özelliğinin de, taraflar arasında ‘
angaje bir bilim’ olduğunu ‘
bilim ahlâkı gereği’ çekinmeden açıklayabilmesidir diyelim.
Bir ‘
politik projesi’ olan ‘
bilim’ de denilebilir.
Ne var ki, bu, ‘
siyaset bilimi’ diye bugün ayağa düşen ‘siyaset teknik ya da oyun’larının ‘bilim’ diye kendini sunması gibi değil, ama gerçek anlamıyla ‘politik’ yönü de olan, tarih, felsefe, ekonomi ve ‘sosyal’ yönleriyle bir ‘
genel teori’ olmasından gelmektedir.
Her ne kadar, ilerleyen bölümlerde Alain Badiou’nun ‘
marksizm bir bilim midir?’ başlıklı tartışmasına oldukça ayrıntılı bir biçimde değineceksek de, bu aşamada ‘
kendisini öyle gördüğü’nü, denildiği üzere bir ‘tez’ olarak ileri sürdüğünün altını çizelim.
Demek ki, Marx’ın en azından üç kasketi vardır: 1° Filozof, 2° Sosyal Bilimler bilimcisi ve 3° Politik bilimci ve politikacı (ama bugünkü anlamda siyasetçi değil)
Kimileri Marx’ı bu üç yönüyle ayrı ayrı ele almak gerektiğini ileri sürseler de, öncelikle Marx’ın başlangıçtan itibaren Engels’le olan düşünce benzerliği ve Engels’in Marx’ın ölümden sonra kimi çalışmalarını tamamlaması, hatta Kautsky, Lenin ve Mao’nun katkılarıyla Marksizm Marx’ı da aşan bir boyut kazandığını da belirtmek gerekmektedir.
Kaldı ki sonradan gelişen ‘marksist akım’larla birlikte saf bir marksizmden söz etmek bile zordur.
O nedenle kimi yerde Tarihsel Materyalizm, kimi zaman Diyalektik Materyalizm terimleri de kullanılacak olup, birincinin daha çok ‘
sosyal bilimler’ ve ikincisinin de ‘
doğa bilimleri’ alanına yönelik olduğunu da ayrıca belirtelim.
(Sürecek)