Yaşar GELER
Bir zamanlar çok farklı süreçlerden geçtik. Hem de çok zor süreçlerden. Hele hele şu televizyonun falan ülkemize Kapıkule’den ya da İpsala’dan ilk giriş yaptığı zamanlarda. Bazı kesimler insanları kontrol altında tutacaklar ya! Onların duygularını sömürecekler ya! Onları istedikleri gibi yönetecekler ya! Bu örnekler uzar gider.
Efendim, televizyon Gavur icadıdır.
Telefon Gavur icadıdır.
Radyo Gavur icadıdır.
Teyp Gavur icadıdır. Zaten Türkçe kelime bile değildir.
Aşı zaten tam Gavur icadı ve gavurların mikroplarından oluşuyor.
İlaçlar, iğneler tedavi araç gereçleri… Daha neler neler…
E çatal bıçakta Gavur icadı. Tekerlek de Gavur icadı. Kamyon, otobüs, otomobil, traktör neredeyse insanlık için gerekli olan her şey zaten Gavur icadı. Ne yapacağız şimdi? Eski çağlara, orta çağlara geri mi dönelim? Gerçi tekerlek de o çağlarda bulunmuştu ya. Hatta gaz lambası, lüks lambası, ampul, ışıldak vs. hemen hepsi Gavur icadı ve o çağlarda bulunmuştu. Nedense yaşamımızı etkileyen ve kolaylaştıran hemen her şey Gavur icadı ve genellikle orta çağ dönemlerinde bulunmuş. Hatta ülkemizde şu sıralar tükettiğimiz birçok ürün dışardan ithal ediliyor. Yani bizim değil. Hatta eti dahi gavurlardan alıyoruz. Peki şimdi bunları kullanmayalım mı?
Geminin yüzmesi, uçağın uçması, bilgisayarın yaşamımıza girmesi… Teknolojinin ışık hızıyla ilerlemesi ve gelişmesi. Bunlara ayak uydurmak çok ama çok zor olsa gerek? Sanırım bazı beyinler bunu kaldırmadığı için de Gavur icadı deyip çıkıyor işin içinden. Ama ne yazık ki şimdilerde çok ama çok rastlıyoruz ki, o Gavur icadı diyen insanlar alttakilere onu aşılayıp kendileri de bu araçları kullanmaktan hiç mi hiç geri kalmıyorlar.
Burada asıl anlatmak istediğim konu şudur: Teknolojinin ışık hızıyla ilerlediği bir dünyada teknolojik anlamda hiçbir toplumdan geride kalmamalıyız. Geride olduğumuz zaten açıktır ki, şu pandemi süreçlerinde eğitim dahil uzaktan yaptığımız hemen her şeyin neredeyse altında kaldık. Hazırlıksız yakalandık. Hazırlıklı olmak için teknolojiyi özümsemeli, yaşam biçimine döndürmeli ve bilimden, ilimden, bilgiden ve gelişmelerden yani uygar toplumlardan uzak kalmamalıyız.
İnsan beyni zaten bir data merkezi. İncelediğiniz zaman çok basit biraz kıvamlı beyaz bir sıvı, içerisinden bir miktar iplik gibi bir şeyler çıkıyor, kılcal kan damarları ulaşıyor ve üst kısmı incecik bir koruyucu zarla kaplı ve çevresinde de yusyuvarlak koruyucu bir kemik! İşte bu gibi basit bir yapı, bir insana yaşamı boyunca neredeyse yüz yıla yakın bir zaman süresince size bilgi depoluyor ve siz o bilgileri istediğinizde çıkarıp kullanıyorsunuz. Hem de anlık bir refleksle. O insan beyni ki, bu kez farklı düşünmeye başlıyor. Neredeyse kendine alternatif, kendini taklit eden bir mekanizma üretebiliyor. Bir bellek bu. Yani yapay beyin. Günümüzde bunun adına da insanlar yapay zekâ dediler. Yani insan beyni gibi algılayabilen, düşünebilen, uygulayabilen bir zekâ!
E şimdi sadede gelelim. Bu tür yaşamsal sorunlarımızı çözebilecek olan hemen her şeyi insan beyni yapıyorsa, bunu da tüm insanlığın hizmetine sokuyorsa neden biz bu icat edilmişlere Gavur icadı diyelim. Ne yazık ki üzülerek söylemek durumdayım. Biz Türk milleti olarak insanlık yararına çok bir şey üretemedik. Üretmiş olsaydık inan ki bizden çok o Gavurlar bunu kullanırdı. İşte, örneğini pandemide gördük. Çin’in ürettiği ilk aşıyı neredeyse Çin dışında hatta Çin’le kavgalı olan bütün ülkeler aldı ve kullandı. Malum biz de aldık ve kullandık. O halde buradan çıkan sonuç şu olmalıdır, diye düşünüyorum: Her ne olursa olsun, koşullarımız nasıl olursa olsun, mutlaka ama mutlaka bilimden, ilimden, fenden, teknolojiden yana olmalı ve o kanalların dışında başka arayışlara girmemeliyiz. Bilimin yerlisi yabancısı olmaz. Bilim tün insanlığı kapsar ve bilimi üreten de sonuçta milliyeti, dini, dili, ırkı ne olursa olsun insandır.