Seray Sayar LEVENT
Aslında başlığa gezelim, görelim ve… dövüm dövünelim yazmalıydım, ancak başlık için uzun bir cümle olurdu.
İki yıldır, rahmetli teyzem öldükten sonra, aydınlanma yaşayan kardeşler ve kuzenler “biz ölüp gidiyoruz ve kimse kimseyi göremiyor” diyerek çorçocuk, torun tombalak sadece kızların olduğu kısa bir tatile çıkıyoruz. Kimi İstanbul’dan, kimi Antep’ten, kimi Bandırma’dan bu tatil için geliyor ve bir hafta elimizde tek kalan anacığımızı da alıp eskileri, yenileri yâd ediyoruz.
Anlayacağınız her tatilde ayrı maceralar yaşayıp gezelim, görelim ritüelini yaşıyoruz. Geçen yıl belki hatırlıyorsunuzdur. Kalkan’da 5 liraya ekmek 25 liraya su 8 rakı bardağına 80 lira ödemiş olmanın şokunu sizle paylaşmıştım.
Bu yılda yolumuz Fethiye Göcek’e düştü… Hay düşmez olaydı.
Fethiye maceramızdan ufaktan ufağa başlayalım. Arabayla gidince Adana’dan erken çıktık yola. Maksat Göcek’te ayarladığımız evin giriş süresi gelene kadar ufak ufak gezmekti. Önceden yer ayarlamadık zira “nerede yorulursak kalacak bir yer ayarlarız” düşüncemiz vardı. Konya altından başladık yolculuğa Acıgöl, 80 Binde Devri Alem Parkı derken, Isparta’ya doğru yol alırken meğer Lavantaların hasat zamanına rastlayarak Lavanta Köyüne kadar ulaştık. Her yer Lavanta bahçesi ve mis gibi etrafı lavanta kokusu sarmış durumda. Her gittiğim yerde yine yaptığım gibi esnafla sohbet etmeyi severim. Burada da her şey oldukça pahalı. Her lavanta tarlasının başında köylü kendince yiyip içilecek ve lavantalardan üretilenleri satacakları yerler yapmışlar. Her şey lavanta; çayı, dondurması her bir şeyi var. Ancak kazanç yok denecek kadar az. Sohbet ettiğim teyzenin “kızım bir bardak çay için bile ya İbn soruyorlar ya da karttan ödüyorlar” açıklamasıyla gelen özellikle yerli turistlerin aslında hangi şartları zorlayarak bu tatile çıktıklarını anlayabiliyorsunuz.
E, haliyle bir şeyler alıp, yemek isteyenlerde herkesin parasını ödemiş oluyor. Dört hazır yufkadan böreğe, dört lavantalı gazoza, bir lavantalı dondurmaya 275 lira ödeyince, milletin yemediğini de ödediğinizi acı bir şekilde öğreniyorsunuz.
Neyse başa gelen çekiliyor, ancak öyle yoğun lavanta kokusuna maruz kaldık ki inanamazsınız. Hepimiz arabanın içinde evliyaların sakinliği ile uyuya kaldık, arabayı süren zavallı kız kardeşim “uyumayın” diye diye Isparta’yı görebildik. Burada da her yer gül… Otel ücretleri tahmin ettiğiniz gibi yine pahalı ve mümkün olduğunca tek gece kalanlara kapıları kapalı, şansımız çorçocuk gördüklerinde bize acımaları oldu.
Burdur Salda Gölü’nü de görmenizi tavsiye ederim. Zira buradaki toprak yapısı nedeniyle Marsa en yakın özelliğe sahip olması nedeniyle NASA’nın çalışmalarını yaptığı yermiş. Yani Marsa gitmiş gibi olursunuz.
Isparta’dan sonra yavaş yavaş Fethiye’ye doğru yola revan olduk. “Madem Fethiye’deyiz “dedik ve orada kalmaya karar verdik.
Bu hikayede komik bir anı olarak bize kalacak gibi…
Tabi ki bu yer bulma çalışmalarımız internet üzerinden oluyor. Kısacası bahtımıza ne çıkarsa. Şimdi adını unuttum. Fethiye’de bir pansiyon, önce “yer yok” dedi. Sonra düşündü ve “bir apartım var sizi oraya yerleştireyim” deyince biz de “sokakta kalmaktan iyidir” dedik kabul ettik. İşlemlerimiz pansiyonda yapıldı bizi pansiyon sahibi aparta götürecek diye beklerken, oğlanın evi çıkmasın mı? Yazık. Belli ki evli çorlu çocuklu kesin ev halkını da yaylaya falan yollamıştır. O arada saat 10’u geçmiş çor çocuk itiraz hakkımızda yok. Gece boyunca, ölsek bizi kimse bulamaz deyip, üç kuruş daha kazanmak için kendi evini yabancı insanlara kiralayan adam için üzüldük durduk.
Efendi insanlardı bir problem yaşamadan o geceyi atlattık ve madem buradayız bari Ölü Deniz’i de görelim diyerek ki 30 yıl önce buraları hep görmüştüm. Ölü Deniz’e doğru yol aldık. Çok şükür denizin zaten sahilini özel işletmeler kapatmış. Localar 900 TL. Şezlonglar 125 TL. Ne yersen 70 TL içecekler 30 TL Zaten bizim gibi “yattı balık yan gider” diyenlerin dışında ki herkes gurbetçi onlara dokunmuyor. Herkesin böyle olunca keyfi yerinde.
Nihayetinde Göcek’e bakına bakına, harcaya harcaya vardık, varmasına da orada da durum çok farklı değil. Kendi memleketinde kendini el gibi hissetmek galiba böyle bir şey.
Bir top dondurma 25 lira. Önce fark etmedim. Yiğitlik yapıp iki top dondurma isteyip üzerine 50 lira dediklerin de utanmayıp “al kardeşim “ demek içimden geçmedi değil. Ancak aile eşrafı “biz fakir miyiz?” diyerek üzerime atlayabilirlerdi. Dondurmayı niye mi örnek verdim? Artık siz normal yemeklerin fiyatını düşünün diye.
Orada ki zenginlikleri görünce evet aslında biz fakiriz zira biz bu tatil için 12 ay çalışırken harcamalarımızı ayarlı yapma gayretindeysek ve etrafınıza baktığınızda kimsenin umurun değilse, bir saçma kolyeye 800-900 ya da saçma basma elbiseye 1500 TL’den başlayan etiketler konmuş ve alıcı buluyorsa, evet biz fakiriz…
Bizi bu hale getirenlerin, utanmadığı bir gerçek zaten. Göçek çarşısından sonra Dalamana bağlı Kille Koyu’na yolumuz düştü. Hep beraber bir sevinç yaşadık. Zira bize burayı tavsiye eden tutuğumuz evin sorumlusu Abdullah bey, belediyeye ait olduğunu ve şezlongların 20 liradan kiraya verildiğini söyleyince, bunca ödediğimiz paraların yanında bize çerez parası gibi geldi. Geldi de soygunun legal hale geldiğini unutuverdik.
Mesela Kille Koyu’na gitmek için, geçmek zorunda olduğunuz bir tünel var Göcek Tüneli ilginçtir Tünel koyun hemen dibinde, yani girerken de çıkarken de koya dönmek için oradan geçmek zorundasın 15 lira git 15 lira gel.
Koya giriş kişi başına 10 lira. Haa Allah için evet şezlonglar 20 lira, bir büfesi var orada bize göre pahalı, ancak gezdiğimiz yerlere göre gayet uygun temiz, pak ve yine gurbetçilerin mekânı olmuş durumda.
Bu kadar duru olması beni şaşırtınca, büfede çalışan gence sorduğumda daha iki aydır açık olduğunu öğrendim. Anlayacağınız çok fazla bilen yok burayı.
Daha sonra etrafı izlerken kendi kendime konuşmamı duyan yan şezlong komşum konuşmama dâhil olma ihtiyacı duydu. Adamcağız ailesiyle gelmiş ve yerlisi. Burayı nasıl görmemişler, hemen bir otel kondururlardı dediğim de gülerek “zaten şu gördüğünüz dağ ve sahil yamacını Acun ile B. Yıldırım ortak satın aldı” demez mi? yani seneye halk sadece uzaktan bu koyu seyredecek demek ki.
Bütün bunları yazmamın sebebine gelince. Elbette ki gezdiğim yerleri sizle paylaşmak rehberlik açısından önemli, en azından neyle karşılaşacağınızı az çok tahmin edebileceksiniz.
Ancak asıl sebebim bu değil. Bunca yerde gördüğüm zenginlikler, gurbetçilerin hesapsız harcamaları ve o yalılar yatlar, yelkenliler bana tek gerçeği tekrar gösterdi.
Bizim dünyamızdan çok farklı yaşamlar var ve bu zenginlikleri kimse kaybetmek istemez. İşte! Bu yatlara, yalılara ve gezme imkânlarına sahip olanlar Türkiye’nin kaderini belirliyor. Bizler sadece bu mevzuda figüranlık görevimizi üstleniyoruz hepsi bu…
Bir tarafta Devlet, Hükümet ayrımını yapamayan, bir tarafta bu zenginlikleri korumaya çalışan bir kitle…
Şimdi sorarım size, kim elindekini riske atar?
Allah o yüzden yar ve yardımcımız olsun.
Şimdilik Her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!
Dip Not: Çılgın Dondurmacının ve ülkesinde gurbette olanların hikayesi haftaya…