Zeki SARIHAN
İnsanlar, haklarındaki olumlu yargılar kadar olumsuz yargılara da kulak kabartmalı. Böylece başkaları tarafından nasıl görüldüğü gerçekçi olarak anlaşılır, hataları düzeltme imkânı da doğar.
20 Ocak 2024 günü, İstanbul Fatsalılar Derneğinin, öğrencilere burs toplamak için düzenlediği geceye kitaplarımı imzalamak üzere Onur Konuğu olarak davet edildiğimi, bunun için afişi de yayımlayarak sosyal medyada okurlara duyurmuştum. Hemşerilerim tarafından hatırlanmak ve değer verilmiş olmak elbet de hoşuma gitmişti. İstanbul Dedeman’ın salon girişine konulan masada kurularak on, on beş kişiye kitap imzaladım. Yeni insanlarla tanıştım. Salonda her şey Fatsa için havasında çeşitli partilere mensup kişilerin konuşmalarına da tanık oldum.
Kitap okuma alışkanlığının dibe vurduğu bir dönemde, hele İstanbul’da iş tutmuş ve aktif politikayla da yakından ilgilenen insanların kitaplarımı kapışacağı gibi bir beklentim de yoktu. Ne var ki, benimle bağlantı kuran dernek yöneticileri benden 200 kitap getirmemi istediler. Ben de öyle yaptım. Biri dernek adına başkan, ikisi iş adamı olan üç kişi, bu kitapları aralarında paylaşmaya karar vermişler. Biri 6.000, diğer ikisi 4.000’er liralık kitap aldılar. Bunları çalışanlarına ve çevrelerine dağıtacaklarmış. Bu tutumları, hem bir hemşerilerinin çalışmalarını desteklediklerini, hem de kitabın hâlâ değer verilen bir nesne olduğunu gösteriyor.
Ankara’ya döndükten sonra, geceye katılanlar arasında iki eleştiri yapıldığını işittim. Biri Dernek yöneticilerine yönelik: Onur konuğu olarak neden yalnız ben çağrılmıştım? Fatsalı başka yazarlar yok muymuş? Bunun yanıtını Dernek yöneticilerine bırakmak iyi olur. Başka etkinliklerde belki başka konukları da onurlandırırlar.
İkinci eleştiri şuymuş: Ben eğitime ne katkı yapmışım ki, orada onur konuğu oluyormuşum? Derneğin buna vereceği bir yanıt da olmalı. Benim açımdan yapılacak açıklama ise şudur:
Bu eleştiriyi yapan her kim ise benim öğrencim olamaz. Onun eğitime katkıyı eğitim için kesenin ağzını açmak, en azından, öğrencilere burs vermek olarak anladığı anlaşılıyor.
Doğrusu ben hayatımda hiç burs vermedim. Nasıl burs verebilirdim ki, Birkaç kitabımda da anlattığım özgeçmişimi az çok bilenler, öğretmenliğim boyunca yorganım sırtımda gezdirildiğimi, 1402’lik olarak ve hapishaneye konularak uzun yıllar mesleğimden uzak tutulduğumu, bu süreler içinde hayata tutunmak “boğazı tokluğuna” çeşitli işlerde çalıştığımı bilirler.
Üstelik benim açıkta olduğum sıralarda ve mesleğime döndüğüm dönemlerde, kendimi eğitim ve öğretmen mücadelesine vakfettiğimi hesaba katmamışlar. Bizim halka hizmet mesleğimizi benimseyen kişiler, bu işleri para alarak yapmazlar. Eğitim mücadelelerinin başarısı için dar bütçelerinden katkıda da bulunurlar.
“Eğitime ne katkısı olmuş ki!” eleştirisi, benim gibi bir öğretmen için inciticidir. Sadece Fatsalılık açısından ele alındığında da bu “katkı” sorunu haksız bir söylemdir. Ben Fatsa’da iki yıl köy öğretmenliği, bir yıl ortaokul öğretmenliği yaptım. Meslek mücadelesinin odağı haline gelen TÖB-DER yönetiminde bulundum. Daha fazla öğrencinin öğretmeni olamamışsam bunun nedeni, beni iki seferinde de Fatsa’dan uzaklaştırmalarıdır. Öğretmenlikteki ideallerimi yurdun başka yerlerindeki öğrencilerimle paylaştım. Öğretmenlerin geçmiş mücadelesi hakkında, kütüphanelerin tozlu raflarında yıllar harcamak ve bunları yayımlamak da, kitap okuru olmayanlar için “hizmet” sayılmayabilir ama ben bu konuda yapabileceklerimi yaptığım kanısındayım.
“Eğitime katkı” konusunda da şu söz geçerli olmalıdır: Kiminin parası, kiminin duası!... Ben anlattığım yollarla eğitim için ancak “dua” edebildim. Parasız eğitim için ömür boyu ısrarlı bir mücadele, en az burs vermek kadar anlamlı değil midir? (
3 Şubat 2024)
zekisarihan.com