Selma ERDAL
Yaz mevsiminin en sıcak ayıdır Temmuz... Ne de olsa Ağustos'un on beşi yaz, on beşi kış diye bilinir, en çok temmuz ayında ter silinir. Ama her temmuz ayında sıcaktan ne kadar bunalsa da Türk Ulusu kıvançla övünür; 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekatı için... 23 Temmuz 1919 Erzurum Kongresi için ve elbette ki 24 Temmuz 1923 Lozan Barış Antlaşması için...
Kıbrıs'tan başlarsak söze, Barış Harekatı'nın ardından geçen ilk yıllarda Yavru Vatan pek hevesli olsa da anavatanla elele vermeye... Daha sonraları; Güney Kıbrıs'la yakınlaşmak, yeniden birleşmek, geçmiş günlerde yaşanan acıları, Türkün yok edilmesi için oluşturulan EOKA'cıları unutmuşçasına, Türkiye'den uzaklaşmak isteyenler oldu. Az kaldı Kıbrıs'ı Yunan Megali İdeası yutacak gibi oldu. Ve son yıllarda da da Akdeniz'de doğal kaynakları paylaşmak isteyen emperyalistlerin Türkiye'yi yok sayma çabaları... Neyse ki 20 Temmuz Barış Harekatı'nın 50. yıl kutlamalarında yaşanan coşku, birazcık yüreklerimize su serpti.
Ama 23 Temmuz Erzurum Kongresi nedeniyle; nedendir bilinmez hiç de coşkulu sesler, yürek kabartan kutlamalar duyulmadı Erzurum'dan tüm ülkeye...
Ve bir kez daha dedirttiler bendenize...
Ne Erzurum’muş be?
23 Temmuz 1919 ERZURUM KONGRESİ'nden...
Erzurumlu bir Fetoş'un vatan hainliğine...
Nereden nereye?...
Coşkulu törenler olmayınca; demek ki Erzurumlu Gazi Mustafa Kemal'in değil de, anlaşılan hala Fetoş hoca efendisinin izinde...
Ve 24 Temmuz 1923'de Lozan Barış Antlaşması ile tüm dünyaya karşı imzalanmış olsa da Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Bağımsızlık Bildirgesi... Bunca yıldan sonra ne yazık ki uygulamaya konulmak istenen SEVR paçavrası...
Çünkü...
Halk olmuş düşünce acizi... Ülkenin üzerine bir kez daha konmuş yedi düvelin hacizi... Ama kimin umurunda?
Çünkü düşünen yurttaşları; sevmiyorlar bu ülkede... Yaşanan düzeni ve bu düzen nedeniyle halkı üzeni; eleştirmeye kalkışanı da hoş görmüyorlar, zararlı buluyorlar bilindiği gibi...
İşte bu tutumlara gösterilecek yaşanmış bir örnek; birinci ağızdan öğrendiğim kadarıyla paylaşmak istiyorum, şu "ileri demokratik" yönetim biçiminin geçerli olduğu ülkemizde yaşanan gerçekleri...
Yaşı altmışlarında, başında Anadolu'ya özgü altıgen şapkasıyla Malatya kökenli bir yurttaş; açlık sınırının altındaki "sözde” zamlı maaşını almak için bankamatik sırasında... Doğal olarak sırasını beklerken, eleştiriyor maaşlara yapılan zam oranlarını ve ülkenin genel durumunu. Başlıyor anlatmaya başından geçenleri; yaşadığı ilk gündeki öfke ve kızgınlıkla...
Ve bu arada kırışmaya başlamış ellerinin parmaklarıyla altı sayısını göstererek "ben altı okun partisindenim" diyor büyük bir gururla...
Anlatıyor; Devlet İstatistik Kurumu'ndan anketörler gelmiş birkaç yıl önce Didim'e... Araştırmanın konusu; halk sağlığı üzerine... Sorular; halkın ne kadar sağlıklı ya da daha doğrusu ne kadar sağlıksız olduğunu belirlemek amacıyla düzenlenmiş.
Ve en son soru da şöyleymiş:
- Sizce halkın sağlığı nasıl daha iyi olur, nasıl düzelir?...
Yanıtlamış Malatyalı yurttaşımız soruyu ve yanıtladıktan birkaç ay sonra da görmüş savcıyı, yargıcı ve en sonunda da cezaevi koğuşunu...
Neden mi?...
Halkın sağlığının nasıl düzeleceğine ilişkin soruya şu yanıtı verdiği için:
- Amerika'nın boyunduruğundan, İsrail'in tohumundan kurtulduğunda bu ülke; işte o zaman halkın sağlığı düzelir.
24 Temmuz 1923 Lozan Barış Antlaşması'nın kahramanı Malatyalı İsmet Paşa'nın hemşerisi bir başka Malatyalı; ne yazık ki söylediği sözlerle, dolaylı da olsa ülkemizin bağımsız olmadığına ilişkin eleştirel düşüncesini açıkladığı için konuk etmişler kendisini cezaevinde...
Temmuz ayı; sıcak, hem de çok sıcak olur genellikle ülkemizde... Ve temmuz ayının o sıcak günlerinde; Gazi Mustafa Kemal Anadolu'nun bağrında ülkenin kurtuluşu için savaşım verirken... O dünleri yaşanmamış saymak isteyen birileri... Bugün O'nun bu büyük eseri ve emaneti olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni yıkma çabasında...
Temmuz ayının ardından gelen Ağustos'un 26. gününde Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal "Ordular ilk hedefimiz Akdeniz'dir, ileri!" buyruğunu verdiğinde, yine ağustos ayının 30. gününde kazanılan ZAFER sonrasında, bugün bu ülkede yaşıyoruz. Varlığımızı, birliğimizi, dirliğimizi; onca bozguncuya, bölücüye, iç ve dış düşmanlara karşın her geçen gün daha da kenetlenerek koruyoruz.
Koruyacağız da... Ve her yıl daha da büyük coşkuyla 30 Ağustos Zafer Bayramımızı kutlayacağız.
29 Ekim günü geldiğinde de yozlara, yobazlara, bölücülere, Atamıza sövücülere karşı tüm varlığımızla direnerek; Cumhuriyetimizin doğum gününü kutlayacağız.
Günler geçerken; tüm ulusça, içimizdeki dinmeyen coşkuyla ve umutla daha güzel bir geleceğe yol alacağız. Hiç kimse bizi yıldıramaz, yolumuzdan döndüremez. Bu böyle biline!...