Seray LEVENT
Geçen gün internette gözüme bir yazı ilişti, altında alıntı yazıyordu. İlgimi çekti ve araştırma ihtiyacı duydum.
Neydi bu Backster Etkisi?
Ben, doğada var olan bütün canlı ya da canlı varlıkların mutlaka var oluşlarının bir nedeni olduğunu ve her varlığın bir enerjiye sahip olduğunu düşünürüm. Hani “vardır bunun da bir hikmeti” derler ya… Konu aynı.
Eren (küçük oğlum) daha ilkokula giderken “anne Dünya da yaşayan bir canlı” der ve bunun nedenini hiç durmadan anlatırdı. Neden, canlı olarak düşündüğüne gelince; “o da yaşlanmıyor mu? Ve onunda bir yaşam süresi yok mu?” Diyerek soruya, soru ile cevap verirdi.
Şimdi düşününce aslında haklı. Evrende canlı ya da cansız bütün varlıkların bir kullanım ve yaşam süresi var. Bizler doğal olarak her yok oluşu ölümle bağdaştırdığımız için… Ölümün, yok oluşun sadece canlı organizmalara ait olduğunu düşünüyoruz. Bence yok oluş, her varoluşa ait bir kavram.
Cansız varlıkların da bir enerjisi vardır derim. Hiç başınıza gelmedi mi? Hoşunuza giden bir elbisenin içinde daha rahat kendinizi hissetmediniz mi? Ya da bir eşya da…” Tam benlik diye hiç iç geçirmediniz mi?” Neden aynı paraya alacağınız eşya da seçim yapıyorsunuz? Çünkü bu varlıkların enerjisi sizi kendine çekiyor.
Birazdan paylaşacağım yazıyı okuduğumda, bütün bunları aklımdan geçirdikten sonra rahmetli anneannem aklıma geldi.
Anneannem, ne çocuk severdi, ne de insan (aramızda kalsın bir beni severdi), ancak hayvan sevgisi ve bitki sevgisi bir başkaydı. Evinin içi minik bir çiçek bahçesiydi adeta. Eğer bizim evde ya da başka birinin çiçeği ölmek üzereyse, bu çiçeği anneanneme teslim ederlerdi ki çiçek tekrar canlansın, iyileşsin.
Bir gün sormuştum. “Sen nasıl ölmek üzere olan çiçekleri böyle güzelleştirip, coşturuyorsun” diye. “Çiçeklerle, konuşacaksın, onları seveceksin, yapraklarını tek tek okşayacaksın, onlar seni anlar ve duyar” demişti. Gerçekten de anneannem her gün çiçekleriyle ilgilenir, onları sularken saatlerce sohbet ederdi. Yazıyı okurken, bu anım aklıma geldi. Anneannem herkesten esirgediği sevgisini bitkilere vererek onları hep yaşattı. Ondan sonra da zaten çiçekleri bu derece güzelleştiren görmedim. Mesela ben hiç bitkilere bakamam hep kurur giderler.
Her ne kadar kayıtlarda “Modern bilim, bitkilerin böyle duygusal tepkiler gösterdiğine dair herhangi bir kanıt bulamamıştır. Backster Etkisi, bilim dışı veya çürütülmüş bir teori olarak kabul edilir.” Diye bilgilere rastlansa da yaşanmış gerçeklerle bence pek uyuşmayan bir bilgi gibi geldi bana…
Modern bilim ya da ilahiyat teolojisi neyi kabul ediyor ki? Tıpkı Göbekli Tepe’nin varlığı çıktıktan sonra bütün inançların sorgulanmaması için yapılan manevralar gibi… Ya da var olan bütün canlı, cansız varlıklarının enerjilerinin varlığını kabul etmeme ısrarını göstermeleri gibi…
İnsan denen varlık eğer her varlığa, yaratanın eseri gibi bakabilse inanın kötülükler yok olup gider. Zira icatlar bile bize bahşedilen akılla ortaya çıkar ve yaratıcı izin verdiği kadar bilgi sahibiyizdir. Malum icatlar da ya ihtiyaçtan ya da tesadüfi ortaya çıkan durumlardır.
Şimdi sizi internette gördüğüm yazıyla baş başa bırakıyorum iyi okumalar…
“1966 yılında, Amerika’nın tanınmış yalan makinesi uzmanı Cleve Backster, güvenlik görevlilerine poligraf aygıtının kullanımı eğitimini verdiği okulunda uykusuz bir gece daha geçirdi.
Sonra sırf eğlence olsun diye, yalan makinesinin elektrotlarını kocaman yapraklı tropikal bitkisinin üzerine yerleştirdi. Yalan makinesi çeşitli korku, sevinç, şaşkınlık gibi durumların elektriksel değişimlerini ölçtüğüne göre, belki bitki de su dökünce seviniyordur diye alaylı alaylı güldü.
Bitkiyi suladığında galvanometre zikzaklar çizerek aşağı doğru indi. Oysa yukarı doğru bir hareket bekliyordu Backster. Yaprağını sıcak kahveye soktuğunda da beklediği tepkiyi görmedi.
Sonunda kibriti alıp bitkiyi yakmayı düşündüğünde her şey değişti. Bitki çılgınca galvanometrenin ibresini tavan yaptırdı. İnanamadı Backster. “Nasıl yani?” dedi kendi kendine, “Bitki düşüncelerimi mi okudu?”.
İnsanlık tarihinin önünde yeni bir dünya açılıyordu artık. Deneyler deneyleri kovaladı. Bitkilerin sadece düşünceleri okumakla kalmayıp çevrelerindeki her şeyi hissettikleri de çıktı ortaya. Kaynar suya atılan karideslerin ölümlerini, eline iğne battığında duyulan acıyı da hissediyordu bitkiler.
Hatta kilometrelerce ötede olunsa bile yaşanan sevinç ve üzüntüleri de hissediyordu. Hatta korkudan baygınlık bile geçiriyordu.
Bir gün şehir dışından gelen bir botanikçi bayan içeri girdiğinde bütün bitkiler sessizleşti. Hiçbirinden tepki gelmiyordu. Sanki hepsi birden sessizliğe bürünmüştü. Ta ki o bayan havaalanından uçağa binip gittikten 45 dakika sonra yeniden tepki vermeye başladılar.
Bayan botanikçinin bitkileri kurutup ölçümler yaptığını öğrendiği zaman anladı Backster, bayanı görünce bitkilerin korkudan bayıldıklarını.
Bir deney tasarladı. 6 yardımcısına aynı gece aynı saatlerde yapmak üzere farklı görevler verdi. Görevlerden biri gece yarısı gelip laboratuvardaki bitkilerden birini söküp parçalamaktı.
Ertesi gün o gece bitkiyi parçalayan yardımcı içeri girdiğinde bütün bitkiler çılgınlar gibi haykırmaya başladı galvanometrelerin ibrelerinin tavan yapmasını böyle adlandırıyor Backster.
Bu deneyden anlaşıldı ki bitkiler sadece hissetmiyor, aynı zamanda hafızaları da var. Ve Amerika’da bazı adlî vakalarda bitkilerin şahitliğine başvurulmaya başlandı. Bitkiler asla yanlış sonuç vermiyordu çünkü yalan nedir bilmiyorlardı.
Bu çalışmalar makale olarak yayınlanmaya başlayınca dünyanın dört bir yanından bilim adamları konu üzerinde çalışmalara başladılar. Sonuçlar akıl almaz.
Koparılmış bir yaprak, kendisine güzel sözler söylenmesi durumunda normal yapraktan aylarca daha uzun süre canlı kalabiliyor. 120 km mesafedeki bir acıyı, sevinci hissedebiliyor.
İnsanların düşüncelerini okuyabiliyor, kötülük yapanları hafızasına kaydedebiliyor. Aynı zamanda bu bilgileri diğer bitkilerle de paylaşıyor.
Kendisine kötü davranılan bitki üzüntüsünden intihar bile ediyor.
Yanındaki bitkinin susuz kalması durumunda kendi suyunu onunla paylaşıyor.
Bitkiler, bütün canlılarla iletişim kurma konusunda bizim hayallerimizin ötesinde bir hassasiyete sahip. Her biri doğanın bir parçası. Belki bir gün onları daha iyi anlama imkânımız olursa bize tarihin bütün yaşanmışlıklarını bile anlatabilirler. Avatar filminin esin kaynağı da bu çalışmalar ve elde edilen sonuçları.
Bilelim ki dünyanın herhangi bir yerinde bir bitkiye kötü davranılırsa, bütün bitkiler bunu hissediyor.
Hani “Kirazlı Kaz Dağı değil” diyorlar ya, emin olun Kirazlı ’da kesilen bir ağacın acısını sadece Kaz Dağları’ nda değil, Munzur’daki, Kuzey Ormanlarındaki, Salda’ da ki, Toroslardaki ağaçlar da hissediyor. Bir gün biz de hissedeceğiz...”
Çok hoşuma giden ve benim dünyamda gerçekliliğini gördüğüm bu yazı kimindir bilmem adını yazamadığım için beni affetsin…
Ancak, Backster’in tesadüfen bulduğu bu yeni bilgi, kim bilir kimin işine gelmedi ki bilim dışı ve çürütülmüş bir teori olarak kabul edildi.
Eskiler hatırlar, zakkum çiçeği ile kanseri yendiğini ispatlayan ve çalışmalarını sürdüren o doktora ne oldu?
Anlayacağınız sadece siyasette oyunlar dönmüyor bu dünya da bilim de, dini araştırmalarda hep birilerinin tekelinde varmış gibi yaşamaya devam ediyor.
Sorgulayın? Araştırın? Düşünün?
Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!