Habip Hamza ERDEM
‘
Devrim’ ve ‘
ihtilal’ ayırımını salt ‘
demokratik’ olup olmadıkları gibi sıradan bir temele oturtmanın ‘
kavram’ın kapsamını daraltmaktan başka bir şeye yaramadığını söyleyegeliyoruz.
Ve biz ‘
İngiliz Devrimi’nin, bir
galat-ı meşhur olarak sürdürülmeye çalışıldığını ve özde ‘
devrim’ kategorisine sokulamayacağı görüşünde olduğumuzu belirtmiştik.
Nitekim
Steve Pincus’a göre de, ‘
1688-89 İngiliz devrimi’ herşeyden önce ‘
devrimci’ değildi.
Çünkü yazara göre ‘
İngiliz Devrimi’, kendinden sonraki ‘
devrim’lerin aksine, ‘
barışçıl’ (
pasifique),
uzlaşmacı (
consensuelle),
aristokratik (ya da
sınıfsal) ve özellikle de
ussal (
raisonnable) idi.
Sondan başlanacak olursa,
ussallık nitelemesiyle, gerçek bir ‘
devrim’in
usdışı olduğu mu ileri sürülmektedir?
Kesinlikle hayır!
‘
Ussallık’ ile, ‘
uysallık’ benzeri, toplumun varolan ‘
politik sistem’, ‘
toplumsal yapı’ ve ‘
geleneksel kültür’ü ‘
değişmez’, ‘
tanrı vergisi’ ve ya da ‘
böyle gelmiş böyle gider’ anlayışını ‘
akla ve doğaya uygun’ olarak kanıksamak durumu anlatılmak istenmektedir.
Böylece ‘
devrim’in en belirgin özelliğinin, ‘
ussal’ gibi görünen her ne var ise, öncelikle onun sorgulanması olduğu söylenebilecektir.
Demek ki, asıl ‘
ussallık’ bu sorgulamanın yapılmasıyla başlayacaktır.
‘
Devrim’in ‘
devrimci’ olması ise, bütün o ‘
devrimci süreç’ boyunca, yeni ‘
ussallık’ların keşfedilebilmesi anlamına gelmektedir.
İşte ‘
1688-89 İngiliz Devrimi’nde, kuşkusuz henüz
Ulus olmadığı gibi Ulus olma amaç ve hedefi de bulunmayan
İngiliz halkının, ne ‘
politik sistem’lerini, ne ‘
toplumsal yapı’larını ve ne de ‘
geleneksel kültür’lerini değiştirme istekleri vardı.
Sadece
IInci Jacques’ın uygulamakta olduğu ‘
politika’lara ‘
tepki’ duyuyor ve onun kişiliğine duydukları ‘
nefret’ yüzünden her kim olursa olsun onun başa geçmesini ‘
ussal’ olarak değerlendiriyorlardı.
Şimdi buraya bir mim koymanın zamanı gelmiştir.
Hep yinelediğimiz gibi, biz burada ne İngiliz tarihini yinelemek ve ne de şu ya da bu konuda kuramsal tezler geliştirmekten çok, ‘
güncel’ ve ülkemizin yaşamsal konularında düşünce geliştirmek amacıyla yazmaktayız.
O arada, ileri sürülen kimi temelsiz yorumlara da yanıt vermek çabasındayız.
Böylece, Türkiye’nin içinden geçtiği şu tarihsel günlerde, ‘
demokratik’ bir dönüşümün mü yoksa ‘
devrimsel bir atılımın’ mı sözkonusu olabileceğine ilişkin kimi saptamalarda bulunmaya çalışıyoruz.
Demek ki, her attığı adımın ülkenin ‘
politik’, ‘
toplumsal’ ve ‘
kültürel’ yapısını ‘
ussallık’ ve ‘
insanlık’tan uzaklaştırmaya yönelik olduğu, şakşakçısı olan kimi sapkın güçlerle birlikte şu AKP/MHP koalisyonunu devirmek, bir başına ‘
devrimci’ bir eylem olmayacaktır.
Bununla birlikte bir ‘
devrimci süreç’in başlangıcı olması da pekâlâ mümkün görünmektedir.
Ali Babacan,
Ahmet Davutoğlu,
Temel Karamollaoğlu ya da
Gültekin Uysal da mı ‘
devrimci’ olacaklardır diye sorulabilir.
Burada ‘
devrimci süreç’lerin ‘
insan iradesi’nin dışında geliştiğine ilişkin bir ‘
tarihsel tez’i de anımsatmanın tam yeridir ki, kimi yüzeysel bilgi sahibi görünüşte devrimci olanlar yerlerinden zıplayabilirler.
O meşhur ‘
millî irade’yle, yeter ki bu ‘
gerici iktdar blok’u bir kez devrilmiş olsun.
Ardından, diyelim İngiliz Devrimi’nde olduğu gibi, Hollandalı
IIIncü Gauillome’un ilan ettiği (İnsan)
Haklar Bildirgesi’ne benzer bir ‘
Anayasa değişikliği’ de Türkiye’nin gündemine gelecektir.
Neresinden bakılırsa bakılsın, bu, en azından birkaç yıllık bir ‘
süreç’ olacaktır.
İşte bu süreç içinde, hiç kimse, yani ne Kılıçdaroğlu ve o beş arkadaşı ve ne karşı tarafın onbeş ‘
kafa’sının ‘
iradesi’ bu süreci ‘belirleyici’ olmayacaktır.
O-la-ma-ya-cak-tır.
Olsa olsa, yeni yeni ‘
ussallık’ların keşfiyle karşı karşıya kalacağız demektir.
Böylece ‘
Devrimin ussallığı’ konusunun öyle ilk bakışta görüldüğü gibi olmadığını ana hatlarıyla açıklamış olduk.
Gelecek yazılarda ise, konunun diğer yönlerini açıklamaya devam edeceğiz.