Habip Hamza ERDEM
‘
En Büyük Bozkurt’ başlıklı yazımı bitirirken
« En azından, bu kez olsun, ‘bana göre’ diyerek bilir-bilmez yorum yapmak yerine, bu kavram ve sembollerin ‘adam gibi’ tartışması yapılabilsin isterim.
Ee bunun için, esaslı bir ‘bilimsel araştırma yöntemi
’ne gereksinme vardır değil mi ama?
Bu yorum yapan aklı-evvellerin hangisi doğru dürüst bir ‘bilim tanımı’ yapabilir diye soralım bakalım» demiştim.
Tanımlamak işinin kendisinin de ‘
tanımlanma’ya gereksinmesi var aslında.
Ancak, örneğin ‘tanımlama’yı ‘
betimleme’den ayırdetmeyi beceremeden ‘
bilim’ tanımına gidilemeyeceği de ortadadır.
Nitekim Charles Peguy, “sözcüklerin anlamı belirlenmeden herhangi bir açıklamaya girişmek mümkün değildir” derken, sadece ‘
dillendirmek’ten (
expliquer) değil ama ‘
apaçıklaştırmak’ (
expliciter) yani anlaşılabilir kılmaktan söz etmektedir.
Çünkü her ‘
açıklama’ belli bir ‘
düşünce’ (idé) içermekte olup onun karşı tarafa ya da toplumun geneline iletilmesinden başka bir şey değildir.
Öte yandan Condillac da, “
kullanılan dil geliştirilmeden bilim, bilim geliştirilmeden de dil geliştirilemez” demiştir.
Sözün özü, ne varsa ‘
dilimizin ucunda’dır diyeceğiz.
Şimdi ‘
bilim’ denildiğinde, öncelikle Eski Yunan’daki ‘
logos’ sözcüğünün geldiğini anımsayalım.
Peki ama, özellikle Türkiye’de, ‘
ideoloji’ sözcüğünden neden bu kadar nefret edilmektedir?
İdeoloji de ‘
idé’ ve ‘
logos’ tamlaması olup ‘
ideler bilimi’ demek değil midir?
Burada Dominique Pagani’ye dönüp, ‘
ideoloji’deki ‘
logos’un ‘
bilim’ değil ama ‘
discours’ yani gelişigüzel kullanılan ‘
söylem’ olduğunu göreceğiz.
Yani her sonuna ‘
logos’ eklenmiş ‘
söylem alanı’ bilim değildir.
Jeoloji yani yer-bilim de, ‘bilim’ değil ama ‘yeryüzü üzerine’, ‘yeryüzü ile ilgili’ ‘söylem’ demektir diyor Pagani.
Bizim Celal Kemgöz hoplayabilir ama filozof Dominique Pagani’ye kızsın diyerek geçelim.
Hele, yine bizim ‘
siyaset bilimci’lerimizin neresi ‘
bilim’dir diye sormak hakkımız olsa gerektir.
Şimdi burada ‘
discours’ ya da ‘
söylem’i küçümsediğimiz anlamı çıkarılmamalıdır.
‘
Nutuk’ diyerek geçiştirilemez.
Nitekim bizim büyük ‘Nutuk’umuz nice tarihçi ve siyaset bilimciyi, güzel Türkçemizle ‘
cebinden çırarır’ denilebilir.
Bu yazıyı toparlamak için ‘
etimoloji’ye dönelim ve bu ‘
sözcük-bilim’inin de yine Pagani’yle birlikte, filozoflar için bir ‘
güvenilmez yol’ olduğunu, kendi deyimiyle bir ‘
fausse piste” olduğu belirtelim.
Oysa her bilimsel çaba, ‘
sözcük’lerin ‘
etimolojisi’ne gidilerek başlatılmakta değil midir?
Demek ki, filozofların yaptığı gibi, öncelikle ‘
etimolojik’ bilgilerin, en azından şaşırtmacı bir nitelikte olduğunun ayırdında olmak gerekiyor.
Örneğin Türkçemize yerleştirilmeye çalışılan ve büyük ölçüde başarılı olunan ‘
sosyal medya’ terimi ne kadar ‘
sosyal’dir diye soralım.
Hangi ‘
siyaset bilimci’, ‘sosyolog’ ve hatta filozof bunun ‘
sosyal’ değil ama ‘
sosyetal’ olduğunu söyleyebilmektedir?
Ya da bu ayırımı bilmektedir?
Denildiği üzere, ‘
ana akım’ ya da ‘
sosyal medya’ fenomeni olarak boy gösteren hangi
‘… bilimci’si ‘
sosyetal’in ne demek olduğunu bilmektedir?
İşte toplumun çoğunluğu bu ‘
tip’lerin verdiği bilgilerle donanmakta ve sonra da ‘ayna misali’ toplumun geneline yansıtmaktadır.
Üstelik düz değil, kırık ayna misali, çarpıtıp bozarak yansıtmaktadır.
Bu konuyu biraz daha deşmekte yarar görüyor ve burada kesiyorum.