Habip Hamza ERDEM
Ulusal sorun ve sol
Genel olarak ‘sol’un ‘ulusal sorun’a şaşı baktığı ve ulusallığın ‘enternasyonalizm’ içinde erimesi gerektiği biçiminde bir ‘yanlış kanı’ vardır.
Bu konuda sözde solcuların öne çıkardıkları kaynak ise, Lenin’in isteği üzerine, Avustrurya’lı Otto Bauer’in ‘Ulusallık sorunu ve sosyal-demokrasi’ (1907) çalışmasına eleştiri olarak Stalin’in 1913 yılında kaleme aldığı ‘Ulusal Sorun ve Leninizm’ başlıklı çalışmasıdır.
Oysa Stalin, Marx’ın çok daha önceleri kimi ulusallıkların ‘ölümcül’ olduğuna ilişkin saptamaları doğrultusunda, Kautsky’nin ‘ulusların sürekliliği’ (pérennité des nations) görüşünü eleştirecek olmasına karşın, daha sonraki yıllarda, ‘proletarya diktatörlüğü’ döneminde, artık burjuvazinin sözde ulus adına ama gerçekte belirli bir piyasayı güvence altına almak için ulusallık bayrağını taşımasına gerek kalmayacaktır diyecektir. (1)
Gerçekten de Marx’ın, özellikle Alman ulusallığını Fichte’nin ‘egoizm’ine benzettiğini ama bunu “Devlet’in evrenselliğine dayanan bir ‘Kutsallık’a bağlayarak aynı zamanda kendi engelini de yarattığını” ileri sürmekteydi (2).
Buna göre, Devlet, farklı ‘egoist birey’lerin uyum içinde varlıklarını sürdürme ‘araç’ı olmaktadırlar.
Oysa, madem ki ‘egoist birey’ler birer ‘atom’ gibi düşünülmektedir, o zaman varlıklarını sürdürmek için Devlet gibi bir ‘Kutsal’a da gereksinmeleri olmayacak değil midir?
Burada ‘klasik’ ve ‘neo-klasik’ iktisat anlayışlarının ‘atomist’ anlayışlarına yöneltilen eleştiriler şöyle dursun, özellikle Amerikan sosyolojisinin ‘Ulus Devlet’ tanımının yanlışlığına da, çoğu yerde dikkat çektiğimizi anımsatalım.
Açıktır ki, hem ‘atomistik’ bir sistem ve hem de Devlet gibi bir ‘Kutsal’ bir arada ise, öncelikle bu biraradalığı ‘zor’la dayatanın ‘Devlet’ olması dolayısıyla, bu sistem ekonomik, politik, sosyal, psikolojik her ne alanda olursa olsun, ancak ve sadece ‘Devlet-Ulus’ olarak tanımlanabilir. (3)
Çünkü Devlet’in ‘Kutsal’lığı karşısında ‘Ulus’un, amayine deyimle, herhangi bir ‘kıymet-i harbiyesi’ olmayacaktır (4).
Nitekim, Kautsky’nin, İngilizce, Almanca ve Fransızca gibi hegemon Devlet dillerinin yaygınlaşmasının da etkisiyle, ‘küçük halklar’ın geleceklerinin olmayacağı ve ‘Özel Devletçik Yanılsaması’na (illisoire Etat particuliers) dönüşeceklerine ilişkin öngörüsünün, bir bakıma, gerçekleştiği bile söylenebilir (5).
Bununla birlikte, hem Marx ve hem de Engels’in ‘ölümcül’ bir halk olarak gördükleri Çek’lerin Slovak’lardan ayrılarak bugün Çekistan (Çekya da deniliyor) adıyla canlanması aykırı bir örnek olarak duruyor denilebilir.
Ve Marx, Engels, Kautsky vb gibi önde gelen ‘sosyalist’lerin öngörülerinde yanıldıkları bu örneklere bakılarak ileri sürülebilir.
Ancak bizim Devlet-Ulus kategorisinde ‘Devlet’in önceliğine ilişkin tezimizi doğrular.
Çünkü, bugün kimse, Katar, Umman, Kuveyt vb Devlet’lerle anılan ve dünya genelinde ikiyüzün üzerinde ‘ulus’ olduğunu ileri süremez.
Öte yandan, bir söylentiye göre dünya genelinde ikibinden fazla farklı ‘halk’ olduğu halde, bunların ‘ulus’ kategorisine sokulabilecek olanların sayısının ancak yirmi ile otuz kadar olabileceği söylenebilir.
Bu konuda yapılan bütün tartışmaların, ancak ‘sol/sosyal demokrat/sosyalist’ düşünce bağlamında iseler, nesnel/anlamlı/bilimsel nitelik taşıyabileceğini ileri süreceğiz.
Ve tam da bu nedenle, örneğin Türkiye’de kurulmakta olan ve yüzyıllık bir deneyimin ardından ‘ulusallık’tan nasıl uzaklaşıldığını görmek olanaklı olabilecektir.
Bir ülke düşünün ki, ‘entelektüelleri’ ve ‘siyasetçi’leri, henüz kurulmakta olan ‘ulusallık’ın yıkımı karşısında, eylem koymak şöyle dursun seslerini bile çıkaramamaktadırlar.
Sınırlı sayıda, ve ancak Türkçe söylenildiğinde anlamlı olan, ‘çoban ateşleri’nin varlığı, yıkımın büyüklük ve kalıcılığını engellemeye yetmemektedir.
Bugün Türkiye halkının büyük çoğunluğu bir ‘illüzyon’ içinde ve yine Türkçesiyle anlamlı olan ‘kendi kasabının bıçağını yalamak’ sözüne uygun bir biçimde davranmaktadır.
(Sürecek)
(1) Ulusallık konusunda benim Devlet-Ulus’un Sonu başlıklı çalışmama ve özellikle ‘Marksizm ve direngen ulus’u ele alan bölümüne bakılabilir. Ki, orada Stalin’in, diğer ulusallıklara karşın, Rusya’nın ‘Ana-Vatan’ anlayışını sürdürdüğü ve bunun da bilinç-altındaki Freud’cü ‘Ana Kucağı’ kavrayışına denk düştüğüne yer verilmektedir.
(2) Claude Mainfroy, (dir), Sur la Révolution française- Ecrits de Marx et Engels, , Editions Sociales, Paris, 1985, p.62-63
(3) Devlet’in ‘ulus’ üzerindeki bu ‘baskın rolü’, dünyanın hiçbir ülkesinde olmasa bile Türkiye’de kendisini kanıtlamış bulunmaktadır. İşte yüzüncü yılını kutlama hazırlıkları süren ülkede, özellikle 2010’lardan sonra yoğunlaşan ‘imparatorluk’ hevesi, Cumhuriyet’i giderek silikleştirip, ‘ulus’u ümmet konumuna dönüştürmüştür. Nitekim artık Avrupa’da ‘Doğu’nun yeni hasta-adamı’ değerlendirmeleri yapılmaya başlanmıştır. (Bkz Pascal Dupont, “La Turquie entre république et empire”, Revue Défense Nationale 2016/10, n° 795, pp:39-43)
(4) Neredeyse on-onbeş yıldır, ‘Ulus Devlet’ teriminin yanlışlığına dikkat çekiyorum. Bir Devlet’in ‘ulusal’ olabilmesi için, Devlet’in değil, denilebilirse eğer ‘Ulus’un ‘Kutsal’ değilse bile önceliği sağlanmış olmalıdır. Bu gerçekliğe karşın, ‘Ulus Devlet’ konusunda somut örnek vermeye çabalayanların ise, konuyu hiç anlamamış olduklarını söyleyerek geçiyorum.
(5) Karl Kautsky, “Die modern Natinalitât”, Die Neue Zeit, 1887, Lucien Calvié, a.g.m., p.38
YAZARLAR
8 saat önceEKONOMİ
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önce