Cumhuriyet ve demokrasi (12)

Habip Hamza ERDEM

Cumhuriyetçi ya da Demokrat olmak konusunda, yine bir parantez açarak, Fransız sosyalistleri arasında nasıl bir farklılık olduğu konusuna değinebiliriz.

Régis Debray, Sosyalist Parti milletvekilleri olarak, İçişleri Bakanı Pierre Joxe ve Savunma Bakanı Jean-Pierre Chevenement’ın Cumhuriyetçi, aynı partinin Kültür Bakanı Jacques Lang ile Başbakanı olan Lionel Jospin’in ise Demokrat oldukları ileri sürülebilir mi diye soruyordu.

          Burada ilk dikkate alınması gereken konu, Cumhuriyetçi ya da Demokrat olmakla, sosyalist ve hatta komünist partiler içinde yer almak arasında doğrudan bir ilişki olmamasıdır.

          Böylece AKP’nin ilk kurulduğu yıllarda, içinde Cumhuriyetçi ve Demokratların da olabileceği söylenebilecektir.

          AKP içinde, nasıl ki, Mehmet Uçum gibi önce ‘sosyalist’ olduğunu söyleyen birinin bugün ‘faşist’ olması mümkünse, başlangıçta dinsel eğilimli olan birinin olanları gördükten sonra Cumhuriyetçi ve Demokrat olması da mümkün olabilir diyeceğiz.

          Bir de Ertuğrul Günay(dın) vak’ası var ki, zamanında o konuyu da ele almıştık.

          Fransız politikacılarına geri dönersek, Pierre Joxe’un, ‘Türban’lı olarak okullara girilmesine izin vermesini kendi sosyalistlik ve cumhuriyetçilik ilkeleriyle nasıl bağdaştırdığını değerlendirmek gerekmektedir.

          Ki, bu konuda Fransız Danıştay’ının aldığı kararın gerekçesine ilerde ayrıntılı olarak değineceğiz.

          Ancak, bu konunun geçen yazıdan devamla ‘Hak’ ve ‘Ödev’ kavramlarıyla ilişkisine biraz daha yakından bakabiliriz.

          O nedenle İngiliz Devrimi’ni hazırlayan düşüncelere o arada liberalizmin kurucu filozoflarından Thomas Hobbes’a kadar geriye gidelim.

          Hobbes’un, hak (jus) ve ödev (lex) ayırımı yaparak Cumhuriyetçi uygulamaları ‘açmaz’a koyduğuna ilişkin görüşler ileri sürülmüştür.

          Her ne kadar kendisi, tarihsel incelemeleri sonunda, insanlığın monarşi/aristokrasi/demokrasi aşamalarından geçeceğini düşünüyorsa da, İlk Çağların ‘Halkçı Devlet’lerinde bile, iktidar, iktidar sahiplerinin ‘aşırılık’ (hybris) duygularını kamçılayıp onları ‘diktatörlük’e yönelttiği sonucuna varmaktadır.

İngiltere’de mezhep savaşlarının yoğunlukla yaşandığı yıllarda yazan Hobbes, ‘ödevler’den söz ederken, bu ödevleri ‘yurttaş’lar için değil ama Machiavel gibi Devlet yöneticileri için düşünmektedir.

Nitekim Leo Strauss, liberalizm olarak adlandırılan politik doktrin, ki kurucusu tartışmasız olarak Hobbes’tir, esas olarak ‘doğal haklar’a dayanmakta olup, bu hakları koruyup kollamak ‘görev’i de Devlet’e verilmiştir demektedir.

Hem ‘hak’ ve hem de ‘görev’lerin yurttaşlara verildiği demokrasilerde ise, ki buna Cumhuriyetsiz demokrasi demek de mümkündür, Demos’un Kratos’u tanımama riski bulunmaktadır.

Nitekim, siyaset yazınında ‘popülizm’ olarak adlandırılan ve günümüz dünyasında bolca uygulamaları görülen bu tür rejimleri bizim burada ele aldığımız kavramsal çerçeveye oturtmak mümkün değildir.

O nedenle ‘patrimoniyal sultanizm’ ya da benim ‘Şahsım Devleti’ diye adlandırdığım ‘siyasal yapılar’da, ki Devlet olup olmadıkları da tartışmalıdır, ne ‘hak’ ve ne de ‘ödev’leri tartışmanın bir anlamı yoktur.

Böylece, örneğin AKP’nin getirdiği bugünkü aşamada, örneğin Meclis Başkanı’nın Demokrat ya da içlerinden birinin Cumhuriyetçi olup olmadığını ileri sürmek, bilinen deyimle, abesle iştigal olacaktır.

Kaldı ki, Demokrat ya da Cumhuriyetçi değil ama, doğrudan ‘Hukukçu’ olmaları gereken yargı mensuplarının, o arada Yüksek Yargı mensuplarının ‘insanî değer’ler taşıdıklarını bile kuşkuyla karşılamak gerekiyor.

O ‘kutsanan’ Devlet’in ‘kutsal ocağı’ Ordu mensupları içinde Demokrat ya da Cumhuriyetçi taraması yapılacak olursa, binlercesi içinden kaç ‘adet’ ya da ‘tane’ çıkacağını da merak etmek ‘hak’kımız olsa gerektir.

Ankara Emniyet’inin ‘hukuksuz’ Yargıtay beşlisinin arkasında durduğunu gördükten sonra, Emniyet mensupları içinde taramaya gerek bile kalmamıştır denilebilir.

Çağ açan ‘Cumhuriyet Devrimi’nin nasıl bu ‘hal’lere düşürülmüş olduğu ve nasıl yeniden canlandırılabileceği üzerinde derin düşünmek yerine, kim sözde Cumhuriyetçi ve Demokratın, bu Devrimi neredeyse bir başına yapan Mustafa Kemal’in kaşı ve gözüyle uğraşarak kendilerini tatmin ettikleri önemle vurgulanmalıdır.

Türkçe’deki deyime uygun olarak ‘Bunlardan ne köy olur ne kasaba’ diyerek, daha çok Cumhuriyet ve Demokrasi anlatmak gerektiğini düşünüyorum.

(Sürecek)

Benzer Videolar