Bilim ‘üzerine’ (18)

Habip Hamza ERDEM Başlıktan da anlaşılacağı üzere, bilim ‘ÜZERİNE’ yazıyoruz. Yani daha bilim ‘HAKKINDA’ yazmaya başlamadık. Ancak saygın bir akademisyenimizin “Dünyanın bugünkü bilimsel gelişmişliği, imkânsız denilene cesaret edenlerin eseridir” başlıklı yazısını okuyunca, insanın ‘hayvanlardan çok şey öğrenebileceğini’ de öğrenmiş oldum! Nitekim “bilgi, öngörü ve cesaretin yanı sıra liderlik yapan insanlara çok borcumuz olduğunu” da ‘belgesellerdeki hayvanlar âlemi’ne bakarak anlayabiliriz örneğin. Yazarımızın ‘insan’ ile ‘birey’i karıştırdığı ve ‘Karizmatik kişilikleri’ yücelttiği apaçıktır. Bir ara sözünü ettiğim Jacques Attali’nin ‘Kendisi Olmak’ (Devenir en soi) başlıklı kitabında olduğu gibi, “Kendi yaşamınızda güç sahibi olunuz” (ki kitabın alt başlığı ‘Prenez le pouvoir sur votre vie’dir) ‘felsefe’sine sarılmak demektir bu. Ünlü danışman Memduh Bayraktaroğlu ya da sevgili Yılmaz Özdil’in GAFAM kurucularını hayranlıkla anlatması gibi. Oysa bilimin gelişmesinde üç büyük aşamanın olduğu söylenebilir: Kozmolojik, metodolojik ve lojik. Burada keserek, söz konusu yazı ve benzeri ‘çözümleme’lerin (analitik felsefe!) ‘öz’ünü açıklamamıza devam edelim. * Diyorduk ki, diyalektik mantığa göre önümde duran ‘karanfil’e sadece ‘çiçek’ olarak bakmak başka, onun ‘öz’ünü kavramak başka şeydir. Ve ekonomide, piyasada satılan ‘mal’a da ‘mal gibi bakmak başka’, onun bir meta (marchandise) olduğunu anlayabilmek başka şeydir. Ha piyasada satılan her ‘mal’a ‘mal gibi’ bakmak, ha ‘kapitalizm’in ‘ebed müddet’ bir ‘düzen’ olduğunu içselleştirip kenarını köşesini düzelterek daha ileriye götürmek istemek, bilimsel olarak bir ve aynı şeylerdir diyeceğiz. ‘Mal’a mal gibi bakmak demek, onun herhangi bir gereksinmemize karşılık geldiği, cafcaflı rengi, ‘akıllı mı akıllı’ olduğu ya da saate 300 km/saat hız yapıp yapamadığına bakmak demektir. Hele bir de o malı ‘üreten’in ne kadar ‘akıllı’, ‘cesur’ ve ‘karizmatik’ olduğunu düşünürseniz, yeme de yanında yat diyesi geliyor insanın. Oysa, “Dünyanın bugünkü bilimsel gelişmişliği (nin), imkânsız denilene cesaret edenlerin eseri” olduğu kadar onun ‘insanlığın bir ortak mirası’ olduğunu ve bir ‘insanlık birikimi’ olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Elon Musk’un ‘zenginliği’nin temelinde Çemişgezek’te at arabası tekerliği üreten zanaatkârın ‘emeğinin payı’ var demektir. Konuyu bu denli derinliğine indirgemesek bile, piyasada satılan ‘mal’ların bir ‘kullanım değeri’ ve bir de ‘değişim değeri’ olduğunu söyleyerek başlayalım. İşte bu mal, satışa sunulduğu anda, ‘kullanım değeri’ sıfırlanıp ‘değişim değerini’ taşıyan ‘para’ya dönüşmektedir. Yok eğer bir elma satın alınmışsa, o elma yenerek zaten ‘kullanım değeri’ gereğini yerine getirmiş ve yine sıfırlanmıştır. Kaldı ki, bu ‘tüketim’ sorunu ayrı bir başlık altında incelenmeye değer. Sanayi üretimine dönülecek olursa, üreticinin üretim yapabilmesi için hammadde, makine ve ücretli emek satın alması gerekiyor. Burada ‘ilk sermaye’ olarak konulan para, önce ‘üretim araçları’nı (hammade, makine, emek) satın almak için kullanılmıştır. Buna sermayenin para formu (A-argent) diyelim. İkinci formu, ayrı ayrı, emek, makine ve hammadde olarak (M-meta) olarak görünecektir. Mal üretilip satıldığında ise, daha çok bir (A+A’) getireceği apaçıktır. Aksi halde üretim yapılamayacak demektir. İşte bu (A+A’) de fazlalık, yani A’ nün kendisi, özde hammade+makine+emeğin ortak ürünü, onların diyalektik dönüşümünden başkası değildir. Ancak üretici (yani kapitalist) A’ -nü yeni bir üretim için yatıracak olursa, hammaddeyi ben ödedim, makinayı ben satın aldım, emeğin ücretini de ödedim, o halde bu A’-nün tamamı benim diyebilecektir. Böylece, karanfil’in çiçeği, tohumu, filizi, yaprağı ve yeni çiçekleri örneğinde olduğu gibi, diyalektik dönüşümün her aşamasında, burada da para, hammadde, makina, emek ve üreticinin paylarının, her birinin ayrı ayrı 1° ilk görünümleri 2° birbirlerini ardada olumsuzlamaları ve 3°yeni bir ‘mal’ ve ‘artı-para’ olarak ortaya çıkmaları ‘süreç’inde; ‘mal’ ve ‘artı-para’ sanki yeni bir ‘kimlik’le ortaya çıkmışlardır. Oysa, bu ‘mal’ ve ‘artı-para’nın ‘öz’ünde, hammade, makine ve emeğin kendileri de vardır. Formel mantık, ya da günümüz ‘mal ekonomistleri’ için, hammadenin payı da, makinanın payı da, emeğin hakkı da ödenmiş ve sıfırlanmıştır. Ki gerçekten ‘kullanım değeri olarak’ sıfırlanmıştır denilmektedir. Peki ama, satış yani ‘değişim’ ile elde edilen A’-nün içindeki payları ne olacak denirse, onu da ‘mal ekonomistler’imiz üreticinin ‘kâr’ı içinde eritmiş olacaklardır. Ve yine bu üretim sürecinin ‘öz’ü, acaba sadece kapitalistin kâr güdüsü mü yoksa emekçinin ‘yaşam mücadelesi’ midir diye de sorulabilir. Yoksa bu ‘kâr güdüsü’ ile ‘yaşam mücadalesi’ arasındaki ‘çelişki’ midir diye de sorulabilir. İşte, Marx’ın Kapital’de, tuğla kalınlığındaki kitaplarla anlatmaya çalıştığı, kabaca bu A-M-A’ formülünden başkası değildir. Buradaki ‘mistifikasyon’, ‘gizem’ ya da ‘bal gibi apaçıklık’ ise tam yüzelli yıldır tartışılagelmektedir. Son olarak ‘bilgi, öngörü, cesaret ve karizma’nın bu ‘mistifikasyon’daki yeri ne kadardır diye soralım. (Sürecek)
Benzer Videolar