Habip Hamza ERDEM
‘Popülizm’ kavramı, zaten tanımı zor bir ‘Halk’ sözcüğünden türetilmiş olmasının yanısıra, özgül bir ‘politik rejim’i mi yoksa içeriği kesinleşmemiş bir ‘ideoloji’yi mi dile getirmektedir diye sorulabilir.
O nedenle, örneğin ‘popülizm’ için torba-sözcük (mots-valise) gibi yeni bir terim kullanılmaktadır.
Ve buradan hareketle, bilimsel bir çözümleme yapabilmek için iki kavramsallaştırma stratejisi önerilmektedir:
Genel bir ‘popülizm’ ya da bizim deyişimizle ‘halkçılık kuramı’ kurabilmek için, ‘temel nitelikler’ini ve ‘ortaya çıkış koşulları’nı, özcü (essentielliste) önkabuller (postulat) olarak koymak;
Ya da, betimleyici bir yaklaşımla, farklı biçimleri karşılaştırmalı olarak ele alarak bir tanımlamaya yönelmek.
Margaret Canovan’ın, bu saptamasına karşın, kendisinin ‘olgusal bir tipoloji’yi yeğlediği ileri sürülmektedir (*)
Açıktır ki, bizim izleyeceğimiz yöntem birincisi olacaktır. Ve farklı tarihsel-kültürel farklılıkların gerisinde yatan ve gelişigüzel kullanıldığını bildiğimiz ‘birlik ve beraberlik’ (union et unité) formülünü temellendirmeye çalışmak olacaktır.
Kuşkusuz, belli bir ‘prototip’ten hareketle aynı ailenin çeşitli alt-tiplerini sıralamak da bir yol olup, kolaycı bir yaklaşım olan bu yöntemin yaygın olarak kullanılmakta olduğunu söyleyebiliriz.
‘Halkçılık’ın ortaya çıkış koşullarını tarihsel bağlamı içinde ele almak üzere, en belirgin niteliğinin ‘Biz’lik olduğu ve bunun herşeyden önce bir ‘birliktelik’ (union) demek olduğunu söylemek bile fazla.
Bu ‘Birliktelik’ (union) anlayışı ise, Eski Mısır ve Fars uygarlıkları döneminden ‘Yahudi Birliği’ne değin geri götürülebilir.
Daha sonra ise, Hristiyanlık’la birlikte, ‘Tanrı önünde eşitlik’ anlamında ‘tüzel insan’ (homme moral) anlayışı gelmişti.
Burada, her ne kadar ‘Hristiyan ahlâkı’ gibi yorumlansa da, özde, ‘insan’ı şeyleştiren ve bir ‘tüzel insan’ anlayışının yaratıldığını söylebiliriz.
Kaldı ki, müslümanların da, sözde, ‘Allah huzurunda eşit’ olduğu varsayılsa bile, gerçek yaşamda her iki yaklaşımın da gerçek ‘eşitlik’ anlamına gelmediğini, bununla birlikte yerel ve ırksal ayırımları geri plana ittiğini söylebiliriz.
Böylece bir dinsel ‘birliktelik’ten (union) sözedilse bile, kendi içinde farklı tarikatlar aracılığıyla, dinsel ‘bir’likten (unité) sözedilemeyeceği, gerek tarihsel ve gerekse güncel olarak ‘din savaşları’nın sürüyor olması dolayısıyla kolaylıkla ileri sürülebilir.
O arada, ‘Tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek vatan’ anlayışının, özde ‘tek kasa’ anlamına gelebileceğini söyleyerek geçebiliriz.
Dikkat edilirse, ‘dinsel birlik’ anlayışı (union) yerel ve ırksal ayırımları geçersiz kılarken, toplumsal ‘bir’liği (unité) sağlamaya yetmemekte ve bu haliyle toplumun ‘çimento’su olmak gibi bir işlevi de sözkonusu olmamaktadır.
Ancak kabaca ‘kasa’ dediğimiz ‘sermaye’nin alabildiğine kullandığı bir ‘araç’a pek âlâ dönüşebilmektedir.
Ki, günümüzde kurulup/yıkılan ‘hükûmet’ler ve hatta ‘Devlet’lerin bu ‘araç’ sayesinde gerçekleştirildiğini de rahatlıkla ileri sürebiliriz.
Böylece ‘Halkçılık’ yaklaşımının, ‘din’i sadece ve ancak ‘özgürlük’ bağlamında değerlendirebileceğini ve bu anlamda ‘laik’ bir tutum benimsemek durumunda olduğunu söyleyeceğiz.
Kaldı ki, ‘dinsel birliktelik’in, insanların ‘doğal güçlükler’i aşması için ortaya çıkıp çıkmadığı sorunu bir yana ‘insanlar arası sorunlar’a çözüm bulmadaki yetersizliğine de değinilebilir.
Nitekim insanların ‘toplum’ biçiminde örgütlenmesi, ‘doğallık’tan çıkıp ‘sosyal’ bir yapıya kavuştukları anlamına gelmektedir.
Ne var ki; ‘sosyal’ sözcüğünden türetilen bir dizi terim ve kavram olmasına karşın, ‘sosyal’in a-yokluk, yoksulluk ve yolsuzluk yaratan sorunları dile getirmek için; b- kişisel ve grupsal çelişki ve çatışmaları dillendirmek için; c- insanların halk veya ulus gibi somut bütünselliklerini irdelemek için kullanıldığı pek ayırdedilmez.
Dahası, 1950’li yıllardan sonra ‘sosyal’in bilim olarak, bir ‘zihniyet’ (état d’esprit) bir ‘düşünce biçimi’ (a quality of mind) veya ‘imgelem biçimi’ (une forme d’ imagination) olarak ele alındığını belirtelim.
Böylece ‘Halk’ ve ‘Halkçılık’ özgül birer ‘içerik’ (contenu spécifique) olarak ele alınabileceği gibi özgün bir bakış açısından da (point de vue particulier) ele alınabilecek demektir.
Öyle ki, irdelenecek konu, ‘sosyal bir ürün’ olarak bireyin tarihle nasıl eklemleneceği yani onun nasıl tarih yaptığı ya da yazdığını anlamaya çalışmak olabileceği gibi, ‘insanî varlık’ olarak onun nasıl ‘sosyal’i oluşturduğunu anlamaya çalışmak da olabilecektir.
İşte bu zor soru(n)ları anlama/anlamlandırmaya çalışmaktayız diyelim.
(Sürecek)
(*) Margaret Canovan, – “Two Strategies for the Study of Populism”, Political Studies, XXX (4), 1982. Aktaran Taguieff Pierre-André, a.g.m. https://www.persee.fr
YEREL HABER
3 saat önceEKONOMİ
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
1 gün önceYAZARLAR
2 gün önceYAZARLAR
2 gün önce