6 Mayıs ölümsüzleşmeyi çağrıştıran tarih!

Mehmet Halil ARIK ÜÇ FİDAN BİR ÇINAR! NOT: Bu yazı, ODTÜ yıllarımda ikisini yakından tanıma onuruna eriştiğim 3 fidan için, 5 Mayıs 2010 tarihinde yazılmıştı… (Birkaç noktası yeniden güncellenmiştir. 2024’ÜN 5 MAYISINDA.) Bugün yine bir 5 Mayıs! Yazı yine önümde! Bir ek yapmak için! 3 Fidan’ın sonsuzluğa uğurlanışının yıldönümü yarın! Bir de ULU ÇINAR eklendi 3 fidan’a 5 Mayıs 2010’da… Bu kez, mahkeme koridorlarında veya idam sehpası önünde değil, sonsuzluğun ışığında buluştu 3 Fidan o Koca Çınar Halit Çelenk ile! Ağabeyleri, Halit Çelenk’le birlikte, tarihin yarım bıraktığı “Tam Bağımsız Türkiye!” destanına ışık olacaklar yeniden! Günler o gündür! Günler o destana muhtaçtır! *Sıradan bir gün değildir 6 Mayıs. Hem Ölümsüzlüğe; hem ihanetlere milat bir 6 Mayıs! İntikam uğruna, canice zamansız soldurulan üç kızıl gülün, ölümsüzlük adına; yüreklerde; tazelenerek açtığı gündür bugün… Halkın bağımsızlığı ve özgürlüğü uğruna; alkanlara boyananların, darağacında onurluca can verenlerin, geçen yarım asra rağmen, cellatlara inat; yüreklerde o günlerin tazeliğiyle yaşatıldığı gündür bugün. Acımasızlığının tüm hünerleriyle yüklendi faşizm gençlerin haklı taleplerine! Biliyordu, kaybederse ülkede ebediyen son bulacaktı faşizm! İlk darbeyi Kurtuluş Savaşı’nda almıştı. Ne yazık ki; işbirlikçiler kazandı! Darağaçları kuruldu, faili meçhullere; işbirlikçi faşist imha timlerine ek olarak! Sade gençler değildi darağaçlarında can veren! Hukuktu! Demokrasiydi… Özgürlüktü, ülenin aydınlık geleceğiydi. Bağımsız bir ülke yaratma yürekliğinin, mahkeme kararıyla katledildiği tarih 6 Mayıs! O günlerde meşruiyet kazandı; hukukun katli; uzandı bugünlere! Ülke servetlerinin ve dahi kalelerinin, limanlarının; bankalarının, topraklarının rahatça satılması için yaratılan ortamın da miladı 6 mayıs! Sevr artıklarının ve işbirlikçilerinin; taşeron eşbaşkanlar görevlendirmek için, kurulacak tezgahların hukuki temellerinin atılması adına, korkutma, sindirme ve gözdağı verme adına darağaçlarının kurulduğu, hukuk cinayetlerinin işlendiği gündür bugün! Çuval geçirme küstahlığının, parmakla çağrılma onursuzluğunun, mektupla tehdit aymazlığının, demokratik, laik sosyal hukuk devletini katletmenin peşinden koşanların cirit attığı ortamların oluşturulması adına kurulan azgın tezgahların da miladıdır 6 Mayıs. Bir 6 Mayıs’tır ki o, 1972’nin; kör gecesinin saat; 01.00’i ile 03.00’ü arası; yaşanan; onurlu ve unutulmaz bir drama sahne olmuştur. Geçen 51 yıllık süre bile, bu 6 Mayıs’ta yaşanan acıyı küllendirmeye yetmemiş, ipin ucunda ölüme giderken yaşanan onuru gölgeleyememiştir. Sehpa önünde sorulan en haksız en acımasız hesabın tarihidir bu 6 Mayıs!. Aynı zamanda ölümsüzleşmeye yatmanın! Önce birincisi alınmıştır hücresinden, ayakkabılarının bile bağlanmasına fırsat verilmeden. Son hazırlıkların tamamlanması bahanesiyle, başgardiyan odasından biraz sonra can vereceği idam sehpası seyrettirilmiştir kendisine… Ve gecenin gongu 01.00’i vurmaktadır. Vakit tamam denmiştir kendisine. Bir “Hadi eyvallah!” çekmiştir çevresindekilere, vakur adımlarla idam sehpasına yürürken. Ayakkabılarının düşmemesi için bağlanmasını istemiştir son talep olarak. Çift katlı ilmik boynuna geçirildiğinde haykırmıştır gecenin kör karanlığına doğru, meydan okurcasına kendisini idama mahkum edenlerin suratına; “Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği! Yaşasın işçiler köylüler! Kahrolsun emperyalizm!” Son tekmeyi kendisi vurmuştur ayaklarının altındaki tabureye… Masa üzerinde birkaç tur atan tabure, yuvarlanmıştır masadan aşağıya.. Ama ayakları masaya değer vaziyette kalmıştır ipin ucundaki adamın. Masanın çekilmesi emredilmiştir cellada. Tam 25 dakika sürmüştür bu işkence ipin ucunda. İkincisi getirilmiştir başgardiyan odasına, yukarıdaki işlemler sürdürülürken. Bir öncekine; az sonra can vereceği sehpası yerine, bizzat arkadaşının idamı izlettirilmiştir ikincisine.. Çünkü idam hükmünün altına imza attırılan mahkeme başkanı şahsın ifadesiyle,”ibret-i müesses” olsun diyedir uygulamalar. Aynı kararlılık ve vakurla tırmanmıştır idam sehpasına ikincisi de, tıpkı birincisi gibi… İlmik bir taraftan boynuna takılırken haykırmıştır idam heyetinin suratlarına tükürür gibi… “Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için şerefimle bir defa ölüyorum! Sizler, bizi asanlar, şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz! Biz halkımızın hizmetindeyiz! Sizler Amerikanın hizmetindesiniz. Yaşasın devrimciler, kahrolsun faşizm!” Belki daha söyleyecek çok şeyi vardı ama daha fazlasına tahammülsüzdü idam mangası. Onlardan önce davranıp bastı tekmeyi ayaklarının altındaki tabureye… Birincisi kadar uzun sürmedi sallanması ipin ucunda. Cellat tek ilmikle işi bitirdiğini beyan etmişti heyete… Üçüncüsü çoktan getirilmişti başgardiyanın seyir odasına, “ibret-i müsses”den ders alsın diye… Seyrettirildi ikincinin ipe çekilişi saniye saniye… Seyircileri kendileriydi ipe çekilenler, bir de heyet! Sahneler tekrarlanıyordu aktörleri değiştirilerek… Aynı kararlılık ve aynı onurlu duruşla, sehpadaydı üçüncüsü! Haykırdı tarihe, gecenin derinliğinde! Sanki biraz sonra ebediyen susacak o değilmiş gibi! “Ben hiçbir çıkar gözetmedim! Halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım! Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım! Bundan sonra bu bayrağı Türk halkına emanet ediyorum! Yaşasın işçiler, köylüler, yaşasın devrimciler, kahrolsun faşizm!” Saat tam 03.00. Ekip bitirmişti başarıyla(!) işini. Mahkeme heyetinin en yetkilisi, keyifle derin nefesler çekmekteydi sigarasından, sehpaya yakın bir ağaca yaslanıp. İçlerinde 35 doktorun da bulunduğu 276 kişilik bir Milli İradenin, histeri çığlıkları ile tempo tutarak “Üçe üç-üçe üç” diyerek onay verdiği görev tamamlanmıştı, idam mangası eliyle. İşte böyle bir güne uyandı 6 Mayıs 1972 sabahı yataklarından kalkanlar! 3 eksikle uyandılar! Deniz, Yusuf, Hüseyin yoktu! Hayatlarının baharında, henüz 24-25 yaşlarında idam sehpasında 11 yıl öncesinin intikam duygularına kurban edilen, bu geçler bir tek kişinin bile canına kıymamıştı. “Ülkemizin bağımsızlığı için Amerikan emperyalizmine karşı bir mücadeleden başka bir şey istemedik” demişlerdi savunmalarında!.. Zaten biliyorlardı, kelle istemek için hazırlanmıştı iddianame… Bu ifadeyi de Deniz aynen kullanmıştı ifadesinde. * Pekii!; ya görevini başarıyla(!) ifa emiş, ağaca yaslanarak keyifle sigarasını tüttüren kimdi dersiniz? Onu da anımsatalım kısaca. O’da, 22 Nisan 2010 tarihinde, yemekte boğularak ölen, cenazesinde, imamın cemaate; “merhumu nasıl bilirdiniz!” sorusunu bile sormadığı Ali Elverdi!.. * İnanıyorum ki; ömrünü, haksızlıklara karşı hukuk mücadelesine adamış, Ulu Çınar Halit Çelenk, bir diğer Ulu Çınar, Niyazi Ağırnaslı’yla birlikte, Üç Fidan’ın yarım kalan destanının hesabını soracaktır Ali Elverdi’lerden! Ve, sorulacak bu hesap; “ibret-i müesses” (etkin ibret) olmalıdır günümüzün Ali Elverdi’lerine ve onun hempa(omuzdaş)larına! Günler o gündür! Not: Aradan geçen onca yıllar; yazının güncelliğini kaybettirmediği gibi; nasıl da bugünleri anlatmakta!